Coronavirüs hem ekonomiyi hem insanı öldürüyor

Her gün salgın hastalığın seyrine ilişkin yeni bilgiler alıyoruz. Gelen ölüm haberlerine üzülüyoruz. Sorunun ekonomik boyutuna ilişkin endişelerimiz artıyor. Ayrıca, tarımsal üretimin sekteye uğramasıyla, gıda tedarik zincirinde kopmalar olacağını söylüyor uzmanlar. Kimi yorumcular, açlık tehlikesinden bahsediyor. Bunun yanında Corona virüs ile ilgili her gün açıklanan rakamlar konusunda hala bir uzlaşı ortada görünmüyor. Sağlık ordusu çalışanlarının meslek odaları bu konularda uyarılarda bulunmaya devam ediyor. Ben vaka ve ölüm sayılarının gizlenmesi yada eksik gösterilmesi iddialarına temkinli yaklaşanlardanım. Ancak bazı iddialara da gerekli yanıtların verilmediğini savsaklandığını izliyorum.
 

Ölüm oranı korkutuyor
Corona virüs mücadelesine devam eden ülkemizde Sağlık Bakanı Koca, tedbirlere ve izolasyona uyulursa 8 hafta sonunda bir normalleşme olabileceğinden söz etti.Bu nasıl olacak önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak elimizdeki veriler resmi açıklamalardan söz ediyorum. Bir iyileşmeden çok maalesef bir ağır kötüleşme tablosunun alarmını veriyor diyerek öngörümü paylaşmak isterim. Buna dayanak olması bakımından 10-17 Nisan günlü Bakanlık Corona virüs mücadelesi bilgilerini bir anımsayalım. 10 Nisan günü Test sayısı 307.210. Aynı sayı 17 Nisan günü 558.413 yani yüzde 70e varan bir artış söz konusu sahaya hakim olmanın bir göstergesi diyelim yeterli mi asla.. Gelelim vaka sayısına bu önemli çünkü 10 Nisan günü 47.029 iken 17 Nisanda bu sayı 78.546 ya yükseldi. Bu yüzde 80 lere dayanan ciddi bir oran ve ağırlaşmayı gösteren bir tablo olarak önümüze çıkıyor.
Yine geçen hafta 1.006 olan ölü sayımız bir haftada yüzde 76.9 artış göstererek 1769 olarak gerçekleşti. Mortalite (Ölüm) oranlarında sıkıntı var. Zaten CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker'de ölüm sayılarına dikkat çekerek bir soru önergesini TBMM Başkanlığına verdi. Op.Dr. Şeker “İstanbul genelinde vefat sayılarında 2020 yılında dikkat çekici bir artış yaşandı. Bu artışın sebeplerinin kamuoyuna şeffaf bir şekilde açıklanması gerekir” dedi.  Ali Şeker "7 Nisan 2020 tarihli resmi verilere göre ülkemizde 74.193 vaka ve 1643 vefat kayıtlara geçirilmiştir. Bu vakaların ve vefatların büyük bir kısmının da İstanbul'da olduğu bilinmektedir." diye konuştu.
 

"2019 yılına göre 2483 artış"
Dr. Ali Şeker “İstanbul’da 10 Mart-15 Nisan tarihleri arasında 2019 yılında 7.694 kişi vefat etmişken, 2020 yılında aynı tarihler arasında 10.177 kişi vefat etmiş ve ölüm sayıları arasında 2483 artış olmuştur. Son aylarda sosyal izolasyon önlemleri nedeniyle iş kazası, trafik kazası, asayiş, cinayet vakaları nedeniyle ölümlerin azaldığı da göz önüne alındığında toplam ölüm sayılarındaki bu ciddi artışın nedenleri açıklanmalıdır." çağrısında bulundu. Haklıdır herkes bu noktayı öğrenmek istiyor.
 

Yoğun bakım ve iyileşme
Yine bir haftalık sayısal verilere dönersek Geçen hafta 1.667 olan yoğun bakım sayısı 1.845 e yükselmiş. Görece olarak az bir oran. Entübe dediğimiz yoğun bakımın son aşaması yaşam destek ünitesine bağlı 1.062 kiş iken bu hafta sayı 1.014 e düşmüş. Yani stabil. Vaka sayıaları da neredeyse birbirine yakın ama maalesef 5 bini zorluyor. Günlük ölüm sayısı da geçen hafta 98 iken bu hafta 126 ya yükseldi.Sevindiren gelişme filyasyon ile iyeleşme sayısının bitr haftada 5 e katlanması oldu. Geçen hafta 10 Nisan günü 281 iyileşen var iken bur hafta 17 Nisan da 1542 olarak gerçekleşti. Hepimiz biran önce bu sıkıntılın günleri atlatmak istiyoruz. Ve ben ne kafdar sıkı önlem alınır ise çözüme daha rahat ulaşılacağına inanıyorum. Devletin gücü ülke genelinde bi sürlei karantinayı göğüslemeye yetmiyor bu anlaşıldı. Ama buna gelinceye kadar başka önlemler alınmasını isteyenlerdenim.
 

Ekonomide büyük sıkıntı var
Corona virüsünb bir diğer ölümcül etkisi olarak ülkemizde de ekonomi küçülüyor. İşsizlik artıyor. Yoksulluk derinleşiyor ve yaygınlaşıyor. Tüketim azalıyor. Otomotivden beyaz eşyaya, turizmden tekstile dek yüzlerce sektörde yaşanan daralma, insanların işini, aşını, sosyal hayatını, psikolojisini etkiliyor. Devletin giderleri yükseliyor. Gelirleri düşüyor. Pek çok iktisatçıya göre, salgın hastalığın öne çektiği ekonomik krizin boyutları, şimdiden 2008’deki küresel krizi geçti. Bu şartlarda, dışarıdan kaynak bulmak zorlaşacak. Bulunduğunda da çok ağır mali ve siyasi sonuçları olacak.
Peki, ne yapmalı? Son yıllarda sıklıkla tartışılan, salgın hastalıkla birlikte Batı’daki pek çok ülkede devreye sokulan doğrudan gelir desteğini mi gündeme almalı?
Bu sorunun yanıtı sadece kaynak olup olmamasına bağlı değil. Kaynakların öncelikle hangi sınıflar için, toplumun hangi kesimleri için kullanılacağına da bağlı. Yani salt ekonomik değil, ideolojik. Kimden, ne kadar vergi alınacağı sorusu gibi, fazlasıyla ideolojik hem de. Bu koşullarda devlet, emekçinin, esnafın, işçinin, memurun, çiftçinin, köylünün banka hesabına para mı yatıracak? Yoksa devlet ihalelerinden zengin olmuş, sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen müteahhitlere ödeme yapmayı mı sürdürecek? Yineleyelim, sorunun yanıtı ideolojik.
 

Kamu müdahalesi ve liberaller
Şunu unutmayalım. Her devlet yardımı, her kamu müdahalesi; ille de katı devletçi ekonomi politikalarının izlendiği anlamına gelmez. Ayrıca her devletçi ekonomi politikası da, sosyalizm demek değildir. Hatta pek çok devlet yardımı, pek çok devlet müdahalesi, kapitalist düzeni yaşatmak adına yapılır. İktisadi buhran dönemlerinde bu tür uygulamalar daha çok öne çıkar. Kapitalizmde, büyük sermaye çevrelerinin, dev ölçekli tekellerin hâkimiyeti ve belirleyiciliği esastır çünkü. Sıklıkla vurguladığımız üzere, kârlar özelleştirilir, zararlar kamulaştırılır.
Liberal, neo-liberal ekonomi politikalarını savunanlar, özelleştirmenin yararlarını anlatanlar, serbest pazar ekonomisinin erdemlerinden bahsedenler, şunları söylerler: Büyük sermayenin sırtındaki vergi yükü azaltılsın. Gümrük duvarları indirilsin. Devlet ekonomiden elini çeksin. Fakat dillendirdikleri bu program hep ekonomik krizlerin bedelini halka ödetir. Acı reçeteyi emekçilere içirtir. Orta sınıfları yoksullaştırır. Yoksulları daha çok ezer. Latin Amerika’da da böyle olmuştur, Türkiye’de de. Fransa’da da böyle olmuştur, İngiltere’de de.
Mesele şudur: Ekonomik bağımlılık, siyasal bağımlılık demektir. Türkiye de; dış borcu yüksek, dış kaynak gereksinimi büyük, ödediği dış borç faizi fazla olan bir ülkedir. Yapılması gereken; hem kaynağın kimden alınıp, öncelikle kimin için kullanılacağını doğru saptamak hem de kaynağı verimli, etkin kullanmaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi