Amerikan rüyası

“Amerikan rüyası”, insanın ABD’de çok çalışarak başarılı, zengin ve ünlü olabileceğini savunan düşüncedir. Kitaplara, filmlere, belgesellere konu olmuştur. ABD’ye yönelik küresel ilgi ve hayranlığın, kalabalık göçmen akınının da gerekçelerinden birini oluşturmuştur. Amerikan rüyasına öylesine kapılanlar vardır ki, ABD’yi hiç görmeseler, hayatlarını ABD’de kurmasalar da, bu ülkenin her zaman, her yerde, her koşulda, mutlaka kazanacağına inanırlar. Ve Amerikan rüyasına dalanların bir kısmının, giderek Amerikan mandasını savundukları görülür.

Bunlar Türkiye’nin çıkarlarıyla ABD’nin çıkarlarını bir tutarlar. İki devletin kapasiteleri arasındaki farkı görmezler. ABD’nin emperyalist karakterini dikkate almazlar. Bu yaklaşım, siyasette, diplomaside, orduda, bürokraside, iş dünyasında, akademide etkilidir. Kökleri güçlüdür maalesef. 1919’da Sivas Kongresi’nde bile, ABD hayranlığını abartıp, Amerikan mandasını savunacak kadar savrulanlar çıkmıştır. Hem de ABD Başkanı Woodrow Wilson’un, 1918’de açıkladığı ve adıyla anılan ilkelerde, Türk topraklarına nasıl baktığını dikkate almadan.

Oysa gerçekler aksi yöndedir. Amerikan rüyasına kapılanlar da, dün Amerikan mandasını, bugün ABD’nin öncülük ettiği vekâlet savaşlarını savunanlar da yanılmaktadır. Türkiye ve üç komşusunu (İran, Irak, Suriye) bölerek, bir Kürt devleti kurmak isteyen ABD ile Türkiye’nin çıkarları örtüşmez. Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan Türkiye ile Suriye’yi bölmek isteyen ABD’nin menfaatleri aynı olmaz. Barış Pınarı Harekâtı öncesinde Suriye’de 22 üssü, 2 bin askeri bulunan, harekât başlayınca 16 üssünü boşaltan (bu üsler petrol bölgeleri dışındaydı), harekâta ara verilince 16 üsten 6’sına dönen, ardından da petrol bölgelerinin yakınında 2 üs kuran ABD’yle Türkiye, birlikte hareket edemez.

ABD’nin kendi zorunlulukları neler?

Küresel silah ticaretindeki payı yüzde 36’yı bulan, savunma bütçesi Türkiye’nin ekonomik büyüklüğü kadar olan ABD, Ortadoğu’da ve dünyada barışçı politikalar izleyemez. 150’den fazla ülkede 800 kadar askeri üssü bulunan; ordusunun yaklaşık beşte biri ülkesi dışında görev yapan; Asya Pasifik bölgesinde askeri yığınağını artıran ABD, büyük askeri harcamalar yapmaya mecburdur. Çünkü siyasi ve iktisadi gücünü korumak, ABD Doları’nın küresel rezerv para birimi olarak dolaşımdaki ağırlığını muhafaza etmek için, dünya ölçeğinde emperyalist politikalar izlemesi gerekir. Bu da 22 trilyon dolar büyüklüğünde bir ekonomi olan ABD için siyasi, iktisadi, askeri, kültürel, endüstriyel, diplomatik boyutlarıyla bütünlüklü, dışsallık yaratan bir siyaset demektir. Aksi halde ABD’nin üretimi de, tüketimi de, ihracatı da, ithalatı da, istihdamı da geriler. 

Kısacası, mevcut şartlar altında özelde Suriye’de, genelde Ortadoğu ve diğer bölgelerde ABD’yle uyumdan bahsetmek, gerçekleri görmemektir. Uluslararası hukuktaki tanımı bir yana, manda yönetiminin, ABD’nin savaşa katılmadığı ülkelerin idaresinde etkili olmak için kullandığı bir yöntem olduğunu bilmeden Sivas Kongresi’nde mandayı savunanlar gibi, yanlış çözümde ısrar etmektir.

Tarihin akışının yanlış yerinde saf tutanların, doğru hedeflere ulaşamadığı ise tarihi bir gerçektir.

NATO’nun beyin ölümü

NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini, geçenlerde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron açıkladı. Yaptığı, malumun ilamı idi. Boşanma sürecinin sancıları devam etse de, Birleşik Krallık, 2016’daki halkoylamasıyla, Avrupa Birliği’nden (AB) çıkma kararı aldı. Avrupa’nın en büyük gücü olan Almanya ise AB’nin lideri olmanın mali yüküne katlanıp siyasi, iktisadi, diplomatik avantajlarından yararlanıyor. Lakin o da, NATO’ya, ABD’ye güvenmiyor. Fransa’yla birlikte, Avrupa ordusu için ön ayak oluyor. İran’dan Suriye’ye, Ukrayna’dan Irak’a, NATO bütçesinden Rusya’ya yönelik yaptırımlara dek, pek çok başlıkta ABD’yle yan oturuyor. ABD’nin istediği uyumu göstermiyor. Destek vermiyor. Ek asker yollamıyor. Elini cebine atmıyor. Kısacası, Soğuk Savaş’ın başlangıcıyla birlikte ete kemiğe bürünen emperyalist yapıların kendi içinde ciddi çatlaklar var, etkileri azalıyor.

Bizim açımızdan sorun, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde ne yapacağı. Soğuk Savaş ezberlerini bozup bozamayacağı. Bağımsız hareket edip edemeyeceği. Emperyalizmin, ülkemizi içeride istikrarsızlaştırmaya, dışarıda itibarsızlaştırmaya yönelik adımlarına nasıl karşı koyacağı. Toplumsal demokrasiyi, hukuk devletini, planlı ve bütüncül kalkınma hamlesini, sanayi atılımını, kamucu - halkçı eğitim ve sağlık sistemini başarıp başaramayacağı…

Türkiye’de NATO’nun sorgulanması, AB üyeliğinin eski çekiciliğini yitirmesi olumlu. Fakat yetersiz. Fazlası lazım. ABD’nin Irak işgalini alkışlayan iliştirilmiş gazetecilerin; AB’nin Türkiye temsilcilerinin sofralarında oturmakla övünen ikinci cumhuriyetçi, solcu eskisi, FETÖ dostu köşe yazarı ve akademisyenlerin; Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi almasını, Ankara’da gündüz vakti havai fişek patlatarak kutlayan siyasetçilerin çokluğunu hiç akıldan çıkarmamalı.  

İspanyol diplomatın benzetmesi

Yıllar önce, Türkiye - AB müzakerelerine ilişkin İspanyol bir diplomat, duayen diplomatlardan Yalım Eralp’e şöyle demiş: “Sakın onur meselesi yapmayın. İspanya’yı özellikle Fransızlar eşek yerine koydular. Şimdi biz yeni adayları eşek yerine koyuyoruz”. (Mülkiyeliler Mektubu, Ekim 2005).     

Dış politikada kandırılmaya açık olduğumuzu dikkate alarak, Türkiye’nin NATO üyeliğini sadakatle savunanlara, AB üyesi olmasını hararetle destekleyenlere soralım. AB’nin geleceğine ilişkin “Avrupa Birleşik Devletleri mi, Birleşik Avrupa Devletleri mi? Sıkı federasyon mu, gevşek konfederasyon mu? Birkaç vitesli, çok halkalı Avrupa mı, değişken geometrili Avrupa mı” sorularının neresinde duruyor Türkiye? Uluslararası ve AB gibi ulusüstü örgütlerle yapılan müzakerelerde, “eşek yerine konmak” neyi kapsıyor? Mayın tarlasına sürülmeyi mi? Yüke koşulmayı mı? Kullanılıp kenara atılmayı mı? Sürekli aldatılmayı mı?

Sözün özü, Rusya lideri Vladimir Putin’in, “Avrupa’nın geleceğinden kaygılıyım. AB korunmalı. Doğu Avrupa’nın bazı ülkelerinin, gelecekte İngiltere’nin düşündüğü gibi düşünmeyeceklerinden emin değilim” dediği bir dönemde Türkiye, Gümrük Birliği’ni sorgulamalıdır. AB ve NATO konusunda daha cesur olmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi