Barışın önündeki en büyük engel nefret söylemleri

Son yıllarda toplumda yaşanan travmaların, tartışmaların, kırılmaların ana         nedenlerinden biri kin ve nefret söylemleri.
Öncelikle de siyaset diline hakim olan bu     tehlikeli yöntem, giderek tüm toplumu etkisi     altına almaya başladı.
Barışa, sevgiye, kardeşliğe en çok ihtiyaç     duyduğumuz şu günlerde siyasi parti lider ve     yöneticilerinin söylemlerine baktığımızda bunu çok açık görebiliyoruz.
Siyasi beklentileri olan her kişinin kendine     rol model aldığı bir siyasetçi tipi vardır ve onda     gördüklerini aynen taklit eder.
Bu durumu anlamak mümkündür.
Ancak kendisini devrimci, demokrat, ilerici olarak tanımlayan kimilerinin kullandığı nefret söylemlerini anlamak pek mümkün olmuyor.
Demokratlığın asgari ölçüsü, insana ve emeğe saygı olması gerçeğinden hareketle, barış ve sevgi dilini yaygınlaştırmak, bizim gibi olmayanın(ötekinin) da görüşlerini anlamaya çalışmak gerekirken, kendi gibi düşünmeyen, kendisi gibi davranmayan herkesi düşman gibi gören,     öteleyen kişiden ne demokrat olur, ne devrimci!
Bırakın devrimciliği, demokratlığı; insan     olmanın ön koşulu yaşayan tüm canlıları sevmek, korumak olması gerekirken, her fırsatta çevresine nefret tohumları serpen, kendi hastalıklı ruh halini topluma yaymaya çalışanlar o kadar     çoğaldı ki, öyle sanıyorum barışın önündeki en büyük tehlike de bu tip insanlar.
Yaşamı boyunca hep üretimden kopuk, sosyal, toplumsal, ekonomik hayatta asalak olarak     yaşamış bu tür insanların en kolay sığınacakları alan sivil toplum çalışmaları.
 Kendilerini en kolay ifade edecekleri bu alanda, slogan devrimciliği, klavye kahramanlığı yapan, günlük yaşamayı ve başkalarından beslenmeyi alışkanlık haline getirmiş olan bu tür     insanlar, her fırsatta birilerine çamur atarak,     polemiklerle  gündemde kalmaya çalışırlar.
Ancak dünyada gündem o kadar hızlı     değişiyor ki, bu hıza ayak uydurmak pek     kolay olmuyor.
O zamanda farkında olmadan olayların ve gündemin önünde sürüklenip duruyor, çoğu     zamanda yerlerde ya da beslendikleri güçlerin önünde yuvarlanıp, paspas oluyorlar.
Kendilerinden başka kimseyi beğenmeyen, kimi alkole düşkün, kimi uyuşturucu bağımlısı, kimi kumar tutkunu ama her ne hikmetse sözüm ona devrimci! Bu kişiler her fırsatta çevrelerini de zehirlemeye devam ediyorlar.
Uluslararası ilişkilere bile yansıyan bu nefret dili, ne yazık giderek olağan bir söylemmiş gibi algılanmaya ve hatta taraftar bulmaya başladı.
Çoğu zaman tehdit içeren, başkalarını aşağılayan, toplumda ve halklar arasında bölücülüğü kışkırtan söylemlerin, barışı savunması gereken aydınlar arasında da kabul görmeye başlaması daha da düşündürücü hal aldı.
Dünyada kimi ülkelerde “tahammül toplumu” kavramı tartışılmaya başlanmış, daha ileri insan hak ve özgürlükleri konuşulurken ülkemizde kavga ve şiddet ortamından beslenen         siyasetçilerin prim yapması çok düşündürücü.
Toplumu derinden sarsan bu durumun sonucu olarak görüyoruz ki, şiddet ve intihar olayları     çoğalmaya başladı.
Gerek yazılı, gerekse görsel medyada sürekli şiddet içeren yayınlardan etkilenen, başta çocuklar ve gençler; bir yandan sosyal yaşamdan kopuyor, diğer yandan da şiddete meyleden insanlar haline geliyorlar.
Çocuklar ve gençler üzerindeki bu olumsuz     etkileri ilgi, sevgi, eğitimle gidermek, azaltmak mümkün olabilir ama ya kendini profesyonel devrimci sanan, kendisiyle bile kavga eden     hastalıklı tipleri ne yapacağız.
Aynı keza muhafazakarlığı, gelişim ve     değişime düşmanlık olarak algılayan ya da     geleneksel değerlerimiz üzerinden siyaset yapmayı milliyetçilik olarak gören bir kesim var.
Sosyal demokrat bir partide milliyetçi     solculuk! Yapmaya çalışan, değişim ve yenilenmeden rahatsız olan ulusalcıların da yolları bu     saydığımız kesimlerle birçok yerde kesişiyor.
Bunların en belirgin ortak yanları, kavga, kaos, şiddet ortamından besleniyor olmaları,     kin ve nefret söylemlerine olan bağımlılıkları.
Aynaya bakıp kendisiyle kavga eden birinin başka insanları sevmesi, barışık olması     beklenemeyeceği gibi onlar Nazım ustanın     dediği gibi umudun da düşmanıdırlar.
Gölgelerinden ve aydınlıktan korktukları için geceleri yaşarlar.
Kalabalıkların ardına sığınıp kahramanlık yapmaya çalışırlar.
Bu davranışları yüzünden giderek toplumdan dışlandıkça da saldırganlaşır, çevrelerine kin ve nefret saçmayı sürdürürler.
Ancak her sabah yeniden doğan güneş, umudun, aydınlığın, sevginin, barışın habercisidir.
Her koşulda barış ve barış yanlıları     kazanacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayhan Ongun Arşivi