Delilik mevsimi

Edirne, İkinci Bayezid Sağlık Müzesi gezisinin ikinci bölümüne bir aşk hikayesi ile başlıyoruz. Ahmet Kutsi Tecer tarafından yazılmış sarmaşıkla, ağacın hikayesini okuyunca hislenmemek elde değil...

Burada, bu eski Darüşşifa’da birbirine âşık iki genç varmış. Kızın bulunduğu yer loş bir oda,
oğlanın kaldığı yer daha darmış. Her sabah avluda buluşurlarmış, doluncaya kadar bir kum saati. Kızın etrafını periler sarmış, oğlanın altında bir sihir atı. Nihayet bir
gelmiş, sıhhati düzelmiş bu iki lı gencin. Bir anda kaybolmuş hayatın tadı. Meğer saadetmiş bu onlar için. Son defa yan yana gelmiş ikisi, and içmiş bir daha ayrılmamaya...

Kandırıp bu iki âşık herkesi, yeniden girmişler Darüşşifa’ya. En sonda acımış onlara Hızır. Yaptığı bir iksir varmış kendinin. Uyuduğu Başhekim, Nazır ilacına katmış her ikisinin. İçince iksirden bu iki âşık, dünyası değişmiş her iki canın. Kız bir ağaç olmuş, oğlan sarmaşık ıssız bahçesinde Darüşşifa’nın.”

***

Evliya Çelebi darüşşifadaki akıl hastaları için notlarında şu cümlelere yer vermiş;

Darüşşifanın odaları çeşitli hastalıklara tutulmuş zenginler, fakirler, yaşlılar ve gençlerle doludur. Hastalar kışın ateşler yakılarak ısıtılmış odalarda yumuşak döşekler ve yorganlarla ipek yuvarlak yastıklara dayanıp inlerler. Bazı odalarda delilik mevsimi olan ilkbaharda Edirne’nin aşk deryasına düşmüş sevdalı aşıklar çağıdır. Bunlar hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilirler. Aslan gibi kükreyerek yatarlar. Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası sözler ederler. Bu kısımda büyük kubbenin etrafında olan çiçek bahçesindeki kuşları dinleyip delilere mahsus ölçüsüz ve perdesiz yüksek seslerle ferhad ederler.

Özellikle bahar mevsiminde Edirne’nin dilberleri bimarhaneye gelip divaneleri seyrederler. O dilberleri gören bu hakir Evliya’nın deli olası geldi. O derece güzel kızları vardır. Eski hekimlere göre, güzel yüz, güzel ses, saz sesi ve güzel söz insanın içini açıp gamını dağıtır.”

***

Bulaşıcı hastalıklar, insanlığın varoluşundan bu yana var...

Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid 19 adlı virüsün bulaşılıcığı, sürekli değişen varyantları ile halen devam etmekte. Fakat ne kadar şanslıyız ki, virüsün çıkışı henüz bir yılını doldurmadan aşı bulundu ve herkes aşılanmaya başladı.

***

Mesela, çiçek hastalığına aşı arayışları çok uzun yıllarca devam etmiş. İşte o yıllarda bu hastalığa çare olacak aşı Edirne’den dünyaya yayılmış.

Apse ile aşılıyorlarmış

Müzeden edindiğim bilgilere göre; Kafkasya’da çerkezler güzellikleri bozulmasın diye kız çocuklarını altı aylıkken başka bir çocuktan aldıkları apse ile aşılıyorlarmış. Bu yöntem Selçuklularla Ön Asya’ya gelmiş ve Osmanlı Devletine geçmiş.

Türk usulü çiçek aşısı adı ile tanınan ve Selanik, Filibe, Edirne ve İstanbul’da yapıldığı bilinen bu aşı, ilk olarak Dr. Emanuel Timonius’un İskoç kralı Karl’a gönderdiği raporda tanımlanmış.

***

O dönemlerde çinliler, 11.yüzyılda çiçek kabarcıklarının kabuklarını burun deliklerine yerleştirerek aşılama yapıyormuş.

Afrika’da bazı kabileler de çiçek kabarcıklarından aldıkları sıvıyı cilde bulaştırarak çare aramışlar.

Hindistan’da da çiçek çıkaranların kabarcıklarından alınan irinin, kesi yapılarak sağlam kişilere aşılama yöntemi denenmiş.

***

Bu aşı yöntemini Edirne’de gören Lady Mary W.Montagu, 1717 yılında Edirne’den, İngiltere’deki arkadaşı Sarah Chiswell’e yazdığı mektupta aşının nasıl yapıldığını anlatmış;

Biz de yaygın olan bu zalim çiçek hastalığı, burada aşı dedikleri bir usulle zararsız hale getirilmiş. Sonbaharda birkaç aile, aşılığı sanat edinmiş bir yaşlı kadını çağırıyor. Aşıcı kadın iğne ile çizdiği yere ceviz kabuğundaki çiçek cerahatini koyup, küçük yarayı ceviz kabuğu parçasıyla sarıyor. Sekiz gün sonra ateşlenen çocukların yüzlerinde az sayıda kabarcık çıkıyor. Fakat bunlar iz bırakmıyor. Herhangi bir kimsenin bu aşıdan öldüğüne dair bir örnek yoktur. Aşının yararından o kadar eminim ki küçük oğlumu aşılatmak niyetindeyim.” diyerek beş yaşındaki oğlunu aşılatmış. Bu sıralarda Londra’da çiçek salgını büyüyünce dört yaşında olan kızını da aşılatmış.

Bu mektup, aşı yapımına ilişkin en eski belge olarak kayıtlara geçmiş.

***

edirne

1721 yılında da aşının güvenilirliğini kontrol için Nevgate Hapishanesinden altı ölüm mahkumuna Türk usulü çiçek aşısı yapmışlar. Aşılanan mahkumlara bir şey olmayınca kraliyet ailesi, seçkinler ve pek çok politikacı çocuklarını aşılatmaya başlamış. Bundan sonrasında da, Türk usülü çiçek aşısı Avrupa’ya yayılmaya başlamış.

Edward Jenner inekten insana çiçek aşısını keşfedinceye kadar Türk usulü aşı bu hastalığa karşı insanlığın tek umudu olmuş.

***

Sonraki yıllarda Dr. Rıfat Osman, Edirne’de çiçek aşısının kadınlar hamamında yapıldığını bildirmiştir. Aşı yapılacağı gün hamam duvarları güllerle süslenirdi. Yemekler yenir, şerbetler içilir, hanendeler şarkılar söylerdi. Sonra çiçekçi kadın bir incir yaprağına koyduğu aşı ile gelir aşı yapar, aşı yerinin üzerine gül suyu ile ıslatılmış gül yaprağı koyardı. Bu sırada genç kızlar şarkılar söylerdi. Osmanlılar daha sonraları çiçek aşısı için kalemler yapmıştır. Fildişi kalemlerin ucu ile çizilen deriye kalemin içindeki aşı maddesi sürülmek suretiyle çiçek aşısı yapılırdı.

***

edirne

Müzik her dönem önemli

Müziğin her dönemde hayatımızda önemli yer ettiği muhakkak. Eskiden hastalıkların tedavisinde de ciddi anlamda müzikten faydalanılmış.

Bimarhanenin şifahane bölümünde bulunan sofalardan biri müzikli tedaviye ayrılmıştı. Burada hastalara deva, dertlere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def-i sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende tayin edilmiş. Bunlar haftanın üç kez gelerek hastalara ve delilere musiki fasıl ederlermiş. Müziğin şifa verdiğini şöyle ifade etmişler ve musiki ilminde neva, rast, dügah, segah, çargah, suzinak makamlarının huzur verdiğine dikkat çekmişler. “Zergüle makamı ile buselik makamında rast karar kılsa insana hayat verir. Bütün saz ve makamlarda ruha gıda vardır.” denilmiş.

Farabi’ye göre musiki makamlarının insan ruhuna etkileri ise şu şekilde guruplandırılmış;

Rast Makamı; Neşe ve huzur duygusu / Rehavi Makamı; Sonsuzluk düşüncesi / Küçek Makamı; Hüzün, elem, keder duygusu / Büzürg; Korku duygusu / İsfehan; Güven duygusu / Uşşak; Gülme isteği / Zirgüle; Uyku getirir / Saba; Cesaret ve kuvvet / Buselik; Güç ve kuvvet / Hüseyni; Sakinlik ve rahatlık / Hicaz; Alçak gönüllülük

***

Estetik ameliyatlarının hayatımıza yakın dönemde girdiğini düşünüyoruz. Meğerse tıbbın henüz gelişmemiş olduğu zamanlarda bile yapıldığını öğreniyoruz.

Örneğin; Erkeklerde göğüs küçültme ameliyatının nasıl yapıldığı şöyle anlatılmış;

Bazı erkeklerin göğüsleri etli ve şişkin olur. Her kim görse iğrenir. Onu uzunlamasına hilal biçiminde kesip, derisini yüzesin. İçindeki yağı çıkarıp, içine et birleştirici devalar koyasın ve iki yakasını birleştirip dikesin.”

***

15.yüzyılda kadın hastalıkları “kaabile, mami” adıyla anılan ebeler ile tabibeler yani kadın hekimler tarafından tedavi edilirdi. Doğumlar evlere çağrılan usta-çırak eğitiyle yetişmiş ebeler tarafından yaptırılırdı.

Bebek anne karnında ölürse, anne bir tahtaya bağlanır, ebe vajinaya ilaçlı sular döküp ölü fetüsün pozisyonunu kontrol eder ve uygun aletle çıkarılırdı. Doğumda plasenta içerde kalırsa mihbar kullanılırdı. Vajinaya ilaçlı su buhatrı göndermek için çömlek ve kamışla basit bir düzenerek hazırlanırdı. Çömlekte bir cins nane, sedef otu, papatya, kantaron gibi açıcı ilaçlar kaynatılır, çömlek kapağının deliği ile rahim arasına yerleştirilen kamışla ilaçlı su buharı rahime giderdi.

***

Hasta rıza onamı alınmasının meğerse çok eskilere dayandığını da bu müze gezisinde öğreniyoruz.

Edirne, İkinci Bayezid Darüşşifası hastalara rıza senedi imzalatan ilk hastanedir. Cerrahlık yapan Deniz bin Gazi öldükten sonra, eşi Saliha Hatun ondan öğrendikleri ile cerrahlık yapmaya başlamış. Genellikle kasık fıtığı ameliyatlarına ait rıza senetleri, ameliyat olan hastanın sakat kaldığında veya vefat ettiğinde kendisinin veya akrabalarının dava açmasını önlemek için alınıyormuş.

Hasta onamı örneği şu şekilde yazılıyormuş; “Rumeli Vilayeti Ra’vi kazası köyü sakinlerinden İstemad, Üsküdar Mahalle-i Cedid sakinlerinden Küpeli Kızı Saliha Hatun isimli kıbti kadın huzurunda şunları söyledi, “Uzun zamndır fıtık zahmetine müptelayım. Şiddetle tedaviye ihtiyacım olduğundan Saliha Hatun’u tedavimi yapması için 800 akçe ücretle kiraladım. 500 akçesini peşin olarak teslim edip 300 akçesi zimmetimde adı geçen hatuna borcumdur. Adı geçen hatunun tedavisi sonunda bu hastalıktan iyileşmeyip ölürsem, varislerim ve diğer kişiler, Saliha Hatunu kan parası ve diyet bahanesiyle rencide edip dava eylemesinler. Dava ederlerse de dikkate alınmasın.” İstemad’ın bu ikrarını Saliha Hatun da tastik ettiğinden yazılıp ellerine verildi.

30 Ramazan 1032 (28 Temmuz 1623)

Şahitlerin isimleri ve imzaları da alt kısımda yazılı.

EDİRNE GÜLÜ

Edirne’de gül yetiştirmenin ayrı bir yeri varmış. Edirne gülü; yağ gülü, damla gülü, iyi gül ve pembe gül adıyla anılırdı. Çok çabuk büyür. Bir dalda 12 çiçek verir. 17.yüzyılın sonlarında Bulgaristan’a götürülmiş ve kızanlıkta kurulan gülsuyu-gül yağı tesisleri 200 yıl faaliyet göstermiştir.

1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı nedeniyle Bulgaristanı terk eden türkler yanlarında getirdikleri gül fidanlarıyla iskan edildikleri Bursa, İzmir, Isparta, Burdur’da gül bahçeleri kurup gülcülük yapmışlardır. Halen Isparta ve Burdur da yapılmakta olan gülsuyu-gülyağı üretimi Edirne-Kızanlık gülcülüğünün devamıdır.

Gül macununun ve gül şurubunun mideyi ve karaciğeri koruyucu özelliklere sahip olduğu düşünülürdü. Sindirimi kolaylaştırmak amacıyla ziyafetlerden sonra, hamile ve loğusa hanımlara ise gece yatarken bir kaşık gül macunu tavsiye edilirdi. İçinde gül bekletilmiş zeytinyağı ile hazırlanan pomatların kaşıntı ve çıbanlarla uyuz hastalığına etkili olduğu kabul edilirdi.

Gülbeşeker / Gül Murabbaı, taze gül yaprakları kalburdan geçirilip şeker katılarak kuvvetle ovulur. İçi sırlı kaba konup, üstü kıl elekle örtülür ve her gün üç kez yoğrularak güneşte 30 gün bekletilirdi. Ciğerlere kuvvet verdiği, saf gül suyu içinde ezildiğinde mideye çok yararlı olduğu kabul edilirdi. Kuvvetten düşen lohusalara, gülsuyu ile ezilip süzülerek içirilirdi. Mide şişkinliğinde ise gülbeşeker sıcak gülsuyunda ezilip süzülerek içirilirdi.

Edirne Sultan İkinci Bayezid Sağlık Müzesini ve geçmişte uygulanan tedavi yöntemlerini anlattığımız gezimizin ikinci bölümünü burada noktalıyoruz. Başka bir gezi yazısında yeniden görüşmek üzere, sağlıklı ve bol gezili günler dilerim.

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi