Bazıları sonsuz neşeye doğar

Bazıları sonsuz neşeye doğar. Bazıları da sonsuz kedere. Benim için güneş alabildiğine kederli bir güne doğmuştu. Her sabah birbirini tekrar eden kocaman bir kederden ibaretti. Terk edilmiştim. Ah Nilüfer...

Nasıl da terk etmişti beni. Kapalıçarşı da anne babasının elini kaybetmiş küçük çocuklar gibiydim. Telaşla ve aptalca sağa sola koşturuyor veyahut olduğum yerde yıkılıp, unufak oluyordum. Aşk dostlarım; dümdüz eder adamı. Varlığı cennetse yokluğu cehennem. Aşk dostlarım;  yere serer adamı.

Ve serilmiştim. Sereserpe yatağıma uzanmış yeni doğan günün kederi içinde “yine mi” diyordum kendi kendime. Evet koca adam. Kalk aynada bedhah yüzünü seyret. Duş al, dişlerini fırçala, giyin, hazırlan, yiyebilirsen bir şeyler ye ve doğru işeee.

Metrobüste, metroda, otobüste, minibüste, ofiste herhangi bir yerde; terk edilmemiş gibi davranmak ve güçlü durmak ne zordu. Veya da ben çok duygusaldım. Hayır, hayır düpedüz seviyordum işte Nilüfer'i. Üstelik çok seviyordum. 

Beraber yürüdüğümüz yollardan şimdi tek başıma yürüyorum. Birlikte beklediğimiz metrobüsü şimdi tek başıma bekliyorum. Birlikte yemek yediğimiz yerlerde şimdi tek başıma yemek yiyorum. Tanrı'm ne keder.

Üstelik her gün tekrarlıyorum bunu. Her sabah, her sabah ve sonraki sabah daha. “Kaygı nedir?” diye sorarsanız bana; ertesi gündür derdim o yüzden...

Böylesi bitap ve mutsuzlukla sarmalanmış günlerden geçerken; hemen her akşam ucuz birkaç şişe birayla sarhoş olmaya çalışıyor bir süre neşeli görünmeye çalışsam da gecenin sonunda Youtube'dan Müslüm Gürses'in şarkılarını açıyor ve evin içinde “Kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde...” diye böğürüyordum.

Flaş Tv'de; “Tülaaaaaaayyyyy aşkıııhııımmmm nolur evine döön. Bideneeem. Ben sensiz yapamıyoooom. Ühühühühüüü” diye ağlayıp kendinden geçen adam kadar zavallı görünüyordum. Ama neyse ki bu halimi hiçkimse görmüyordu. Hem bakmayın çok da gururlu sayılırdım. Terk ettiği gibi gitmişti Nilüfer ve ben ardı sıra hiç koşmamıştım. Öylece ağır ağır uzaklaşmasını izlemiştim.

Neyse... O keder dolu sabaha uyandığım gün de çok farklı bir şey olmayacak diye düşünüyordum. Kalktım duşa girdim, kahvemi hazırlarken son ses bir Leonard Cohen şarkısıyla doldurdum evi. Ve o esnada telefonumun mesaj sesi “bip bip...”

Kim ki? 
Kesin Türk Telekom, İş Bankası, gazeteden birileri veya işle ilgili bir şeyler. Anaaaa bir baktım ki Nilüfer...
Nasıl yani. Mesaj atmış bana.
“Günaydın Anıl.”
Günaydın Nilüfer dedim.
“Bugün ayın kaçı?” diye sordu. Kaçıydı ki? Bir baktım takvime 22 Ağustos... Bu bizim ilk tanıştığımız tarihti. İlk yan yana geldiğimiz, ilk aşık aşık bakıştığımız ve ilk defa yollarda sarmaş dolaş yürüyüp şarkılar söylediğimiz tarih.
“Evet” yazdım hemen. “22'si. 2 yıl önce bugün çok güzeldi.”
Ben de çok özledim yazmış sonra o günleri...
İşte geri dönüyordu! Ne derler bilirsiniz; at gibi giden, it gibi döner. Yalnız Nilüfer'i ite benzetmek ayıp olurdu. Tanrı'm o ne güzeldi...
Buluşalım dedi.
Olur dedim.
Ve akşamına daha evvel hep beraber gittiğimiz bir bara yerleştik. Ardısıra bira içiyor, el ele göz göze oturuyorduk. 2 ay ayrı kalmak bizi yeterince terbiye etmiş görünüyordu. Gözlerimiz birbirinden ayrılmıyordu ve ellerimizde.
Gece ilerledikçe birbirimizi ne kadar çok özlediğimizi anlatıyor, öylece bakışarak, sadece gözlerimizle sevişiyorduk. Sürüp giden alkolün de verdiği coşkuyla; bizi görenler etrafın alev alacağını zannedebilirdi. O kadar tutkuluyduk ki.
Birden bir el dokundu sırtıma. Nilüfer'le birlikte dönüp baktım. Kızın biri.
“Anıl naber yaaa...”
Anıl naber ya... Kim acaba bu. Şimdi sıçtık işte.
“İyi” dedim bozmadan. Sanki tanıyormuşum gibi. Sıradan bir arkadaşımmış gibi. Çünkü öyle tahmin ediyorum ki sarhoşken takıldığım kadınlardan biri. Kesin yani... Arkadaşımmış gibi davranmam lazım ki Nilü şüphelenmesin.
“Kendine gelmişsin. Baya oldu o geceden sonra görüşmeyeli...” dedi.
Nilüfer atıldı hemen;
“Hangi gece?”
Aman Allah'ım. Hakikaten çölde kutup ayısının tecavüzüne uğrayan bir bedeviden farksızdım. Şansıma bak  yani. Aylardır bu anı bekliyorum ve başıma gelen bak. Adını bilmediğim bir kız; en mutlu anımı darmadağın etmek üzere.
Ben cevapladım Nilü'yü.
“Hangi gece olacak canım. Dertleşmiştik bir kere.” dedim.
Kız da onayladı beni.
“Demek Nilüfer” deyip Nilüfer'i gösterdi. “Barışmanıza çok sevindim. Anıl epey kötüydü. Bir gün burada tek başına içmiş ve sarhoş bir halde oturmuş gizli gizli ağlıyordu. Kendini yalnız hissetmemesi için konuşmuştuk...” dedi.

Ohhh...

Demek ki her zaman çapkınlıkta yapmıyormuşum.

Gitti sonra kız.

Nilüfer'in gözünde; daha da iyi bir sevgiliydim artık. “Yaaa kıyamam ben sana şapsaaall...” falan diyor. Elleri elimde gözleri gözümde.

Kalktık gittik mekandan. Geceyi ardımızda bırakıyorduk ve kederi de. 

Gözümü açtığımda yanı başımda uyuyordu. Başı omzumda.

Ne demiştim?

Bazıları sonsuz neşeye doğar bazıları sonsuz kedere.

Ve ben;

Bugün sonsuz neşeye doğmuştum...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Anıl Boduç Arşivi