Çözüme odaklanmak gerek

Toplum olarak en büyük hatalarımızdan biri; sorunların çözümü deyince, var olan sorunları farklı sıralamayla ya da farklı biçimde     aktarmak olarak anlıyoruz.
Siyasi partilerde ve siyasi çalışmalarda bu durum çok daha net olarak ortaya çıkıyor.
Ülkeyi yönetmeye talip muhalefet partilerine     bakıyorsunuz, ülke sorunlarını çok iyi sıralıyorlar. Tek ayrıştıkları nokta, hangi sorunun daha öncelikli ya da önemli olduğuna ilişkin oluyor.
Bu sorunların nasıl, hangi yöntemle çözüleceğine ilişkin somut öneriler yerine yeniden ve yeniden aynı sorunları sıralamakla meşguller.
İçinde bulunduğumuz küresel dünyada Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak, ekonomik ve siyasal alanda güçsüzleştirmek isteyen uluslararası güçlerle nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda bir çözümleme ne yazık ki ortaya konmadığı gibi, sorunun kendisi yerine, sorunu yaratanla ilgilenmek daha cazip geliyor.
Doğrudur, bugün yaşadığımız sıkıntıların, sorunların büyük bölümü AK Parti iktidarı döneminde     oluşmuştur.
 Uygulanan politikaların birçoğu geri tepmiş,     stratejik ortak diye bildiklerimiz şimdi bize düşman konumuna gelmişlerdir.
Peki! Bu durumu bu şekilde tespit edip, her fırsatta tekrarlamak, sorunun çözümüne ne gibi bir katkı     sağlıyor?
Aynı keza, ana muhalefet partisi CHP de yaşanan seçimli olağanüstü kurultay talebine ilişkin imza krizi karşısında, Kılıçdaroğlu ve ekibinin ne gibi bir çözüm önerisi oldu?
En son yapılan MYK değişikliği operasyonunu bu krize karşı bir çözümmüş gibi sunanlar; sanmasınlar ki, tabanı kandırdılar. Olsa olsa kendilerini kandırmış olurlar.
CHP de yaşanan sorunları; yalnızca bir genel başkan sorunuymuş gibi sunmaya çalışanlar, bu partiye gönül vermiş insanları Kemal Kılıçdaroğlu-Muharrem İnce ikilemine hapsetmek isteyenler, yanılıyorlar.
Hiçbir çıkar gözetmeden, kişisel hırs ve beklenti içine girmeden, salt bu güzel ülkede hayatını istediği gibi yaşamak, çocuklarını iyi bir eğitimle geleceğe hazırlamak için çağdaş bir ülkede insanca, onurlu bir    yaşamın mücadelesini veren, demokrasi, özgürlük dışında bir derdi olmayan, barış sevdalısı, vicdan sahibi yurttaşların umudunu tüketmeye, ne Kılıçdaroğlu’nun, ne Muharrem İnce’nin ne de çevrelerindeki siyaset     bezirganlarının hakkı yoktur.
Her toplantıda Adalet türküleri söyleyenler, kendi partileri içinde adaleti sağlayamıyor, demokratik     çözümler üretemiyorlarsa hiçbir talepleri halktan     karşılık bulmaz.
CHP 1977 den bu yana tüm seçimlerde başarısız olmuş ama her başarısızlıktan bir başarı öyküsü çıkarmayı marifet saymış yöneticiler, bizlerin de buna     inanmasını beklemişlerdir.
Her seferinde yeni bir umutla, nafile bir çabayla partisini destekleyen iyi niyetli kadrolar, her seçimde yeniden duvara toslamış, hep birilerinin gelip partiyi kurtarmasını beklemişlerdir.
Oysa kurtarılması gereken partide, önce bizi     kurtarmasını beklediklerimizden kurtulmak gerekiyor.
Aksi halde kaçırılan kızı, bu kez; serserinin elinden kurtaran kovboydan kurtaramıyoruz.
Sorun, Cumhuriyetle yaşıt bir köklü partinin hala kendi kitlesini yaratamamış olması, kendi siyaset     alanını, siyasi bağlaşıklarını belirleyememiş olmasıdır. O yüzdendir ki hep rakiplerinin minderinde ve üstelik yanlış taktiklerle güreş tutmuş ve sırtı yerden     kalkmamıştır.
Kurultaylar yalnızca parti içi iktidara yönelik seçim gündemli yapılırken, bugün seçimden kaçmanın hiçbir haklı izahı olamaz.
Yarın tüzük kurultayı için imzalar toplanır, diğer antidemokratik kurallar gibi tüzükte var olan yarıdan bir fazla kuralı değiştirilir, olağanüstü seçimli kurultay yapmanın önündeki engeller kaldırılırsa ne olacak?
Genel Başkan değişiminin kesin çözüm olmadığını bilsek de, partide yeniden bir heyecan yaratmak, umutları tazelemek adına da olsa kurultayı toplamak varken, çevresindeki asalakların statülerini korumalarına imkan yaratayım derken, ezici bir çoğunlukla kaybedilen bir genel başkanlık; Kılıçdaroğlu’nun siyasi sonu olacağı gibi, partide de önemli çalkalanmalara neden olacaktır.
Son seçimlerde yaptığı kimi stratejik hamleler,         siyaset tarihinde unutulmayacak kimi uygulamalar ve iyi niyetli çıkışların sahibi Kılıçdaroğlu, onurlu bir geri çekilmeyi fazlaca hak ediyordu.
Ancak çevresindeki ihtiras sahibi kimi siyaset     baronları kendi kişisel beklentileri uğruna ona bunu bile çok gördüler.
Siyasi etiği, kamu vicdanını bir yana bırakıp, basit matematik hesaplarıyla, basiretsizliklerini, başarısızlıklarını gizlemeye çalışan köhnemiş siyasetçiler yüzünden ne yazık ki artık yolun sonu göründü.Bakalım, bundan sonra; serserinin elinden kızı kurtaran     kovboydan, başına bir hal gelmeden kızı nasıl     kurtarabileceğiz.
Bir önceki yazımda da kısaca değinmeye çalıştığım gibi, Türkiye de gerçek anlamda demokrasinin     yerleşmesi, özgürlük ve barış içinde bir arada, eşit yurttaşlar olarak yaşayabilmenin yolu, demokratik halk iktidarından geçiyor.
Hiç kimse ya da kurum tek başına bu ülkede     devletin, cumhuriyetin sahibi değildir. Bu güzel ülke; bu coğrafyada yaşayan farklı din, dil ve kültürlerden oluşmuş yurttaşların ortak yurdudur. Devlete sahip     çıkmak da, cumhuriyeti yaşatmak ve demokrasiyi     kurmak da birlikte başaracağımız bir görevdir.
Hiç kimse ya da kurum kendisini ayrıcalıklı,     diğerlerinden üstün görme hakkına sahip değildir.
Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi yaşamayanları öteki olarak gören, aşağılayan yok sayan ve hatta gücü yettiğinde yok etmeye çalışanlara karşı bu     ülkenin eşit yurttaşları olarak bizler; emekten,     demokrasiden barıştan yana olanlar, zulme ve     zalime karşı birlikte mücadele etmek zorundayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayhan Ongun Arşivi