Atatürk, Gazi Meclis ve 100. yıl

Atatürk, Gazi Meclis ve 100. yıl
23 Nisan 1920. Yüz yıl bir asır..Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 100. yılını kutladık. Her yıl, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutladığımız bu bayramı, bu sene hayli buruk kutladık.  İki nedeni var bunun. İlki dönemsel. Üstelik siyasal boyutu da yok. Salgın hastalık nedeniyle alınan önlemlerle ilgili. Sokağa çıkma yasağı var. O yüzden bu yıl caddelerde, meydanlarda olamadık. Kuvayi Milliye’nin ve Milli Mücadele’nin simgesi ay yıldızlı bayraklarımızla, Atatürk fotoğraflarımızla sevincimizi, coşkumuzu hep birlikte paylaşamadık. 19 Mayıs’ta, 30 Ağustos’ta, 29 Ekim’de telafi ederiz. İkinci neden ise yapısal. Tamamen siyasal. 2018’de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesiyle ilgili. Meclis’in işlevini, önemini, ağırlığını yitirmesiyle ortaya çıkan durumdan kaynaklanıyor. Telafisi güç.
Meseleyi daha kapsamlı tartışalım. Devletin resmi adı, gelişmişlik düzeyi, nüfusu, coğrafyası ne olursa olsun, özde ve esasta halk egemenliğini, milli iradeyi, meşruiyetin kaynağı olarak milleti gören rejimlerde meclis önemlidir. Halkın oyuyla oluşan, milli iradenin tecelli ettiği yer olan parlamento değerlidir. Bizim tarihimiz söz konusu olduğunda, bu durum çok daha belirgindir, belirleyicidir. Çünkü savaş ve devrim, Meclis çatısı altında yönetilmiştir. Emperyalizme ve onun yurdumuzdaki uzantılarına, işbirlikçilerine karşı verilen Kurtuluş Savaşı da, savaşla eşzamanlı olarak yapılan, savaşla iç içe geçen Egemenlik Devrimi de, Meclis çatısı altında yürütülmüştür. Egemenliğin kökünü, kaynağını, tanımını, anlamını, işlevini değiştiren; egemenliği gökten alıp yere indiren yani siyasallaştıran; dini olmaktan çıkarıp dünyevi kılan yani laikleştiren; hanedandan alıp millete veren yani millileştiren bu devrim, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanıyla taçlanmıştır. O gün, ülkenin ve rejimin adı resmen Cumhuriyetle bütünleşmiştir.      
Cepheye koşan mebuslar
 Milli ordunun başkomutanı, Müdafaa-i Hukuk’un lideri, Gazi Meclis’in, Kurucu Meclis’in başkanı Mustafa Kemal Paşa açısından Meclis başat güçtür. Vazgeçilmezdir. Meclis iradesi ve idaresi esastır. Her fırsatta Meclis’in önemine değinmiştir. Her adımda Meclis’in onayına başvurmuştur. Her eylemin kaynağı ve onay mercii olarak Meclis’i görmüştür ve Yunus Nadi Bey’e, “Ben her kerameti Meclis’ten bekleyenlerdenim. Bir devreye yetiştik ki onda her iş meşrû olmalıdır. Millet işleri de ancak milli kararlara istinad etmekle, milletin hissiyat-ı umumiyesine tercüman olmakla hâsıldır” demiştir.
 1920’nin Meclisi, bizim kurucu Meclisimiz, kahraman Meclisimiz; sadece savaşı yöneten, yasa yapan, devlet kuran bir Meclis değildir. Fiilen de savaşmış bir Meclistir. Kelimenin tam anlamıyla Gazi Meclis’tir. Meclis’in 7 milletvekili, cepheye gönüllü olarak, er rütbesiyle gitmişlerdir. O vekillerden biri olan Geyve Kaymakamı ve sonradan İzmit mebusu Hamdi Namık Gör’e, Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal imzasıyla verilen belgede şunlar yazılıdır: “Kendisi cephede nefer olarak hizmet etmek üzere muharebe vazifesine talip olmuştur; kendisine her suretle destek ve yardım gereklidir”. (Tarih: 11. 1. 337 (1921). (İlhan Selçuk, “Geyve Kaymakamı”, Cumhuriyet, 12. 07. 2001).
100 yıl önce, 23 Nisan’da Meclis’i açanlarda, Atatürk başta olmak üzere, karşılıksız ve sınırsız bir vatan aşkı, millet sevgisi, özgürlük ve bağımsızlık tutkusu, devrimci ve mücadeleci bir irade vardı. Düşmanı yendiler. Savaşı kazandılar. Cumhuriyeti kurdular. Birbiri ardına devrimleri hayata geçirdiler ve bize bir vatan bıraktılar.
Hepsini rahmet, minnet ve hürmetle analım. Anıları önünde saygıyla eğilip ve hep birlikte haykıralım.
Yaşasın Türkiye.
Yaşasın Cumhuriyet.
Yaşasın Atatürk.
Salgın hastalık, laiklik ve özgür bilim
Salgın hastalık, pek çok kavramın daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. Pek çok ilkenin, değerin, kurumun, yasanın önemini daha iyi kavratıyor. Hür düşüncenin, özgür bilimin, özerk bilim kurumlarının, laik devlet ve toplum düzeninin, ehliyet ve liyakatin, sosyal devletin, kamucu sağlık hizmetlerinin kıymetini daha iyi anlıyor pek çok insan.
Akademinin bilimselliği, nesnelliği, özerkliği, etkinliği, Sağlık Bakanlığı’nca oluşturulan bilim kurulları üzerinden de tartışılıyor birkaç gündür. Özdemir İnce, dünkü yazısında laikliğin önemine bir kez daha değindi. İlhan Selçuk, sıkça laiklik ve aydınlanmayı gündeme getirir, “bilimin dinden, aklın inançtan bağımsızlığını kazanmasının” önemini vurgulardı. Gazetemiz, haber ve yorumlarında laikliğin tarihsel, siyasal, toplumsal, felsefi, hukuksal yönünü en çok işleyen yayın organıdır.
Son yıllarda kimi sosyalistlerin, kimi liberallerin, kimi sosyal demokratların yaygın fakat yanlış olarak kullandıkları “sekülerizm” değildir laiklik. Farklıdır. Türkiye Cumhuriyeti, laik bir devlettir. Fransa da öyle. ABD ve Britanya’da ise sekülerizm söz konusudur.
Büyük düşünürümüz Niyazi Berkes, (1908’de Kıbrıs’ta doğmuştur, adı Resneli Niyazi’den gelir, ikiz kardeşinin adı Enver’dir) Türkiye'de Çağdaşlaşma (Yapı Kredi Yayınları, İstanbul) adlı çok önemli eserinde, sekülerizmin karşılığı olarak “dünyevileşme” kavramını kullanır.
Atatürk’ün devleti, toplumu, hukuku, eğitimi laikleştiren adımlarının ne kadar önemli olduğunu, ne denli kök saldığını anlamak; Türkiye’nin 57 İslam devleti içindeki farkını, önemini, özgünlüğünü kavramak için, bu tarihsel süreci iyi bilmek gerekir. Çünkü aksi yönde, hem de 1950’den beri atılan onca adıma rağmen, toplumda laiklik, yabana atılamayacak ölçüde kök salmıştır.
Diyanet ve devlet işleri
Son yıllarda yapılan araştırmalar, toplumun, laikliği giderek daha fazla sahiplendiğini göstermektedir. Emperyalizm destekli terör örgütü FETÖ’nün, 15 Temmuz 2016’daki hain darbe girişimi sonrasında bu eğilim daha da güçlenmiştir.
Kısa süre önce Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) tarafından, Türkiye genelinde yapılan laiklik konulu anket de bu gidişatı doğrulamaktadır. Türkiye gibi, ABD’nin Yeşil Kuşak, Ilımlı İslam ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedefi olmuş bir ülkede, içeriden ve dışarıdan, siyasal İslama yapılan onca yatırıma karşın, toplumun büyük bölümünün laikliği sahiplenmesi kayda değerdir.
SODEV Başkanı Ertan Aksoy, bu durumu şöyle yorumlamaktadır: “Ankete göre; toplumda laiklik karşıtlarının oranı, yüzde 10.3. Laiklik dinsizliktir diyenlerin oranı, yüzde 2.8. Bu durum, solda siyaset yapan bazılarının AKP tabanına ilişkin yargılarının geçerli olmadığını gösteriyor. Yani AKP’ye oy veren seçmenlerin hepsi laiklik karşıtı değil. O nedenle, laikliği konuşursak oy kaybederiz yaklaşımı doğru değil. Laikliği konuşmak doğru ama tek başına yetersiz. Laiklikle birlikte ekonomiyi, işsizliği, yoksulluğu, hayat pahalılığını da konuşmak gerekiyor. Laikliğin tehdit altında olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 30.1. Çoğunluğu sol seçmen. Laikliğin tehdit altında olmadığını düşünenlerin oranı yüzde 43.1. Çoğunluğu sağ seçmen. Devletin işleyişi konusunda, laikliğin tehdit altında olmadığını düşünenler bile, devlet içindeki İslamcı yapılardan rahatsızlar. Diyanet, devlet işlerinde etkili olmamalı diyenlerin oranı yüzde 52.5. Toplum siyasilerden daha ileride.”
Sözün özü; Cumhuriyet, demokrasi, laiklik altın üçgendir. Kıymetini bilelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi