Felaketler ülkesi olduk... Sadece bakıyoruz! (1)

Türkiye her yönüyle bu cennet vatan felaketler ülkesi oldu. Avrupa Avrupa derken Ortadoğu bataklığına yetmedi şimdi de Orta Asya da Afganistan bataklığına gömülüyoruz. Bir yanda bunlar olurken diğer yanda doğal afetler canlarımız alıyor. Yüreğimizi dağlıyor. Seller can alıyor. Ormanlar yanıyor.Üke genelinde coronavirüs yayılmaya yeniden kabusa dönmeye başladı. Ama hükümetimiz başta olmak üzere hepimiz acı ama gerçek SADECE BAKIYORUZ.
BİLİM dışı yöntemlerle ülkeyi yönetmeye kalkan siyasi hükümetin geldiği son nokta,betona gömülen şehirler,rant uğruna gözü dönmüş belli mütahitler,doğaya vurulan darbeler ve giden canlar saymakla bitiremiyoruz!! Ve sonuç güçlü Türkiye söyleminden sonra varılan son, İBAN!!!
ÜLKEMİN güneyi yanıyor, kuzeyini sel götürüyor.Ülkenin dört bir yanı Corona virüs yüzünden yeniden kan kırmızı renge boyanıyor. Bunca felaketin içinde; başımızdaki "yetkililer" ise evler harap olup, köprüler yıkılıp, insanlar yara aldıktan sonra; "yardım" çağrısı yapmak dışında bir şey yapmıyor. Tek kelimeyle "yazık" diyebilirim.Sınırlar kevgire dönmüş Afganı Suriyelisi her biri bir yerden elini kolunu sallayarak geliyor ve rezaletlere kimse dur demiyor. Şu anda ülkenin genel fotoğrafı bu.
Tek tek bakacak olursak Corona salgınında 1-13 Ağustos arası enaz 1200 insan öldü. Selde ise bir ilçe yok oldu , insanlar canından oldu, evsiz kaldı. Orman yangınlarında hektarlarca orman ve içinde canlılar yanamayıncaya kadar yandı.Acaba AFET ve KRİZ yönetimi için ,Meclisin toplanıp, düşmanlaştırılmadan bir KRİZ yönetimi oluşturulamaz mıydı..
Bir; Deprem oluyor, sel vuruyor; vatandaş devletten yardım bekliyor, devleti yönetenler de vatandaşın cüzdanından bekliyor.Vergileri ne için toplamışlardı? İki; Ülkeye kontrolsüz giren milyonların, ne olduğu, kim olduğu bilinmiyorsa, ülkenin, halkın, canımızın, malımızın güvende olduğunu kim garanti edebilir? Üç; Dünyada buna izin veren 2. bir ülke daha bilen varsa yazsın, öğrenelim.
 

Cihan devleti iken İBAN ülkesi olduk
Salgın, deprem, yangın, sel felaketlerinde iktidarın en yetkili ağızdan milletten para dilendiğini belirten CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, “83 milyon yurttaşımız sadece geçen yıl 833 milyar lira, son on beş yılda 5 trilyon 580 milyar lira vergi ödedi. Bu yıl vergi oranları artırıldı, yeni vergiler çıkarıldı, pandemi nedeniyle yapılan yardımlar misliyle geri alındı ama felaketler söz konusu olunca ‘kasada para yok' deniyor, halktan utanmadan para isteniyor. Millet bir felakette para topluyor, yardıma gidiyor, kendi başının çaresine kendi bakıyor. Devlet vergi topluyor, tüm projeleri kendi yandaşlarına yaptırıp borcu millete yıkıyor, bir felaket olunca da halka IBAN atıyor ya da en fazla insanların tepesine çay fırlatıyor. Böyle bir yönetim dünya tarihinde görülmemiştir. ‘Güçlü Türkiye' sloganıyla insanları yıllarca kandırdılar. Bugün gelinen noktada, cihan devleti olacakken IBAN devleti olduğumuzu görüyoruz. Yangında yüz binlerce insan ‘Help Turkey' diyerek yangın söndürme uçağı istedi diye ‘bunlar devleti aciz gösterdi' diyen iktidar, şimdi en yetkili ağızdan ‘Help Turkey' diyor. Cumhurbaşkanın IBAN'la halktan para istemesi devleti aciz göstermiyor mu? Devleti aciz duruma düşüren işte bu iktidardır” diye konuştu.
Somali'ye 30 milyon dolar hibe verildi. Madem halka yangında veya selde yardım edecek para yok. O halde neden Somali'ye 30 milyar dolar yollanıyor?' Kendi yurttaşına üvey evlat muamelesi yapan bir iktidarla karşı karşıyayız.

Ne olacak sınırların hali
Evet, bu da oldu.Bunu da duyduk. “Türkiye yol geçen hanı değilmiş.” Elhak doğru. Birkaç hafta önce televizyonda Prof. Ersan Şen “Türkiye yol geçen hanına döndü” deyince itiraz edip. “Hocam yol geçen hanından insanlar gelir geçer. Burada gelen ver ama çıkan yok. Kalıyorlar. Burası dingonun ahırı ne giren belli ne çıkan” diye düzeltmiştik. Ülkenin en etkin ve tek yetkin siyasi otoritesi de söyledi işte. Burası yol geçen hanı değil. Geçemiyorlar. Kalıyorlar. 5 milyon Suriyeli mesela. Geçemedi. Avrupa Birliği’ne söz verdik, 3 milyar avro aldık ve Suriyeliler kaldı. Keşke geçip gitselerdi değil mi! Kısmet değilmiş. Kaldılar.Keza Afganistan’dan gelenler. Onlar da geçemiyor. Geliyorlar kalıyorlar.Dingonun ahırı olduğumuz için de sayılarını bilemiyoruz. Kimi diyor 2 milyon, kimi diyor 2,5 milyonu buldular.Bilmiyoruz. Çünkü sayan yok. Elini kolunu sallayarak geliyor. Bırakın bavulu, çantayı, torba bile yok ellerinde. Geliyorlar ve kalıyorlar.Iraklısı, Orta Asyalısı, sahra altı Afrikalısı vs. Yol geçen hanı olsa iki üç gece kalıp gidecekler. Bunlar kalıcı.Hepsi yerleşiyor. Avrupa, doktorunu, iyi mühendisini, tek tük varsa bilim adamını seçip alıyor ama gerisi burada.O yüzden Türkiye yol geçen hanı falan değil. Öyle diyen olursa sakın inanmayın. Yol geçen hanı değil diyen doğru söylüyordur. Ah şu CHP demelerine az kaldı
 

İktidar işine gelmeyince almaza yatıyor
Ve her şeye muktedir olan, her şeyi bilen iktidarımız işler sarpa sardığı anda almaza yatıyor.Şimdi olduğu gibi. Düzensiz ve kaçak göçmen meselesi artık içinden çıkılmaz hale gelince iktidar sözcüleri ve sahipleri başladılar içi boş büyük laflar etmeye. Ömer Çelik mesela. “Türkiye hiç kimsenin göçmen kampı değildir” demeye başladı.Hayda. 8 milyonluk bir kitle Türkiye’ye yerleşmiş.Kendi semtlerini kendi ilçelerini, kendi şehirlerini oluşturmuş.Kim bilir belki de kendilerine ait bir para birimleri bile var, bilmiyoruz. Hatta aralarında tartışıp savaşıyorlar bile. Muhtemeldir ki, yakında kendi kolluk kuvvetlerini bile kuracaklar. Ömer Çelik diyor ki, “Türkiye hiç kimsenin göçmen kampı değildir.”Muhtemelen Çelik’in hiç kimse tanımı Suriyeli, Afgan, Iraklı, Afrikalıları kapsamıyor. Ama kaçak göçmen sorunu giderek büyüyor.Ülkeyi karıştıracak noktaya doğru ne yazık ki evriliyor. İktidar ise muhtemelen yeterince süre geçmesini bekliyor. Yok yok yanlış anlamayın. Sorunu çözmek için değil. Biraz daha zaman geçerse “Bu sorunu başımıza CHP açtı” demek için. İnanan çıkar mı demeyin.Emin olun çıkar.
 

Boş yapmayın, vallahi yemem billahi yemem
Şimdi iktidar destekçisi hiç kimse çıkıp “insanlık” dersi falan vermeye kalkmasın. Yemem.Çok şükür IQ düzeyim sizin alıştığınız ortalamanın biraz üzerinde. Bu kaçak göçmenlerle ilgili tavrınız “insaniyet” üzerine kurulu olsa idi, Avrupa ile her kapıştığınızda bu insanları, piyon gibi masaya sürmezdiniz Masaya sürmeniz işe yaramadığı anda da yine bu insanları “sahaya” sürmezdiniz. Unuttuk zannediyorsunuz değil mi! Geçen sene pandemi kısıtlamalarından hemen önceki günleri. Sevgili okurlar artık gazete arşivlerine bakmak çok kolay. Açın bakalım 2020 Mart gazetelerini internetten. Okuyun haberleri. Okuyun da hafızanız tazelensin. O çok sevdiğinizi, insani nedenlerle bağrınıza bastığınızı iddia ettiğiniz insancıkları nasıl sınırlara yığdığınızı, Yunan ve Bulgar askerlerinin namlularının önüne dizdiğinizi. Kaçının o hengamede vurularak öldürüldüğünü. Ege sahillerine yolladığınız binlercesinin botlara doluşturulup Ege’ye açıldığını unuttuk zannediyorsunuz değil mi!
 

Mülteci köleler
Şimdi de asgari ücretin yarısına çalışan, kadrosu olmadığı için tazminat hakkı olmayan, emeklilik hakkı olmayan, hiçbir sosyal güvencesi, sağlık sigortası bile olmadan köleler gibi kullandığınızı anlamıyoruz sanki değil mi! Emin olun o insanlar için biz sizden çok daha fazla kaygılanıp, sizden çok fazla dertleniyoruz. Çünkü biz onları ne Avrupa’ya karşı kullanılacak bir silah, ne de ucuz işgücü için köle olarak görüyoruz. Bizim için onlar insan.
 

Müteahhite ver, vatandaştan al
Anadolu Güney’de yangınlar, Kuzey’de sel felaketleri ile boğuşuyor. Böyle şeylere pek inanmam ama Gayretullah’a dokunmuş olmalı diyenlere de hak vermiyor değilim sanki. Bir uğursuzluktur gidiyor. Yangınlarda kötü yönetim, yılların sorumsuzluğu, THK’yı batırıp yok etme çabası etkin olduğu için yöneticileri suçladım ama bu sel felaketlerinde söylenecek söz yok. Bu gerçek bir afet.
Yapılabilecek bir şey yok gibi görünüyor. Belki son 40-50 yılı toptan suçlamak, iklim değişikliğine neden olan tüm politikaları ve politikacıları en azından vicdanlarda mahkum etmek lazım. Bu yüzden, seller konusunda konuda hükümete tek kelime edemem. Ama tüm bunları görüp hala Karadeniz'deki doğa katliamlarına izin vermelerine, kendilerininki dahil yılların hatalarını düzeltmek için hala adım atmamalarına, Ege ormanlarını yok eden kararlardaki imzalarında ısrarlarına, hala hırsız müteahhit taifesinin ormanları ve doğayı yok edecek adımlarına izin vermelerine, onları her şeye rağmen koruyup kollamalarına, bunların para hırsının önündeki tek zayıf engel olan ÇED Raporu'ndan bile vazgeçmelerine elbette çok şey söyleyebiliriz.Ve tabii İBAN siyasetine de.
 

Devlet yardım toplamaz
Seller sonrası Devlet yardım kampanyası başlatacakmış. Çok açık söyleyeyim “Devletler Yardım Toplamazlar”. Yardım toplamak, sivil ya da yarı sivil toplumun işidir.Devletler İBAN vermezler. Devletler vergi toplarlar. Topladıkları vergilerle bu işleri yaparlar. Devletlerin yetişemediği ve yasal yetki alanına girmeyen sosyal yardımlarda ise devreye sivil toplum girer. Vergiler, eğitim için., sağlık için, güvenlik için ve bu gibi durumlar için ödenir. Ama siz devlet olarak vergileri müteahhitlere dağıtırsanız, onlardan almanız gereken ödemeleri, vergileri almaz ve affederseniz sonra yardıma muhtaç kalırsınız. Şimdi yardım kampanyası ile kaç para toplamayı hedefliyorlar bilmiyorum.Ama mesela biliyorsunuz, İstanbul Havalimanı’nın kira ödemeleri açıldığı günden bu yana erteleniyor. Hadi 2020 için pandemi senesiydi diyelim ve hoş görelim. Ama kiralar 2019 yılından beri öteleniyor. Havalimanı şuan yolcu rekoru kırıyor ama kira ödemeleri düşürülüyor, erteleniyor. Mesela Devlet, İstanbul Havalimanı’nın pandemi öncesi ilk iki yılının kiralarını 1 milyar 45 milyon Avro'dan 350 milyon Avro’ya indirdi. Hoş yolcu garanti parasını ödemiyor işletmeciye devlet ama ötelenen kirada tutar büyük. İki yıllık kira ertelemede tutar 1 milyar 300 milyon Avro. Türk lirası ile hemen hemen 14 milyar TL. Aynı devlet şimdi yardım kampanyası yapıyor. Merak ediyorum acaba İGA’ya yapılan indirim kadar yani 14 milyar yardım toplayabilecekler mi!
 

Suriyeliye kızma, yönetemeyene kız
Ankara’da 18 yaşındaki bir gencin öldürülmesi sonrası başlayan olaylara ilişkin tepkilere bakıyorum. Ağlasam mı gülsem, kalsam mı kaçsam mı emin olamıyorum. Olaydan daha vahim olan olaya gösterilen tepkiler. Bir grup cansiperane bir biçimde Suriyelilere savunuyor. Öyle ki neredeyse öldürülen delikanlıyı suçlu ilan edecekler. Bu grup ilginç ve oldukça heterojen.
İçinde sol liberaller, sağ liberaller, köle tüccarları, din tüccarları, şeriatçılar, enteller, danteller, yavşaklar dolu. Meseleyi ele alış biçimleri baştan aşağı faul. Hatta ofsayt. Olayı Türk gencin ırkçı yaklaşımına bağlamaya ve Türk ırkçılığı yaratmaya çabalıyorlar. Oysa ortada ırksal bir mesele yok. Mesele Türkiye’yi yöneten iktidarın göçmen meselesindeki basiretsizliğin sonucu. Kimsenin Suriyeli göçmenleri suçladığı falan yok. Tam aksine benim gibi düşünen pek çok kişi Suriyelilerle empati kurma, kendilerini onların yerine koyma çabasında. Bu yüzden de sorunu yaratanı Suriyeli göçmenler olarak görmüyoruz. En azından ben öyle görmüyorum.Sorun Türkiye’nin yönetilememesi, sorun Türkiye’nin bu büyük göç akınına karşı hiçbir akılcı önlemi ve çözümü olamaması. Gazeteci Nevzat Çiçek bir süredir Suriye’nin diğer komşularındaki göçmenleri inceliyor. Göçmenler konusunu bu ülkelerin nasıl ele aldığına bakıyor. Dün bana söylediği cümle şuydu: “Türkiye düğmeleri baştan itibaren yanlış iliklemiş”Kendisi daha detaylı yazıp anlatacaktır ama bizdeki başı boşluğun hiçbir yerde olmadığını görmüş. Mesela Suriyeli göçmenlerin ülke nüfusuna oranla en yüksek oranda bulunduğu Ürdün’de Suriyeli göçmenlerin kamplardan çıkmaları yasak. Ancak bir “Kefalet” ya da “Kefillik” sistemi ile çıkabiliyorlar. Yani bir Ürdün vatandaşı kamptan çıkacak bir Suriyeliye kefil olursa ve geçimini temin edeceğine dair devlete garanti verirse. Çalışmaları da aynı şekilde bir kefillik sistemine bağlı. Ve ancak “Belirli sektörlerde” çalışmalarına izin veriliyor. Canlarının istediği işi yapmaları, ticarete girmeleri, şirket kurmaları falan mümkün değil. ürdün vatandaşlığına geçmeleri ise söz konusu değil. Türkiye’deki gibi bir düzensizlik, bir başı boşluk başka hiçbir yerde yok anlayacağınız. Türkiye’de olmayan bu bizim eleştirdiğimiz de bu. Ben ve benim gibi düşünenlerin Suriyelilerle hiçbir derdi yok. Demokratik olmayan rejimlerle yönetilen ve her an dış müdahaleye açık Ortadoğu ülkelerinde her birimizin her an mülteci olma potansiyeli barındırdığını bilmeyecek kadar cahil, bu insanları anlamayacak kadar insafsız değiliz.
Bizim derdimiz bu göç meselesine doğru düzgün yön veremeyen, basiretsizlik, bilgisizlik, cehalet ve beceriksizlik gibi nedenlerle bu göçü içinden çıkılmaz ve ülke güvenliğini tehdit eder hale getirip, şimdi de siyasi ve ekonomik koz olarak kullanmaya çalışanlarla. Ve tabii bu meseleyi hiç ama hiç anlamayıp buradan bile bir Türk karşıtlığı çıkaran “Dahili ve harici” yavşaklarla ve köle tüccarlarıyla. Afgan göçü meselesine gelirsek. O apayrı bir iş. Aslında bu meseleyi ABD’nin Yunanistan’a yığdığı onca askerle birlikte ele almak gerek.
 

Müthiş bir Afgan teknoloji: Quantum ışınlama
Devletimizin “Yüce yönetenleri” açıkladılar. “Türkiye’nin sınırları büyük bir güvenliğe sahipmiş. Müthiş korunuyormuş. Kuş uçurtmuyor muşuz” Devletimizin “Yüce yönetenlerinin” bu dedikleri doğru ise eğer, Afganistan büyük bir bilimsel atılım yapmış olmalı. Belli ki, Uzay Yolu filmlerinde izlediğimiz “Işınlanma sistemini” gerçeğe dönüştürmüşler. Kabil’de, Herat’ta ve Gazne’de ışınlanma tesisleri var. Afgan gençler bu tesislere gidiyor ve “Işınla bizi Scoty” diyorlar. Hoop, saniyesinde Van’dalar. Sistemin kapasitesi düşük olduğu için şu anda günde 5000 civarı Afgan ışınlanabiliyor. Ama teknoloji geliştikçe bu sayı da haliyle artacak. Şimdi siz bu satırları okurken “ sen bizimle dalga mı geçiyorsun?” diyeceksiniz. Ben de “Evet” diyeceğim. Anlı şanlı unvanların arkasına saklanıp sizinle yıllardır “dalganın ağa babasını” geçenlere yılladır gık çıkarmıyorsunuz da benim şuradaki iki satır yazıma mı kızıyorsunuz! Bu milletin aklı başında insanlarının zekası ile dalga geçenlerle elbette ben de dalga geçerim. Sınırlarımızda kuş uçmuyormuş. Siz kuşa bakarken sınırlarımızdan fil uçuyor fil. Hem de yeni bir tür, Afgan Fili. Bu türün özelliği ise hiç dişisinin olmaması. Ha aralarına PKK’lılar, Talibanlar da karışıyor mu bilemem. Her haltı bilen “Yüce yönetenler” belki o konuda da bize garanti verirler.
 

Sığınmacı akını ve sömürge aydınları
Ankara’nın Altındağ ilçesinde yaşanan üzücü olaylardan sonra güvenlik güçleri, yaşananların provokasyon olduğunu açıkladı. İktidara yakın kimi yorumcular, sığınmacılar konusunda muhalefeti suçladılar. Emperyalizmin uydusu mütareke münevverleri, sömürge aydınları ise her zaman olduğu gibi, zehirli, aşağılayıcı ve toptancı bir dille Türk milletini hedefe koydular. Irkçılıkla, faşistlikle itham ettiler.  Yoksulluğun, işsizliğin, pahalılığın, gelecek kaygısının, siyasal ortamın baskısı altında bunaldığı yetmiyormuş gibi, bir de sayıları hızla artan sığınmacıların, bu sığınmacıları ucuz emek deposu olarak gören patronların yarattığı baskıyla, asgari ücrete çalıştığı işinden de olma kaygısıyla yaşayan emekçilere faşist, ırkçı, hain denemez. Bu tutum yanlıştır, kolaycılıktır. İndirgemeci, toptancı bir bakış açısıdır. Akılla, mantıkla, bilimle ve vicdanla izah edilemez.  Sığınmacılar sebep değil sonuçtur şüphesiz. Bu sonuçta küresel ölçekte ABD emperyalizminin, ulusal ölçekte iktidarın sorumluluğu vardır. Sorunun çözümü de öncelikle emperyalizmle mücadele etmekten, bölgemize yönelik saldırı ve işgallerini engellemekten, bölgesel işbirliğini ve dayanışmayı güçlendirmekten geçer. Bununla birlikte Türkiye’nin yardım kapasitesinin, geçici koruma altındaki sığınmacılara ayıracağı kaynağın, yapacağı ev sahipliğinin de bir sınırı, süresi vardır. Türkiye’yi sığınmacı deposu, göçmen kampı olarak gören ABD ve AB emperyalizminin tuzağına düşmemek gerekir. Bu konuda Türkiye’ye öğüt vermeye kalkışan Batılı liderlere, kendilerinin kaç sığınmacı aldıklarını sormak da zorunludur.  Suriyeli sığınmacılara ilaveten Afgan sığınmacıların yarattığı sorunlar da toplumdaki öfkeyi artırmaktadır. Hele de Afgan sığınmacıların çoğunun gücü kuvveti yerinde, 20 - 40 yaş arasındaki erkeklerden oluşması, akıllara pek çok soru getirmektedir.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi