Devletin itibarı nasıl yükselir?

SORUNLAR bir küme halinde olunca başlığı da ortak çıkartmak istedim. Bilirsiniz haberi başlık okutur yazı için aynı şeyleri söylemek olanaklı değil. Gündemi baş döndüren hızla yaşayan ülkemizde öncelik enflasyon, hayat pahalılığı işsizlik ama yapay gündemler yaratmada mahir olanlar bunu sürekli değiştirme çabası içindeler. Devam etsinler az kaldı. Bu millet atılan kazıkları pek unutur görünmüyor ama balık hafızasına dönerse şaşar beşer beşer şaşar durumu da her zaman mümkün elbette.Ancak ABD'de milyon dolarlık itibarlık Türkevi açıyoruz. Ama Başkan Biden yüzümüze bakmıyor, ülkede faiz döviz derken hergün ekonomi biraz daha batıyor baştakilerin umrunda değil. Onlar hala market zinciri vs diyerek gün geçiriyor. Korona ise doludizgin kısaca;

Oluyor olacak olan...

Şimdi konuya kıtalar arasından başlayalım ülkemize döneriz birazdan. Sorumuz şudur.

Devletin itibarı nasıl yükselir?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) 76. Genel Kurulu için gittiği New York’ta, BM’nin tam karşısında bulunan Türkevi’nin açılışını yaptı. İktidar ve destekçileri; binanın yenilenmesinin doğru olduğunu, yapım maliyetinin normal olduğunu, devlet yönetiminde itibardan tasarruf olmayacağını, bu tür yapıların ülkemizin saygınlığını pekiştireceğini söylediler. Muhalefet ise ülkemizdeki yoksulluğu, işsizliği, pahalılığı anımsattı; bu tür pahalı inşaatlar yerine, öncelikle öğrencilerin yurt sorununun çözülmesi gerektiğini belirtti. Konuyu tartışalım...

Bu yazııyı hazırlarken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Cuma namazı çıkışında ABD liderlerinin hiç biriyle Joe Biden ile yaşadığı türden bir “konum” yaşamadığını itiraf ederek, “maalesef bu durumdayız” dedi. Bizler de daha önce hiç bir Türk Cumhurbaşkanının ya da Başbakanının ABD Başkanından istediği yakınlığı bulamadığı için halka böyle şikayetçi olduğunu yaşamamıştık. Üzücü bir durum.

New York’ta, BM’nin karşısında bulunan, merkezi konumuyla öne çıkan Türkevi, tarifi kolay, ulaşımı rahat, pahalı bir bölgede. 1958’de yapılmış. 1977’de de Süleyman Demirel’in yakın çalışma arkadaşı, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in çabalarıyla, 3 milyon dolara alınmış. Türkiye adına doğru bir adım. Buraya kadar her şey normal. Tartışmalar sonrasına, yakın döneme ilişkin zaten.

Çünkü zamanla binanın eskimesi, çoğalan ve çeşitlenen ihtiyaçlara yanıt verememesi nedeniyle, yenilenmesi gündeme geldi. Yıkılması, inşaatın başlaması birkaç yıl gecikti. İnşaatı yapan şirketin iktidara yakınlığı, siyasi polemiklere de yansıdı. Binanın maliyeti tartışma konusu oldu. Sonuçta 291 milyon dolara biten, 171 metre yüksekliğindeki, 36 katlı bina tamamlandı. Türkevi açıldı.

Bu tür büyük, görkemli binalarla; pahalı, gösterişli karşılama, ağırlama, uğurlama törenleriyle ülkemizin itibarının artacağını düşünmek yanlış.

Ülkemizin itibarı demokrasi, özgürlük, hukuk devleti, kadın hakları, ülke yönetiminde şeffaflık ve dürüstlük, bilim, kültür, sanat, teknoloji, eğitim alanlarında çıtayı yükseltmekle ölçülür, binaların boyunu yükseltmekle değil. İnşaat ve yüksek binalarla itibar gelseydi, Körfez ülkeleri dünyada itibarlarıyla öne çıkarlardı.

Türkiye; itibarı Kurtuluş Savaşı’yla, Cumhuriyet Devrimi’yle, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dehasıyla, komutanlığıyla, devrimciliğiyle, devlet adamlığıyla yakalamıştır. Mazlum milletlere örnek olan Milli Mücadele ve onu izleyen gelişme, kalkınma, uygarlaşma adımlarıyla yakalamıştır. Laik rejimiyle, çağdaş yaşamıyla, yetiştirdiği bilim, sanat, kültür, spor, siyaset insanlarıyla, aydın kadrolarıyla yakalamıştır. Emperyalizme hayır diyerek yakalamıştır. Batı’yla eşit, onurlu ikili ilişkiler kurarak yakalamıştır. Nitelikli, birikimli, eğitimli, dürüst, yurtsever diplomatlarıyla, komutanlarıyla, siyasetçileriyle, bürokratlarıyla yakalamıştır.

İtibar ve iktidar

İktidar; siyasette ve ekonomide inşaata fazlasıyla bel bağladığından, bunun dış politikaya da yansıyacağını düşünüyor. Olmuyor. İktidarı savunan yorumcular da diplomaside inşaat ve itibar arasında bağ olmadığını yazmıyorlar. Kişisel beklentiler, bireysel bağlantılar, gazetecilikle ilgisi olmayan lobicilik faaliyetleri öne çıkıyor.

Siyasi düzlemde iktidar kavgası varsa, siyasetin doğası gereği, orada irfan, itibar, fazilet kavgası olmaz. Kişisel düzlemde, erdemli bir insan, onuruyla yaşar. Her türlü güç odağıyla arasına mesafe koyar. Kendi vicdani muhasebesinin, başkalarına karşı verdiği mücadeleden çok daha zor olduğunu bilir. İtibarı da bu getirir zaten.

İsmet İnönü’nün dediği gibi “İtibar sahibi olmak, iktidar sahibi olmaktan önemlidir”.

New York’ta okuyun!

Tabi bu arada ülkemizde öğrencilerin barınma sorunu had safhada. Daha önceleri bu sorundan nemalanan taraf FETÖ idi. FETÖ’nün en sağlam devşirme yollarından biri idi bu barınma yurt meselesi. Pek çok parlak genç böyle FETÖ’cü yapıldı. FETÖ devletin kılcal damarlarına kadar bu yolla sızdı. Mevcut iktidar ise öğrencilerin yurt sorununu çözerken FETÖ yöntemini taklit etti.

Onlar da devlete ait yurtlar yapacaklarına, kendilerine yakın neredeyse tamamı İslamcı gelenekten vakıf ve derneklere yurt yaptırdılar ve bu yurtlara kamu kaynaklarını tahsis ederek bu vakıfları palazlandırdılar.

Çocuklarını tarikat bağlantılı derneklerin yurtları üzerinden tarikatlara kaptırmak istemeyen aileler ya az sayıdaki devlete ait yurtta yer aradılar ya da ev kiralamak zorunda kaldılar.

Ancak bir yandan Suriyeliler başta olmak üzere göçmenler, bir yandan da ekonomik kriz nedeniyle kiralar artıp, ev bulunmaz olunca gençler sokaklarda kaldı. Başta Ankara Büyükşehir Belediyesi olmak üzere CHP’li belediyeler kendi imkanları ile bu sorunu çözmeye çalışıyorlar.

Ama çok zor.Peki iktidar ne yapıyor! Ne yaptığını söyleyeyim. New York’ta yurt yaptırıyor. Tabii yine bazı vakıflar üzerinden. Evet, New York’ta, hem de arazinin en pahalı olduğu bölge olan Manhattan’da yeni açılan Türkevi’nin de yakınında yapılmakta olan yurt, kamuya ait değil ama kamu kaynaklarından ciddi biçimde desteklenen vakıflara ait.

Ve bildiğiniz üzere New York’taki bu inşaata Kızılay üzerinden destekler gidiyor. Yani anlayacağınız gençler, Türkiye’deki büyük şehirlerde barınma sorunu mu yaşıyorsunuz, kolayı var.New York’ta okuyun. Ekmek bulamazsanız pasta yersiniz!

ABD'yi ayıpladık!

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Cuma namazı çıkışında ABD liderlerinin hiç biriyle Joe Biden ile yaşadığı türden bir “konum” yaşamadığını itiraf ederek, “maalesef bu durumdayız” dedi. Bizler de daha önce hiç bir Türk Cumhurbaşkanının ya da Başbakanının ABD Başkanından istediği yakınlığı bulamadığı için halka böyle şikayetçi olduğunu yaşamamıştık. Üzücü bir durum.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun Meclis zemininde çözülebileceği, HDP’nin de meşru muhatap olabileceği konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne diyeceğinin önem taşıyacağını söylemiştik. Erdoğan’ın, ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli gibi, “Kürt sorunu yoktur, PKK terörü vardır” demesi 2023 Haziran’ında planlanan Cumhurbaşkanı ve parlamento seçiminde Kürt oyların tercihinde etkili olacaktı. Erdoğan tercihini kullandı ve New York’tan ayrılmadan önce gazetecilere görüşünü teyit etti: "Yok Kürt sorununu çözmektir, yok şudur, yok budur… Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik. Eğer birliğe, beraberliğe, kardeşliğe inananlar varsa buyursunlar hep beraber yola devam edelim."

Erdoğan “Çözdük, bitti” diyorsa Kürt sorunu çözülmüş, bitmiş mi oluyor?

Aslında bu nitelemesi dahi Erdoğan’ın Kürt sorununu yalnızca PKK’dan ibaret gördüğüne işaret etmiyor mu? Gerek Oslo gerekse İmralı diyalog süreçlerindeki mantığı da açıklıyor bu: PKK ile el sıkışalım, işi bitirelim. Bu aslında tam da PKK’nın görmek istediği manzara; bizimle anlaşın, mesele kalmasın. Belki de o yüzden PKK ile diyalog süreçlerinde CHP’nin “getirin Meclis’te tartışıp çözelim” demesine ne AK Parti yanaştı ne diyaloga MİT ile birlikte aracı olan HDP. Şimdi de Erdoğan, PKK’ya karşı Savunma ve İçişleri bakanlıklarının mücadelesinin etkili olmasını, PKK’nın askeri planda geriletilmiş olmasını Kürt sorunu diye bir şeyin artık kalmadığı olarak yorumluyor. Bu bir yanılsama ve siyaseten pahalıya patlayabilecek bir yanılsama. Soruna yok deyince yok olacağını sanma meselesi, başka alanlarda da var. Gazeteci Fikret Bila bugün dikkat çekmiş. Hayat pahalılığı yok deyince geçim ucuzlamıyor. Yeni yurtlar yaptık deyince üniversitelerde yurt sorunu bitmiyor. Kürt sorunu bitti deyince, Kürt sorunu ortadan kalkmış mı oluyor?

KORONA YİNE DOLU DİZGİN

Sıra geldi. Pandemiye. Öncelikle geçen yıl 25 Eylül günü virüs tablosuna bakarsak bin 665 vaka bin 601 ağır hasta ve sadece 73 ölüm var. 24 Eylül 2021 gününe dönersek 27 bin 197 yeni vaka tespit edilirken 221 kişi hayatını kaybetti. Türk Tabipler Birliğinin gerçeği yansıtmadığı iddiasında olduğu Sağlık Bakanlığı verilerine göre dahi olacak denilenler oldu, kovit salgını yeniden tırmanışa geçti.

Günlük eksik saptanan vaka sayıları geçen haftaya göre yüzde 14 artarak 30 binler sınırına dayandı. Vakaların çoğunun saptanamadığını da biliyoruz. Nasıl mı? Test pozitiflik oranları, yani yapılan testlerin sonucunun pozitif çıkma oranı da artarak yüzde 8’i geçti. Test pozitiflik oranı yüzde 5’in üzerindeyse, toplumda var olan enfeksiyonların çoğunu saptayamıyorsunuz, yetersiz sayıda test yapıyorsunuz demektir. Birçok defa bu konuyu tartıştık. Tekrarlamayalım. Resmi ilan edilen sayılar üzerinden bile, daha havalar serinlemeden, korkulan sonbahar zirvesine, doğru gidiyoruz. Her gün bir orta menzilli yolcu uçağı dolusu insan ölüyor Covid-19 salgını yüzünden.

Her şey olduğu gibi devam ediyor. Olacak diye korkulan ne varsa oluyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca zaman zaman ‘aşılanın’ diyor. Ama aşılananların ne kadarının ne zaman aşılandığını, hangi aşıyla aşılandığını gösteren basit bir tabloyu esirgiyor bu ülkenin insanlarından. Bir takım aşılanma yüzdeleri ilan ediyor, ama 18 yaş üzeri nüfus için. Covid herkesi enfekte ediyor, yalnız 18 yaş üzerindekileri değil. Üstelik 15 yaş üzeri hatta 12 yaş üzeri dahi aşılananlar var. 18 yaş altı paydada yok, ama böyle bir payda olduğunu da bilmiyoruz.

Sayılar korkutuyor

2021’in sekizinci haftasından itibaren İstanbul’daki ölüm sayıları arttı ve grafikte 3. dalga olarak gösterilen dönemde, 16. haftada, 2015-2019 ortalamasına kıyasla +%86 fazla ölüm gerçekleşti. Artan vakalar/ölümler sonucunda Türkiye 17. haftanın son gününde (29 Nisan) 17 günlük “tam kapanma”ya girdi, 17 Mayıs’ta tam kapanma sona erdi, haftasonu sokağa çıkma yasakları devam etti. 1 Haziran’da Cumartesi sokağa çıkma yasakları sona erdi ve yeme-içme mekanları açıldı. 1 Temmuz’da ise tüm yasaklar kalktı. Bu arada Türkiye’de aşılama Haziran ortasından itibaren hızlandı

2021’in yaz aylarında İstanbul’daki ölümler 2020’ye göre yüksek gerçekleşti. 37. haftada (10-16 Eylül) 2015-2019 ortalamasına kıyasla 465 (+%36,4) fazladan ölüm (ek ölüm) gerçekleşti.

İstanbul’da 2020-2021’de ne kadar ek ölüm gerçekleşti?

12 Mart-30 Aralık 2020 tarihleri arasında İstanbul’da 2015-2019 ortalamasına kıyasla toplam 18197 fazla ölüm (ek ölüm) gerçekleşti. 2021’de İstanbul’da gerçekleşen 2015-2019 ortalamasına kıyasla ek ölüm: 14566

Olacak olanın matematiği

Bakan bir önceki basın toplantısında tam aşılılar için birbirini tutmayan bir dizi rakam verdi ama hangisinin gerçek olduğunu bilmiyoruz. Hadi tam aşılı diye söylediği 36 milyonu kabul edelim. Göçmenlerle birlikte doksan milyonu bulan nüfusta, 36 milyon aşılı demek. (Öyle ya kayıtlı olsun olmasın göçmenler de virüsü alabilir bulaştırabilir. Büyük olasılıkla, yaşama koşullarından dolayı daha da çok maruz kalıyorlar virüse.) Bu da virüsü alma riski olan insanlarınızın yalnızca yüzde kırkını aşıyla koruyabiliyorsunuz demek. Diğer yüzde altmış ağır hastalık tehdidi altında.

Peki, suçiçeği kadar bulaşıcı Delta varyantının hâkim olduğu ülkemizde cılız bir şekilde ve yalnızca Bakan tarafından yapılan aşı çağrıları dışında hangi önlemler alınıyor?

Pandemi yorgunu insanlar bireysel tedbirleri ihmal ediyor. Peki, en azından kamu otoritesinin denetleme yetkisi olan yerlerde, büyük işyerlerinde, okullarda, toplu taşımada tedbirlere uyuluyor mu? Buralar enerjik bir şekilde denetleniyor mu? Cevabı siz verin.

İnatlaşacak zaman mı?

Benim vereceğim cevap da İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun şikayetinde gizli. Toplu taşıması ben bildim bileli, kalabalık-ötesi olan İstanbul’da yeni otobüs almak için kredi bulduklarını ama merkezi hükümetten onay alamadıklarından yakınıyor.

Tam da Belediyeyle toplu taşıma üzerinden siyasi çekişme yapılacak zaman! İstanbul’un ve diğer büyük metropollerin toplu taşıma sistemleri ta 2020 Mart ayında ivedilikle ele alınıp, eldeki bütün imkanlar kullanılarak ıslah edilmesi gereken hizmetlerdi. Bu konuda hiçbir adım göremedik. “Toplu taşıma yüzde 50 kapasiteyle çalışacak” şeklindeki altı boş direktif, normalleşmenin olduğu ilk gün 1 Haziran 2020’de çöktü. Çünkü ne mesai kademelendirilmesi yapılmıştı ne Belediyeler ile ortaklaşa çalışıp bir seyrekleştirme planı çalışılmıştı. Yapılmadı, yapılmadı, yapılmadı. Şimdi bir de İBB’nin kendi başına yapmaya çalıştığı iyileştirmeye “taş konduğunu” öğreniyoruz…

Olacak denilenler, göz göre göre oldu

Aşı tedarikinin sağlandığı Haziran ayından bu yana son 3 ay içinde 11,629 kişi Covid-19 nedeniyle ölmüş. Bunların yaklaşık yüzde 90’ı aşısız veya eksik aşılı olanlar. Vaktinde aşılanmış olsalardı en az on bin kişi bugün yaşıyor olacaktı. On bin aile anasız, babasız, kardeşsiz kalmamış olacaktı.

Yeterli aşı var, uygulamada bazı kesimler için güçlükler olsa da bunlar kolayca aşılabilecek sorunlar. Aşı bedava. Buna rağmen niye nüfusun yarısından çoğu gidip aşı olmadı? Niye tereddüt ediyorlar?

Bu beklenmedik bir durum değildi. Bakanlık ilgilenmese bile Johns Hopkins Üniversitesi İletişim Programları merkezinin Facebook kullanıcıları arasından topladığı verilere göre Mart ayında Türkiye’de katılımların ancak yüzde 39’u aşıya ulaşma imkanları olursa aşılanacaklarını söylemişlerdi. Bu oran aşıların 18 yaş üstündeki herkese açıldığı Haziran ayında da yaklaşık aynı orandaydı. Herkese açık ortamdaki bu bulgulardan Bakanlık yararlandı mı? Doğru düzgün bir aşı iletişimi stratejisi yapıp uyguladı mı? İşleri oluruna bıraktı. Olacak olan oldu.

ENERJİK AŞI KAMPANYASI YERİNE AŞI KARŞITLARI MİTİNGİ

Aşılanacağını söyleyenler aşılandı. Gerisi tereddüt içinde. İyi olan haber, Ağustos ayında yapılan son araştırmada, aşılanmamış yüzde 60’ın yaklaşık üçte birinin kesinlikle aşı olmaya karşı çıktığı, ama diğer üçte ikinin aşı olmayı düşündüğünü, ya da aşı olabileceğini söylemiş olması. Bu gruplar belli ki tereddütler yaşayan, bu yüzden aşılanmayı geciktiren insanlar. Az sayıda değiller, 25 milyon civarında olmalılar. Bu kesime yönelik bilgilendirme, sorularına cevap verme, endişelerini giderme amaçlı bir iletişim kampanyası birçok canı kurtarmamızı, virüsün etrafını kuşatma hamlemizde daha güçlü olmamızı sağlayabilir.

İnsanlara, güvendikleri kanallardan, güvendikleri kişiler aracılığıyla, kültürel kodlarına uygun, kendi dillerinde ve endişelerini giderip pozitif duygular uyandıracak mesajlarla ulaşmak lazım. Bunun için toplumdaki bütün olumlu güçlerden yararlanmalıyız. STK’lardan, politik partilerden, sanatçılardan, sporculardan, muhtarlardan (sahi neredeler onlar?).

Bunları enerjik ve yüksek sesle yapmalıyız. Hepi topu bir kaç bin aşı karşıtına koca miting alanı açıp gazetelerinde sayfa sayfa yer verenler, bir de hayırlı bir iş yapıp, aşı tereddüdü yaşayan vatandaşları bilgilendirmeyi ve cesaretlendirmeyi seçseler.

Önümüzdeki hazan mevsiminden ve kara kıştan canları kurtarmanın başka yolu yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi