And olsun babam

Çocukluğun kenarından geçip oyun oynamak geldi içimden azıcık. Çok bir şeyimiz yokmuş o zamanlar, ama buna rağmen her şeyimiz varmış şimdi daha iyi anlıyorum..

Kaloriferli, güvenlikli, finesli, lüx mobilyalı evlerimiz, bastıkça su gibi süzülen otomobillerimiz de yoktu, dahası çeşit çeşit kıyafetlerimiz ayakkabılarımız da yoktu. Hatta elimizden düşürmediğimiz bizden bile akıllı telefonlarımız hiç mi hiç yoktu.

Uçağa binmek hayal, tatile gitmek rüyaydı o zamanlar. Bir bekçinin bir mahalleyi idare edebildiği zamanlardı..

Ayıbı, edebi bilirdik. Büyüğe saygı çok önemliydi. Büyüklerimiz bizi eti senin kemiği benim diye emanet ederlerdi ustalarımıza öğretmenlerimize.

Komşularımız vardı ailemizden birileriydiler adeta amcalar, teyzeler, abiler ve ablalarımız onlarla büyüyüp, onlarla öğreniyorduk toplumsal dayanışma ve sosyalleşmeyi…

Babamızın bir bakışı yeterdi çekirge gibi zıplamamamız için…

Çok şeyimiz varmış o zamanlar çoooook.. Bilememişiz kıymetini..

Erzincan depreminde Dönemin Erzincan Cumhuriyet Savcısı İzzet Akçal, mahkumları toplar ve onlara şu tarihi cümleleri söyler  “Sizi şimdi kurtarma çalışmalarında görev almak üzere serbest bırakacağım. Aranızda civar köylerden olanlar varsa iki günlüğüne köylerine gidip, ailelerini görebilirler. Ancak bir koşulum var; hiçbiriniz kaçmayacaksınız. Canla başla çalışacaksınız. İşimiz bitince cezaevine döneceksiniz”..

Mahkumlar her sabah depremin yaralarını sarmak için çıkar ve akşam tekrar döner. Savcı tarafından her akşam cezaevinde sayım yapılır.

Deprem bölgesine özel bir trenle hareket eden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de bu özverili çalışmaya tanık olur.

Erzincan yakınlarındaki köyde bir mahkum trene binmek ister. Muhafızlar mahkumu trene bindirmezler, bu sırada çıkan kargaşa sebebiyle İnönü olay yerine gelir. Mahkum İnönü’ye yaklaşarak: “Efendim, ben Savcı Bey’e kaçmama sözü verdim. Erzincan’a dönüp, kurtarma çalışmalarına katılmak istiyorum. Beni de trene alın” demiştir. İnönü olaydan etkilenir ve mahkumu trene alır.

Mahkum da olsak adamlığımız varmış verdiğimiz söz onurumuz, şerefimizmiş ve buda bizim en büyük servetimiz miş..

Süt annelerimiz varmış kendi evlatlarından ayırmadan beslerlermiş bizi sütleriyle, kan kardeşlerimiz olurdu ellerimizi kanatıp kanlarımızı kaderlerimizi birleştirdiğimiz…

Bakkalarımız vardı mahallelerimizde her şeyimizi, paramız olmasa da ondan alırdık. Ev gezmelerimiz en büyük sosyal aktivite kaynaşma aracıydı. Bırakın ailemizi komşularımızın büyüklerini bile tanır saygı gösterirdik.

Mahallenin kızlarını namusumuz bilir korur kollardık. Ya şimdi her yanımız sapık her tarafımız ar namus bilmeyenlerle dolu…

Ne çok şeyimiz varmış. Düşündükçe bu zenginliğimizden düştüğümüz hale üzülüyorum…

Bize medeniyet diye dayatılan toplumsal dejenerenin farkında bile olamadan medeniyetsizleşmiş, kişiliksizleşmişiz…

Eski toplumsal kriterlerle bugünkü imkanlarda yaşamak mümkün olamaz mıydı dersiniz? Bana kalsa

olurdu hem de çok güzel olurdu. Eğer biz kimliğimizi kaybetmeseydik hemde çok güzel olurdu be…

Son sözüm beni bu günlere taşıyan rahmetli babama ve O güzel atlara binip giden bütün adamlara

Andolsun ekmek kokan nasırlı ellerine!
Andolsun hep kaygı taşıyan gözlerine!
Andolsun içine akan kutsal gözyaşlarına!
Andolsun keder dağına dönüşen yüce kalbine!
Andolsun gururuna, garipliğine, kadri bilinmeyen kadrine!

Cennet senin ayaklarının altında olmasa da sana olan minnetim ve hasretim asla bitmeyecek. Ruhun şad olsun benim babamm

VESSELAM

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Remzi Tanış Arşivi