Bir yazar, bir kitap Suat Derviş/ Fosforlu Cevriye

Fotoğrafların, insan üzerinde ne kadar etkiliği olduğunu bilirsiniz. İşte bu kitabı okuduğum günden beri ne zaman kız kulesi fotoğrafı görsem aklıma Fosforlu Cevriye gelir.

Fosforlu Cevriye ile ilgili bilginiz sadece izlediğiniz filmlerden ibaret ise hepsini unutun.

***

Suat Derviş’in 1944-1945 yıllarında gazetede yayınlanmış bir hikayesi olan Fosforlu Cevriye 1960’lı yıllarından sonra değişik tarihlerde defalarca sinemaya uyarlanmış. Ancak çekilen hiç bir filmin senaryosu kitabın aslına göre yapılamamış.

Çatlak Marika, Meyhaneci Barba, Kosti, Sümbül Dudu, Kahveci Mavro, Tatavla Gülü, Elonikos, ve izbe sokakların, mezarlıların, surların en cazip kızı Cevriye. Nam-ı diğer Fosforlu Cevriye...

***

Moriya da Fosforlu

Onu bir yıldız doğurmuştu. Doğurmuş ve o çok sevdiği denize bırakmıştı. Bütün çocukluğu köprü altında, üstünde, galata da geçmiş. “Herkesin bir yıldızı varmış, o yıldız düştüğünde de biri ölürmüş. Acaba benim yıldızım hangisi?” hangisi diye sorardı bazen. Annesini hiç hatırlamıyor.

Bir adam hatırlıyor sadece.

Elinden tutan, ona bazen sıcak kestane alan, geceleri paltosu ile üşümesin diye üzerini örten bir adam. Sonra yine bir hatıra geliyor aklına. Ölmüş bir adam var. Dubaların üzerinde yatıyor. Başka çocuklar da var civarda, fakat onlar kendisi gibi ağlamıyor. Bu adam onun babası mıydı acaba?

***

Fosforlu Cevriye’nin yeri yurdu yok. O bir sokak işçisi. “İstanbul bu be abi. Mangizsiz adım atılmaz. Lüks memleket” diyordu. Saf, mert bir kadın. Kessen sır vermez, kimseyi satmaz...

Kitapta farklı sınıflardan karakterde yer verilirken, toplumun ikiyüzlülüğüne de vurgu yapıyor yazar.

Örneğin ; Hacı ağa. Aşağı yukarı 40 yaşlarında. Ağabeyi ölünce onun karısı ile evlenmiş. Kadın yirmi yaşındaymış, kendisi de o sıralarda onbeş yaşında. Daha sonra kadını yaşlı buluyor ve her şeyi dışarılarda aramaya başlıyor.

Diğer karakterlerden biri, Kumru Fatoş. Evlatık alınmış bir kız ama evde eziyet görmüş. Yakınlarındaki bir apartmanın kapıcısına aşık olmuş ve kaçmış. Ertesi gün apartman sakinleri durumu anladığında kapıcıyı işinden atmaya kalkmışlar. İşinden olacak korkusuyla kapıcı Fatoş’u göndermek zorunda kalmış. Evine geri dönemeyen Fatoş, Beyazıt Yangın Kulesinden kendini aşağı bırakarak yaşamına son vermiş.

***

Fosforlu’nun kalbini çalan adam

Onu bir sonbahar akşamı tanımıştı. Altı hafta hastanede kalıp, yeni çıktığı gün. Yorgun, zayıf, parasızdı. Elindeki son parayı, tramvaya verince meteliği kalmamıştı. Tanıdığı birini arayacak ve ödünç para isteyecekti. Onu bulamadı ve dönüş parası olmadığından geride dönemedi. Deniz kenarında bir sandalın içine attı kendini ve boylu boyunca uzandı. Uykuya daldı. Bir süre sonra birinin sarsmasıyla uyandı.

“Kimsiniz, burada ne işiniz var?”diye sordu adam.

“Hastaneden yeni çıktım, izin ver kalayım burada” diye cevapladı.

“Haydi kalkın başka yerde uyuyun.”

Cevriye ayağa kalktı ama halsizlikten birden adamın kollarında kendinden geçiverdi.

***

Adam, Cevriye’yi orada bırakamadı, üzerine paltosunu örttü ve eve götürdü. Cevriye o paltoyu hiç unutmayacaktı. Ona sadece babası diye tahmin ettiği adam paltosunu örtmüştü. Burası Necatibey sokağında bir hanın en üst katında yer alan gizli bir odaydı. Çatıları yatık bir tavan arası odası. Kapsında ve pencerinde kalın perdeler vardı.

35 yaşlarında, kıvırcık saçlı, yeşil gözlüydü. İlk defa ona biri ”siz” diye hitap etmişti. Ona sürtükmüş gibi değil de, normal evlerde büyümüş bir kadın gibi hissettirmişti. Ondan hiç bir şey talep etmedi. O, hiç bir menfaat beklemeden odasında misafir eden tek erkek olarak sadece Barba’yı tanımıştı.

***

Her akşam eve içinde ne olduğunu bilmediği paketlerle geliyordu. Cevriye onun polisten kaçtığını anlıyordu ama bu kadar iyi bir adamın ne suçu olabileceğini merak ediyordu.

Sonunda iyileşip bu gizli evden ayrılma zamanı geldi. Burada geçirdiği yedi gün hayatının en mesut anları olarak aklında kalacaktı. “Artık buraya gelmenizi istemiyorum” dedi adam. Cevriye oradan ayrıldı ancak, aklı hep ondaydı. Gelme denmesine rağmen her fırsatta gizli gizli, kimseye görünmeden gitmeye devam etti.

Çocukluğundan beri; dilenci çocuk, köprüaltı çocuğu, sokak süprüntüsü, fahişe, sürtük olarak isimlendirilirdi. Bu adamın yanında ilk defa utanmayı, sevmeyi keşfediyordu. Bağlanıyordu bu adını hiç öğrenemeyeceği adama.

Neşeli, cıvıl cıvıl Cevriye’den eser kalmamıştı. Siyah gözlerine hüzün çökmüştü. Onu aklından çıkaramıyordu. “Neyin var?” diye sorduklarında; “Ben de kara sevda var” diyordu. Onu herkese anlatmak istiyor ama anlatamıyordu.

***

Bir akşam arkadaşından gelen haber üzerine, adam telaşlanarak paltosunu üzerine geçirdi. Cevriye anlamıştı, mutlaka izini bulmuşlardı.

Neden kaçıyordu?

O, bir idam mahkumuydu!

***

Ne yazık ki Cevriye uzun bir süre o eve gidemedi. Çopur Veli tarafından tutması için kucağına bir paket bırakılmış ve ne olduğunu anlamadan polislere yakalanmıştı. “Kimin bıraktığını bilmiyorum, tanımıyorum” dese de polisleri ikna edemedi. Veli’nin ismini polise veremezdi, bu onun mertliğine yakışmazdı. Bir sene kodes, iki yıl da Bolu’da sürgün cezası aldı. Ceza umurunda değildi, sadece onun hayatta olup olmadığını merak ediyordu.

Karakolda ayna vardı. Bileklerinde de iki kelepçe dövmesi...

***

Bolu’da sürgüne gönderildiği yerden kaçmayı başaran Cevriye’nin ilk işi, onun arkadaşı Kerim’i bulmak olur. “O nerede?” diye sorar. Yakalanmış fakat kimliği tespit edilmemiştir daha. Onu kurtarmak için ne yapabileceklerini düşünürler.

Kerim; “Onu kurtarmak için, kimliğinin tespit edilmemesi lazım. Bazı paketlerin denize atılması lazım. Bana yardım edermisin Cevriye?” diye sorar. Fosforlu o kadar seviyordur ki, onun için ölmeye, ömrünü bile ona vermeye razıdır. Planı yaparlar. Akşam belirledikleri yerde sandala binecekler, paketleri denizin en derin noktası olan kız kulesinin önünden denize atacaklardır.

***

Şubat ayı olmasına rağmen ılık bir akşamdı. Yalancı bahar havası. Cevriye paketleri aldı. Ağırdı. Fındıklı sahilinde bekleyen sandala önce Cevriye binecek, Kerim’i bekleyecekti. Sonra denize açılacaklar, fakat ikisi de farklı taraflara gideceklerdi.

Sandala doğru yürürken bekçi ile karşılaştı Cevriye. Panikledi. Elindeki paketlerle koşmaya başladı. Bekçinin koşar adım, giderek yaklaşan seslerini duyuyordu. Kerimi beklemeden sandala atladı ve kürekleri çekmeye başladı.

***

Galata’da iki koluna kelepçe dövmesi yaptırmıştı. Onlara baktıkça sevdiğinin kelepçeli olduğunu hatırlamak ve onun mahpusluğunu paylaşıp azap çekmek için.

Şimdi kürekleri çekerken, bileklerindeki damgalar iki sahici kelepçe gibi ağır geliyordu. Akıntıya kapılmış gibiydi, kürekler her dakika daha da ağırlaşıyordu.

Projektörler denizi taramaya başlamıştı. Cevriye şimdi ışıklar içindeydi. Denizin üzerinde sesler gider yaklaşıyordu. Birden ayağa kalktı ve paketi kavrayıp denize attı. O sırada dengesini kaybetti, sandalın kenarına başını çarpıp bayıldı.

Cevriye denize gömülürken bir yıldız düşüp parçalanmış gibi, yakamozdan pırıl pırıl parlıyordu deniz.

“Karakolda ayna var / Kız kolunda damga var / Gözlerinden bellidir Cevriyem / Sende kara sevda var.”

***

Sevgiyle kalın

Suat Derviş Kimdir?(1903-1972)

Ülkemizde fazla tanınmamış, sanki unutturulmaya çalışılmış bir yazar. Sanırım bunda siyasi duruşunun ve kadın kimliğinin etkisi var. Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Attila İlhan, Orhan Kemal gibi isimlerle dergilerde çalışmış olmasına rağmen, onlar kadar bilinirliği olmamış.

***

Gerçek adı, Hatice Saadet Baraner olan yazar, 1903 yılında Moda semtinde doğdu. Varlıklı bir ailenin kızıydı. Çocukluğunda evde eğitim alarak Almanca ve Fransızca öğrenmişti. Nazım Hikmet’in tek taraflı aşkıdır.

Ancak, kaynaklardan anlaşılacağı üzere Suat Derviş’in yazarlığa adım atmasını sağlayan da Nazım’ın ta kendisidir.

1920 yılında Nazım Hikmet "Gölgesi" adlı şiiri ona ithafen yazmıştır. “Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını / Bir kere eğemedim bu kadının başını” dizeleri geçer şiirde.

***

Yurt dışına giden ilk kadın gazeteci ünvanının sahibidir. Çalıştığı gazetede kadın sorunları ve dış siyaset ile ilgili haberler yaptı. Sovyetler Birliğine yaptığı gezi düşüncelerini etkilemişti. Dönüşte yaptığı röportaj dizisi ile “kıpkızıl komunist” olarak damgalandı ve gazeteden ayrılmak zorunda kaldı. Bundan sonra toplumcu edebiyata yönelecekti.

***

"Niçin Sovyetler Birliğinin Dostuyum?" adlı incelemesinin 1944’te yayımlanmasından sonra hiç bir yerde iş bulamadı. Takma isimlerle yazılarını yazmaya başladı. 1968 yılında eşini kaybetti. Devrimci Kadınlar Birliğinin kuruluşunda görev aldı.

Faşizmin karşısında durdu.

Sürekli göz altında tutulan Şişli’deki evini devrimci gençlere açıp onları gizledi. 1971 yılında evi basıldı ve birçok solcuyu evinde sakladığı ortaya çıkınca tutuklandı. Deniz Gezmiş’in de bu evde bu evde misafir edildiği biliniyor.

Fosforlu Cevriye’yi Gülriz Sururi’ye ithaf etmişti. Gülriz Sururi yıllar sonra bu eseri müzikal olarak oynayıp ona borcunu ödeyecekti. (Kaynaklar; vikipedi)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi