Aşağı bakmayacağız!

Boğaziçi Üniversitesi...

Türkiye'nin en iyisi. Her anne – babanın çocuğunun okumasını istediği bir üniversite. Milyonlarca gencin hayalini kurduğu bir üniversite. Bu üniversitede yetişen çocuklar; Türkiye'nin entelektüel hazinesi. En değerli varlığı. Bu üniversiteden çıkan çocuklar, Türkiye'nin yarınlarında aktif rol oynayabilecek; sanayiden, bilime ve kültür sanata kadar pek çok alanda belirleyici olabilecek çocuklar...

Şimdi bu çocuklar Türkiye'nin gündeminde. Tabii ki bu kadar başarılı ve pırıl pırıl çocukların ülke gündeminde olması çok değerli bir şey olur. Ama bu çocuklar başarılarıyla gündeme gelmiyor. Bu çocuklar maruz kaldıkları baskı ve dayatmalarla gündeme geliyor.

Neye mi maruz kaldılar?

Üniversitelerine doğru dürüst ilmi bir donanımı olmayan bir rektörün atanmasına maruz kaldılar. AK Parti ilçe teşkilatlarında görev almış, AK Parti'de çeşitli görevler üstlenmiş bir adamın sırf siyaset hanesindeki “artıları” nedeniyle üniversitelerine rektör olarak atanmalarına maruz kaldılar. Ve o gün bugündür; Boğaziçili çocuklar isyan ediyor.

“Biz bu rektörü istemiyoruz” diyorlar. Haklılar mı? Haklılar. Yaşadığınız mahalledeki muhtarı siz seçmeseniz de yukarıdan birileri atasa ne hissedersiniz? Hah işte aynı şeyi Boğaziçili gençler hissediyor. Hissediyor ve mücadele ediyorlar.

Ne yapıyorlar?

Kampüs içine çadır kurup, rektörü protesto ediyorlar. Ne var bunda? Türkiye insanların eylem hakkına sahip olduğu demokratik bir ülke değil mi? Türkiye insanların fikirlerini ve düşüncelerini özgürce ifade edebileceği bir ülke değil mi? Ne oldu Türkiye'ye? Ne oldu ki; iki yüz – üç yüz öğrencinin üzerine binlerce polisle gidildi?

Ne oldu da; en doğal yollarla eylemlerini gerçekleştiren ve haklarını kullanan Türkiye'nin en donanımlı gençlerinin üzerine TOMA'larla, polis coplarıyla yüründü?

Öğrencilere “AŞAĞI BAK” diye hakaret etmek. Yerlerde sürüklemek. 20 yaşındaki gencecik kızları saçından tutup sürüklemek, 20 yaşındaki gençlere tekme – tokat dayak atmak... Yetmedi mi? Hiç mi Gezi eylemlerinden ders alınmadı? O dönem aynı şiddet sarmalını uygulayan polisler için FETÖ'cü dendi. Bilerek şiddet uygulayıp, halkın bam teline dokundular dendi. Peki ya şimdi? Bu polislerde mi FETÖ'cü? Veya neci?

Sürüp giden bunca zulme karşılık gençlerin yanında olmak bir görevdir. Akademik kurumlara, bilim üreten yerlere tepeden inme ve hiçbir ilmi değeri olmayan insanları atamak bir kusurdur. Gençlerle inatlaşmak yerine; al rektörü görevden bu iş huzur içinde çözülsün. Ama yok almayacak! Kavga edecek, kamplaştıracak, ötekileştirecek. Çünkü totaliter ortam, çünkü faşizm, böyle bir şey!

Bu faşizme, bu karanlığa ve eline polis copu almış cehalete karşı; gençlerden, aydınlıktan ve mücadeleden yana olacağız. Üniversite öğrencilerinin haklı mücadelesini destekleyeceğiz. Türkiye'de bugün basının, gazetecilerin görevi budur. Sadece haber aktarmak değil; haberdeki gerçekliği dillendirmek de gazetecinin görevidir.

Bugün ise tek gerçek; Boğaziçi'nde öğrencilerin haksız bir zulme uğramasıdır. 20 yaşındaki çocuğu kolundan tutup sıkarak, çekerek, “Terbiyesiz” diye haykırarak; “Aşağı bak lan aşağı bak” diye bağıran polis memuruna sesleniyorum;

“Aşağı bakmayacağız. Aşağı bakmayacağız lan...”

Utanmıyor musun rektör?

İki çift lafım da rektöre. Kendi üniversitenin öğrencilerinin üzerine polis salmaya, onları gözaltına aldırmaya, tutuklatmaya varan bu hırsından hiç mi utanmıyorsun? Politik bir takım sebeplerle rektörlük koltuğuna atandığını sende adın gibi bildiğin halde, liyakate ters bir şekilde makam sahibi olduğunu sende çok iyi bildiğin halde, öğrenciler tarafından istenmediğini çok çok çok iyi bildiğin halde hala o koltukta oturmaya utanmıyor musun?

Tezlerinde intihaller barındıran bir adam olarak, FETÖ'nün kol gezdiği dönemde aldığın profesörlük ünvanından falan da mı utanmıyorsun?

Yarın işine nasıl gideceksin?

1000 tane polisle mi?

Sahi 5 yıl sonra bugünleri anımsadığında yüzün hiç mi kızarmayacak? Ne yapacaksın? Ben biliyorum. Biliyorum. Bugün utanmayacak, yarın da çıkıp “KANDIRILDIM” diyeceksin. Ama nafile. Bugünden tarihteki yerini aldın. Kemal Sunal'ın bir filmi vardı. Hah o işte;

ZÜBÜK!

Bir umudum sende

Ahmed Arif'i anımsatmak istedim. “Öyle yıkma kendini” dediği yerdeyiz. “Dayan kitap ile” dediği yerdeyiz. “Dayan diş ile dayan tırnak” ile dediği yerdeyiz. Dayanacağız. Karanlığa karşı, köhneliğe karşı, cehalete karşı dayanacağız. Tam da şu dizleri anımsayarak;

Öyle yıkma kendini,

Öyle mahzun, öyle garip...

Nerede olursan ol,

İçerde, dışarda, derste, sırada,

Yürü üstüne - üstüne,

Tükür yüzüne celladın,

Fırsatçının, fesatçının, hayının...

Dayan kitap ile

Dayan iş ile.

Tırnak ile, diş ile,

Umut ile, sevda ile, düş ile

Dayan rüsva etme beni.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Anıl Boduç Arşivi