Erol Sırrı Yolcu

Erol Sırrı Yolcu

Farklılıklarımız hayatımızın zenginliğidir

Babam, tek maaşı ile evimizin kira ve ihtiyaçlarını gideriyor. Üç evladını da okutuyordu.

İkame ettiğimiz tüm evlerimizde ben onlardan ayrılana kadar hepsi bahçeli idi. Son olarak Trabzon’da, Rumlardan kalma hamam bozulmuş, altı ailenin oturacağı hanelere bölünmüştü. Bahçeli kısımda oturuyorduk.

Sosyal yaşantımız ahım şahım belki değildi. Fakat eksiğimiz de yoktu. Hatta babam meşrubat bayisine abone olmuş, meşrubatlar bakkala gelir gibi kasalar halinde 2 pepsi, bir yedigün, iki gazoz, üç Kisarna maden suyu evimize geliyordu.

Evde kimse yok iken pepsi şişesini yarısına kadar mideme indirmişken, annemin geldiğini fark edip diğer yarısını lavaboya boca etmiştim. Annem mutfağa gittiğinde lekelerini görünce yakalanmış, “Sanki kime alıyoruz neden ziyan ettin” diye azarlamıştım. Çocukluk işte…

Televizyonumuz dahi vardı. Sonra çamaşır makinemizde oldu. Annem yeni icat bozulur, tamir parası çıkar diye arada bir çalıştırdığından, gerçekle karşılaşmıştı.

İşleyen demir ışıldamaz olmuş, hurdaya çıkmıştı.

Üç anahtarımız yoktu. Senetle alınan 1974 model beyaz renkli Anadol marka arabamıza ait tek anahtarımız dahi vardı. Mutlu idik.

O yıllarda Karadeniz’de ısınma ihtiyacı sobalarda yaktığımız çuvallar içinde at arabalarıyla gelen fındıkkabuğu karşılıyordu. Soba üstünde, kestane, fındık kavurduğumuz gibi çay demler, annem zaman zaman yemek dahi pişirirdi. Sonra külleri mangala koyulur, üstünde Türk kahvesi yapılırdı. Keyfimize diyecek yoktu.

Hafta sonunu arabada geçiren babam, Pazartesi günü işe gideceğinden, nöbeti bana devretti. O gece akaryakıt istasyonuna benzin geleceği haberi duyurulmuş, benzin almak için arabamız da kuyrukta idi. Yıl 1977…

Geçenlerde “Evde kaçta olursun” diye oğluma sorunca, saat 18.00 gibi cevabını aldım. Gitmem gereken randevumu 18.30’da ertelemek zorunda kaldım. Söylediği saatte gelemeyince aradım. “Babam, akaryakıt istasyonundayız. Önümüzde 150’ye yakın araç var” dedi.

Gece yarısına yakın dönerken, üç sıra halinde kuyruk oluşturan onlarca araç dikkatimi çekti. Akaryakıta gece yarısından sonra zam yapılacak. Yıl 2022...

Çocukluğumda elektrik trafolarına musallat olan fareler kabloları kemirdiklerinden elektrik şelalesi yapmasından arada bir elektrikler kesilirdi. Yıl 1970…

Günümüzde ise yurdum insanı karanlıkta oturur oldu. Bulunduğum site de dairelerin camlarına bakıyorum da birkaç tanesinin ışığı açık… Yıl 2022…

Büyük fotoğrafa bu yönden bakınca o yılları elbette özlüyorum.

80’li yıllarda İstanbul-Trabzon arası 22-23 saat sürerdi. Geçen aylarda oğlum Kağızman’a gittiğinde, “Babam 24 saat oldu” diye bıkkınlık içinde üzüntüsünü dile getirmişti.

Birilerine bu bıkkınlık sorulsa, cevap olarak kesinlikle “Canım uçakla gitseydi “ olurdu.

İstanbul’ merkezden Kağızman’a Uçak’la da gidiş dönüşü sen hesap et.

Yorulma hesapladım. Uçakla gidiş dönüş yaklaşık 13 saat, ulaşım ücreti ise bir kişi üç bin iki yüz lira. “KDV almazsanız olmaz mı?” gibi bir pazarlık da söz konusu değil.

Yıllar içinde karayolları, köprüler, alt - üst yollar, geçitler yapıldı. Hatta yeni hastaneler, havalimanları gibi oteller, villalar, turistik tesisler yapıldı. Elbette birçoğu için 7-8 değil binlerce ağaç kesildi. Doğa yok edildi.

Günümüzde yapımı beş yıl süren Çanakkale köprüsü de eklendi.

Gidişin olsun da dönüşün olmasın derseniz. Geçiş ücreti iki yüz liracık..

Yok, su gibi git gel derseniz, oldu dört yüz liracık…

Çanakkale’ye gidip orada kalacak değiliz. Atatürk yapılması gerekeni 1915 yılında yaptı. Savaşmaya gitmeyeceğimize göre, şehitlikleri, Anzak koyunu, Gelibolu sahilinin güzelliklerini görüp, duamızı edip döneceğiz.

De, yolları, köprüleri geçmek için yakıt gerekli, insanlar faturalarını ödeyemezken, gidip göreyim dediğinde gidiş - dönüş minimum iki bin liracık. Yeme içme dâhil değil.

Hadi git …

Müteahhitler, kazanacak diye Çanakkale şehitlerini yılda bir kez daha olsa gidip göremeyecek miyiz? İstenilen bu mu?

Diyeceksin ki, “İşime gidemiyorum. Tedariklerimi teslim edemiyorum. Neden bahsediyorsun?”

Tam da bundan bahsediyorum.

Elektrik, gaz, akaryakıt, telefon, internet, su faturalarından ve maaşlarımızdan, yaptığımız ticaretten peşin olarak alınan vergilerimizden, kesilen elektrikten, girilen akaryakıt kuyruklarından, sağlıkta çağ atladık denilen hastanelerden söz ediyorum.

Bu ülkede Atatürk’ten başka kimse cebinden ödeyerek hiçbir şey yapmamıştır. Yurttaşın vergileriyle her şey yapılmıştır. Kanla alınan topraklar, Cumhuriyet döneminde yapılan fabrikalar özelleştirilme adı altında satılarak yapılmıştır. Birazcık düşünsen anlayacaksın da…

İşte bütün mesele o “Da” da.

Yurttaş çalıştı vergisini ödedi, yapıldı.

Geçiş garantisine kim kefil oldu. Yurttaş…

Kullanamayan kim millet…

Yüzü gülmeyen insanların olduğu yerde yollar, köprüler olmuş kimin umurunda… Elbette yapılan her iş güzeldir.

Hz. Peygamberimiz “İlim, “Çin'de bile olsa gidip alınız” demiştir. Yakın, yıkın, zülm edin, adaletsizlik yapın, kul hakkına girin, hırsızlık yapın dememiştir.

Pazarlık yapmakta, gülümsemekte sünnettir.

Geçmiş yıllar da yaşananları değil. Rabbena diyerek insanların gülümsemelerini geri getiriniz.

Çok güzel günlerimiz oldu. İnanıyorum ki, ülkem gelen nesille çok daha güzel günler yaşayacaktır.

Sizi bilmem amma umutluyum.

Şimdi güzel ülkemin topraklarına kar yağıyor. Çanakkale’ye ye gidemeyeceğim amma çıkıp karlara ilk basan olarak çıkan ‘kart-kurt’ sesler eşliğine, özelleştirilerek Türk Telekom’daki yolsuzluklara rağmen alamadığımız hizmeti ve savaşta ölenleri düşünerek uzun uzun yürüyeceğim.

Belli mi olur? Aklıma eskiden kalma anılar gelir, gülümserim bile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sırrı Yolcu Arşivi