Ziya Şakir Yılmaz

Ziya Şakir Yılmaz

90/10 kuralı

Almış olduğumuz bir karar, yaptığımız bir seçim; bir durum karşısındaki tepkimiz, tutumumuz nasıl bir sonuca doğru ilerleyeceğimizin birer göstergeleridir.

Bize sunulan bir teklife “HAYIR” cevabını verdiğinizde karşılaşacağımız sonuç; “EVET” yanıtına göre farklılaşır ve bize bambaşka bir serüvenin kapılarını açar.

İşte 90/10 kuralı da nasıl davrandığımız, nasıl tutum aldığımız ve bunun sonuçlarının bize nasıl yansıdığı ile doğrudan ilgilidir.

Hayatımızın yüzde 10’luk bir kısmı, bizim kontrolünüzde olmadan gelişen olaylar ve başımıza gelenlerdir. yüzde 90’lık kısmı ise bizim bu olaylara verdiğiniz reaksiyonlardan oluşur.

* * *

Şimdi gelin 90/10 kuralını açıklayan iki senaryo yazalım.

İlk senaryomuz…

Çalıştığımız firmanın en önemli müşterilerinden biri ile sabah toplantımızın olacağını var sayalım. Heyecanlıyız… Öyle ki daha bu buluşmanın gün ve saati belirlenirken saç ve cilt bakımı yaptırma ihtiyacı duyduğumuzu da hikâyemizde es geçmeyelim…
Kim bilir belki de bu görüşmedeki sunumumuz, iş bitiriciliğimizle hem terfi hem de maaş artışı alıp hayalini kurduğumuz kariyer ve konforlu yaşama bir adım daha yaklaşacağız.
Güne en sevdiğimiz, bir tek özel günlerde giyindiğimiz, üzerine aman toz konmasın dediğimiz, şık ve pahalı takım elbisemizi giyerek başlıyor; ailemizle hoş sohbet kahvaltımızı ediyor, eşimizden toplantının harika geçeceğine dair güzel temenniler alırken biraz da toplantıda söz edeceğimiz şeyleri zihnimizden geçiyoruz ki… Eyvah! Çocuğumuz masadaki fincana çarpıyor ve bir anda içindeki kahve elbisemizin üzerine dökülüyor.

Birkaç saniye önce evin içindeki güneşli hava gidiyor, yerini kasırgaların oluştuğu bir fırtına alıyor. (Aslında fırtına yaratılıyor).
Ne moral, ne takım elbise, ne de huzur kalıyor. Çocuğun dikkatsizliği yüzünden (!) ortamın rengi bütünüyle değiştiriyor.
Kızmaya, söylenmeye hatta lanet okumaya başlıyoruz; şaşkınlık, korku ve suçluluk duygusuyla bize bakan çocuğumuzu azarlayıp, onun yumuşak kalbini kırıyoruz.
Hızımızı alamayıp kahve fincanını neden çocuğun yanına koyduğu için eşimize söyleniyor, masaya vuruyoruz. Eşimizin sakinleştirmek için söylediklerini duymazdan geliyor, haklı olmanın verdiği hisle haddimizin de ötesine geçerek onun da kalbini kırıyoruz.

Yerimizden öfkeyle kalkıp odamıza geçiyor, kıyafetimizi değiştiriyoruz. Telefonumuzu almak için tekrar mutfağa geldiğimizde çocuğumuzun kahvaltısını bitirmediğini, okula gitmek için hazırlanmadığını ve hâlâ ağladığını görüyoruz. Aksilik bu ya! Okul servisini de kaçırdık.
Onu ne biz, ne de eşimiz okuluna bırakabiliriz! Her ikimiz de evden çıkmalıyız ve iş yerlerimiz okulun tam aksi yönünde.

Üzerimizde henüz dinmeyen bir öfkeyle acele ediyor; çocuğun okul için gereken eşyalarını hazırlıyor ve arabamıza binerek okulun yolunu tutuyoruz.
Saatte 90 km hız sınırına rağmen gecikmemek için 150 km hızla ilerliyoruz. Derken trafik polisi bizi durduruyor. Hız limitini aştığımız için hatırı sayılır bir ceza kesilirken olmayan zamanımızı biraz daha tüketerek okula varıyoruz.
Çocuğumuz hâlâ evde tanık olduklarının şokuyla bize ‘hoşça kal’ demeden binaya doğru koşuyor.
Ofise yirmi dakika gecikmeyle gidiyoruz. Söyleyebilecek tek bir mazeretimiz yok. Toplantı çoktan başlamış yine de esprili birkaç sözle merhabalaşıp, küçük bir özür dilemeyle durumu telafi edebileceğimizi ve yapacağımız sunumla geç kaldığımızı unutmalarını sağlayabileceğimizi içimizden geçiriyor; patronumuzun sevimsiz bakışlarını görmezden gelip bir an önce bilgisayarımızı çıkarıp sunuma geçmeyi düşünüyoruz ki, eyvah!
Evden o sinirle çıkarken bilgisayarı yanımıza almadığımızı fark ediyoruz. ‘Allahım bu nasıl bir kâbus?’ diye içimizden konuşuyor, yaşadıklarımızın sadece bir rüya olmasını diyoruz. Fakat her şey gerçek! Söyleyecek tek bir sözümüz yok. Sadece kişisel bir durumumuz değil, böylesine önemli bir görüşmede, severek çalıştığımız firmamızın itibarına gölge düşürdüğümüz için kendimizi suçlu hissediyor aynı zamanda utanıyoruz.
Her şey nasıl birden bire böyle hal aldı, anlayamıyoruz.
Oysa bir saat öncesine kadar yapacağımız sunumla, hayatımızı nasıl da renklendireceğimizi, eşimiz ve çocuğumuzla kaç zamandır ertelediğimiz deniz yolculuğuna çıkacağımızı, maaşın artmasıyla daha üst model bir araba alacağımızı düşünürken günün sonunda işten çıkarılıp çıkarılmayacağımızı bilmek isteyecek bir seviyene nasıl indiğimizi düşünmekteyiz şimdi. Bir an önce akşam olmasını ve uyumayı hayal ediyoruz…

* * *

İkinci senaryomuzda hikâyemizi aynı yerden başlatıp, akışını ise değiştirelim.

Çocuğumuz, fincana çarpıyor ve kahve elbisemizin üzerine dökülüyor.

Bugüne değin hayatınızda ben hiçbir şey dökmedim veya devirmedim diyeniniz var mı? Sadece emekleme dönemimizde kendimizden fazla neyi düşürüyoruz dersiniz?
Haliyle… Öykümüzün ikinci versiyonunda, çocuğumuz fincana çarpıp kahveyi döktüğünde ilkin onun bir yerinin yanıp yanmadığına bakıp, bunun bir kaza olduğunun bilinci ile çocuğumuzun kendini suçlu hissetmesinin önüne geçerek, yumuşak bir tavırla sakin kalmasını sağlıyor, gülümsemesi için de aramızdaki özel bir espriyi yapıyoruz… Ve tabii nasıl daha dikkatli olunur, fincan nereye konulsaydı düşmezdi diye sorular sorup, yanıtları kendisinden alarak aynı zamanda bilinçlenmesini de sağlıyoruz. Tüm bunlar ne kadar mı sürüyor? Sadece birkaç dakika…
Okul servisinin gelmesiyle çocuğumuzu öpüyor, onu sevgiyle uğurluyor, odamıza geçip diğer takım elbisemizi giyiniyoruz.
Bilgisayarımızı da yanımıza alarak eşimizle vedalaşıyor ve işe doğru yola koyuluyoruz.
Toplantının başlamasına daha yirmi dakika var, bir kahve alıp sunumumuzu son kez gözden geçiriyoruz.


Sizce görüşme nasıl geçmiş olabilir? Elbette harika! Müşteri de patron da oldukça memnun. Hem kariyere, hem maaşın yükselmesine hem de planlanan tatile birkaç adım daha yaklaşıldı böylece…

Bu iki örnekte hikâyemiz aynı iken birinde olumsuz, diğerinde muhteşem bir gün geçirilmekte. Farkı yaratan bütünüyle bizim olaylara, gelişmelere karşı tutumuzdur. Hayatta başınıza gelenler 10% dur. Ona nasıl reaksiyon verdiğiniz ise yüzde 90!

Size kendi yaşadığım bir anıyı anlatayım…
Antalya’da karanlık bir otoparktan çıkmak üzereydim ki başımı o an görmediğim bir merdivenin köşesine çarptım! Birden yoğun bir kanama başladı. Apar topar hastaneye gittim. Aynaya baktığımda, kendimi bir filmin sahnesindeymişim gibi hissettim; yüzüm gözüm kan içindeydi.

Doktor geldi, kontrolleri yaparken sordum; “Hakkını vermiş miyim?”

Şaşırdı ve anlamadığını söyledi. Yineledim, “Çarpmanın hakkını verebilmiş miyim?” Doktor gülümsedi ve “Hem kafasını yarıp hem de bununla dalga geçen birini ilk kez görüyorum” dedi.


Eğitimlerim ve seminerlerimde, hayatta bizim kontrolümüzün dışında gelişmelerin sadece yüzde 10, bizim buna verdiğiniz tepkilerin ise yüzde 90 olduğunu sıkça dile getiriyorum.

Sözünü ettiğim hatıram da bir kazaydı. Kontrolüm dışında gelişmişti. Ancak ben bu gelişmeye olumlu yaklaştım ve yüzde doksan pozitif bir tutumla onu dönüştürmekle kalmadım, doktorun da gülümsemesini sağlayarak benden sonra tedaviye gelecek kimselerin de şanslı olmalarına vesile oldum.

* * *

Evrenin değişmez yasaları vardır. Buna işletim sistemi de diyebiliriz. Taşıdığımız ve yaydığımız enerji içinde neleri barındırıyorsa o alanda bizi de içine dâhil eden yaratımlar başlatırız. Bir şeyi istiyorsak eğer bu, olacak anlamına gelmez. Plan yapmayı, yola çıkmayı da gerektirir.
Bazı alanların işletim sistemi farklıdır. Orada hareketin aksine, durmak veya kımıldarcasına hareket etmek, hayatta kalmayı sağlayabilir. Örneğin bataklıklar. Çıkmak için ne kadar çabalarsak o denli hızlı batarız. Bu da evrenin ters çaba yasasıdır. Bir diğeri de bumerang yasasıdır. Enerji çıktığı kaynağa döner. Bir duvara karşı bağırırsak sesimiz bize yansır. Birine karşılık beklemeksizin bir iyilikte bulunursak, hayat fazlası ile bunun karşılığını verir.

Eşimize, çocuğumuza, yakın arkadaşlarımıza veya hiç tanımadığımız ancak yürüdüğümüz sırada istemsiz omzumuza çarpan birine yansıtacağımız enerji, insandan insana dalga dalga yayılacak ve kaynağına yani bize dönecektir.

Bizden bağımsız gelişen bir olaya tepki vermeden önce, bir an dahi olsa durmalı, akıl süzgecimizden geçirmeli, başta kendimiz ve karşımızdaki kimseler için en iyi, en güzel yanıtla karşılık vermeyi seçmeliyiz.
Tek bir an, tek bir olumlu yanıtın tüm zamanları kapsadığını, tüm davranışlara yansıdığını göreceksiniz. Bunu sağlamak için hayatın yüzde 100 yanımızda olduğunu ve bizi desteklediğini de bilmeliyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ziya Şakir Yılmaz Arşivi