Dert dolu ahvalimiz, ne olacak halimiz?

Eveeet. Köşe başlığımda da belirttiğim gibi; dert dolu ahvalimiz, ne olacak halimiz? Haftanın ilk gününde gelin bu soruya birlikte cevap arayalım. Biliyorum buna cevap aramak bir delilik ama ne yapalım... Bir hal çare bulacak gibi değiliz bari cevap arayalım.

İyi de diyeceksiniz ki “ne varmış halimizde de, halimizin ne olacağına cevap aralım...” Haklısınız. Hemen izah edeyim. Bakın elektrik faturaları almış başını gidiyor. Bizim tekel bayiden geçen buz istedim. “Buz yok maalesef ağabey” dedi. Pek üstelemedim. Bir başka tekele gittim. Onlardan da buz rica ettim, aynı şekilde onlar da buz satmadıklarını söyledi. Hay Allah şanssız günümdeyim herhalde diye düşünürken bir başka yere sordum; onlar ise “buz yok” veya “buz satmıyorumz” demek yerine; “Abi elektrik o kadar pahalandı ki. Dondurucuyu artık çalıştırmıyoruz” yanıtını verdi. İşte orada olayı çaktım. Yani düşün halimiz o kadar kötü ki tekellerde buz bulamıyoruz buz. Gönlümüz tuzla buz...

Sonra sadece esnaf mı dertli elektrikten? Yoo. Vatandaşa gidin onlar da aynı. Daha benim ocak ayı elektrik faturam gelmedi ama faturası gelen pekçok eş, dost, ahbap ile konuştuğumda; “Geçen ay 200 lira ödedim, bu ay da aynı şeyleri kullandım ama 400 ödedim” şeklinde bilgi verenler azımsanmayacak kadar çok. Velhasıl kelam bak elektrik konusunda çarpılmışız...

Yine efendime söyleyeyim; pahalılık sadece elektrikte mi? Etin kilosu kaç para olmuş? Vatandaş benzin paralarına “e yuh artık be kardeşim” dedi de İstanbul trafiği rahatladı düşün. Öğrenciler var bir de. Bakıyorum Twitter'da veya sokakta hep aynı şeyi söylüyorlar. “Kitaplar çok pahalı...” - E pahalı tabi. Elindeki kağıt fabrikasını satıp bugün dışarıdan kağıt ithal eder, kağıdı dolarla alırsan kitap pahalanacak. Çocuklar da perişan yani. Ders için alması gereken bir çalışma veya test kitabı bile olmuş 300 lira...

Emeklileri hiç söylemiyorum. Yazık, günah. Asgari ücretin 4 bin 250 lira olduğu ülkede emekliler bu paranın çok daha azıyla ev geçindirmeye çalışıyor. Şaka değil ha. Geçen bir işçi emeklisi ağabeyimizle konuştum ayda bin 800 lira aldığını söyledi. Bin 800 ya. Vallahi yazıyla da yazsan, rakamla da yazsan bin 800 lira. 40 sene çalışmanızın 1 aylık emeği... Bu üç noktaların ardını siz doldurursunuz. Ben malum basın kuralları gereği devam edemeyeceğim bu konuya...

Hadi sinirlenmeyelim. Sakin olalım. Mesela napalım? Sosyalleşelim değil mi? Gelin şöyle bir sinemaya gidelim, güzel bir film izleyelim. Olur mu? Güzel olur değil mi? Ben de geçen Avcılar'daki Pelikan AVM'de annemle dolaşırken, sinemaya mı gitsek dedim. Annem vizyondaki filmleri beğenmediğinden gitmedik de; gitseydik de cebimiz baya bir havasını alacaktı galiba. 1 bilet 60 lira. 1 sinema bileti. 2 bilet 120 lira. Patlamış mısırıydı, suyu idi çayı idi derken bir sinemaya gitmek gelmek bile 200 lira olmuş... Oturup film izlemek bile lüks yani!

Haa sonra şeyi de söyleyeyim. Borçsuz insan var mı? Hakikaten soruyorum. Benim gördüğüm, tanıdığım borcu olmayan kimse neredeyse yok gibi. En olmadı herkesin kredi kartı borcu var. Vatandaş öyle bir geçim sıkıntısı yaşıyor ki borçla yaşıyor. Daha sonra da o borcu yine ama borçla kapatıyor. Böyle bizim Halil var mesela. Mühendis adam. Ama nasıl yaşıyor? Maaşını alıyor, kredi kartına yatırıyor. Elde haliyle para kalmadığı için tekrar kredi kartıyla harcama yapıp, borçlanıyor. Bu böyle gidiyor...

Yeter mi daha sayayım mı?

Hadi ekonomik şeyleri geçelim. Şimdi diyeceksiniz ki “dünyanın her ülkesinde kriz var.” E kardeşim, dünyanın her ülkesinde bizde ki gibi lüzumsuz tartışmalar da var mı?

Vay efendim Sezen Aksu şöyle şöyle demiş... Vay efendim Gülşen bikini giyip sahneye çıkmış... Allah akıl fikir nasip etsin diyeceğim ama memleketimiz üstü açık bir tımarhaneye dönmüş durumda. Ne akıl kaldı, ne fikir. Öyle ki; insanlar artık bu suni tartışmaların içinde derdini sıkıntısını unutur hale geldi.

Bunu da geçelim. Kovid belamız var. Bitmek, yitmek bilmiyor. Geçenlerde bendeniz domuz gribi oldum üzerinize afiyet. 3 gün kolumu kaldıramadım, evden çalışmak zorunda kaldım. Tam iyileştim döndüm sevgili patronumuz, gazetemizin sahibi Mehmet Mert ağabey koronavirüs oldu. Ardından sayfa grafikerlerimiz Türkan Ervan ve Taylan Daşdöğen'in koronavirüse yakalandığını öğrendik. Velhasıl salgın kol geziyor. E salgın kol geziyorda, haşmetli devletimiz ne yapıyor? Test zorunluluğunu kaldırıyor, karantina süresini düşürüyor. Aşı zorunluluğunu kaldırıyor. Hakikaten benim aklım, fikrim almıyor. Aşı zorunluluğunu kaldırdıktan sonra insanları nasıl aşı olmaya teşvik edeceksiniz? Bugün vaka sayıları 70 bin, 80 bin civarında. Belki eskisi kadar çok insan ölmüyor ama bulaşma riski eskisinden daha da çok. Ama devletimiz napıyor? Mecburiyetleri kaldırıp, salgının adeta önünü açıyor. Bu nasıl bir taktik veya koronavirüsle savaşmak üzerine kurulu bir hükümet politikası ben anlamıyorum. Fahrettin Koca bey anlıyorsa ne ala...

Sonraaaa,

Sonraaaa,

Sağlıkta şiddet meselesi. Yahu dedim ya memleket tımarhane gibi. Haftada 1 doktor mu dövmüyorlar, hemşire mi öldürmüyorlar, sağlık memuru mu tokatlamıyorlar... E devletimiz gene napıyor? Hiç. Adam düşün ya hastanedeki doktorun kaşını patlatıyor, adamın kaşına 4 dikiş atıyorlar, saldırgan serbest... Caydırıcı en ufak bir ceza yok. E herhalde bundan olacak “nasıl olsa cezası yok” diye garibim sağlık çalışanlarına da vuran vurana...

E kardeşim sağımız dert solumuz dert. Sonra vay efendim niye arabesk müzik dinliyor Anıl... Müslüm baba haksız mı şimdi? Sevmem etmem ama İbo haksız mı?

Sahiden;

Dertler derya olmuş biz de bir sandal, devrilip batmışız boğulmuşuz biz...”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Anıl Boduç Arşivi