Felaketler ülkesi olduk sadece bakıyoruz! (2)

Sığınmacıların, Türkiye’nin devlet kapasitesini aşacak ölçüde çoğalması, izlenen yanlış dış politikanın sonucudur. ABD adına sorunlara müdahil olmanın neticesidir.
Afganistan’daki savaş ağalarını, uyuşturucu baronlarını kullanan büyük güçlerin, ülkede vilayetler ve aşiretler arasında paylaşılmış, feodal bağlar üzerinden oluşturulan kota, kompartıman ve kontenjanlara göre bölüşülmüş yapıya, samimi bir itirazları yoktur. Tersine bu yapıyla uyum içinde çalışırlar. İngiliz emperyalizmi; bu gerçeği 1830’larda görmüş, kendi adına dersler çıkarmıştır. Soğuk Savaş’ın son 10 yılında Sovyetler Birliği’nin, 2001 yılından günümüze dek ABD’nin Afganistan’da neler yaşadığı, ne kayıplar verdiği bilinmektedir.
Türdeş olmayan, bünyesinde hedefleri, öncelikleri birbirinden farklı ve rekabet halinde olan hizipler, gruplar bulunan Taliban’la ABD arasındaki pazarlık sürmektedir. Öyle ki ABD; Taliban’dan, Kâbil’i ele geçirdiğinde, ABD Büyükelçiliği’ne dokunmaması için güvence almıştır. Bu şartlarda, ABD ve müttefikleri; askerleri ve diplomatlarıyla Afganistan’dan çekilirken, geride Türkiye’nin kalması yanlıştır. Çünkü hem ülkedeki 100 yıllık itibarımızı ve dostluğumuzu zedeler hem de askerimizin hayatını tehlikeye atar.

 

Türkiye, bu göçü kaldırabilir mi?
Türkiye; resmi verilere göre sayıları 3.6 milyon olan, pek çok uzmana göre ise 5 milyonu aşan geçici koruma statüsüne sahip Suriyeli sığınmacıya ek olarak sayıları hızla artan Afgan sığınmacıları konuşuyor son haftalarda. Görünen o ki bu konu önümüzdeki günlerde daha da çok konuşulacak. Çünkü hem muhalefetin konuya ilişkin duyarlılığı artıyor hem de iktidar partisine oy veren seçmenlerin bu konuda partilerine yönelik tepkisi yükseliyor. Ama asıl önemlisi, toplumun bu konudaki duyarlılığı. Artan yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı da bu duyarlılığı ve tepkiyi besliyor kuşkusuz.
Türkiye’ye yönelik sığınmacı akınını, demografik yönüyle, toplumsal, siyasal, kültürel, ekonomik boyutlarıyla, güvenliğe ve diplomasiye olan etkileriyle tartışırken pek çok dış politika, ulusal güvenlik, uluslararası ilişkiler uzmanı, şu soruyu soruyorlar: Türkiye, acaba stratejik göç mühendisliğiyle mi karşı karşıya? İstanbul milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, geçen yıl bu adla bir kitap da yazdı. Üzerinde durulması gereken bir soru.
Göç, şüphesiz karmaşık, çok nedenli, çok boyutlu bir olgu. İşin elbette insani, vicdani, ahlaki boyutları var. Coğrafyayla, dış politikayla, iç siyasetle, güvenlik stratejileriyle, ekonomik tercihlerle, ucuz emek ihtiyacıyla, sanayi kapasitesiyle, nitelikli işgücü gereksinimiyle de yakından ilgili kuşkusuz. Tüm bunları yakından, derinden etkiliyor çünkü.
Türkiye de coğrafyasından ötürü, komşuları açısından, bölgemiz itibarıyla yoğun göç alan bir ülke. Suriye’den Afganistan’a, Afrika’dan Orta Asya’ya dek, dünyanın çok farklı coğrafyalarından sığınmacı akınına uğruyor. Ülkemizde milyonlarca yabancı kaçak olarak yaşıyor, çalışıyor. Öyle ki sayıları 8 milyonu buluyor. Bu, Türkiye’nin kaldırabileceği bir yük değil, devlet kapasitesinin sınırlarını aşıyor. Ülkemizi her açıdan yoruyor, yıpratıyor.

 

Göç geçmişi ders olmalı
Türkiye; hem göç alan hem göç veren bir ülke. Doğu’dan ve güneyden gelenlerin, Batı’ya ve kuzeye giderken bir durak, geçiş noktası olarak gördükleri bir coğrafya. Bu konuda deneyimli bir devlet. Cumhuriyet öncesindeki göç tecrübemiz de oldukça zengin. Osmanlı Devleti; 1492’de İspanya’da engizisyondan kaçan Yahudilere kapılarını açmış. 1800’lü yılların ortasında, kendisine sığınan Macarları ve Polonyalıları bağrına basmış. Bolşevik Devrimi (1917) sonrasında, Rusya’dan kaçanları misafir etmiş. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da çok göç almış, çok göç vermişiz. Yani, bu konuda deneyimli, hazırlıklı, örgütlü olmamız gerekiyor.
Peki ya öyle miyiz? Değiliz.
Neden?
Çünkü iktidar, plan yapmayı sevmiyor. Geçmiş deneyimlerden ders almak şöyle dursun, bu tecrübeyi reddediyor, küçümsüyor. Dış politikada ilk düğmeyi yanlış ilikliyor. Yaşadığımız coğrafyada göçün, sığınmacı akınının en büyük sebebi olan ABD emperyalizmine ilişkin ezberini bir türlü bozamıyor. Batı’nın, Türkiye’yi göçmen deposu, sığınmacı kampı olarak görmesine karşı gerekli adımları atamıyor.

 

Maskeni tak mesafeni koru
Felaketler ülkesi Türkiye'de 2020 Mart başından beri bu Covid belasıyla uğraşıyoruz. Tıpkı bumerang gibi dönüp dönüp tekrar başa geliyoruz. Her bakımdan kaybediyoruz. Son duruma şöye bir bakacak olursak bakın Prof. Dr. S. Şimşek Yavuz, "Halen bulaşmayı engelleyecek oranda toplumda bir aşılama oranı yok. Maskemizi takmalı, kalabalık ortamlara girmemeliyiz, açık havada bile olsa yakın temastan kaçınmalıyız. Hele ki aşısızsak bunların hiçbirini yapmamalıyız. Çok riskli bir dönemdeyiz.” diyor.
Hastaysanız, önerilen tedaviyi reddedebilirsiniz, bu bir haktır; sizi ilgilendirir çünkü bu kararın sonuçlarına sadece siz katlanırsınız.Ancak bir salgında tek koruma ve korunma aşı ise, buna hakkınız yoktur, reddedemezsiniz; çünkü kimse başkalarının hayatını tehlikeye atamaz!
Halen bulaşmayı engelleyecek oranda toplumda bir aşılama oranı yok. Maskemizi takmalı, kalabalık ortamlara girmemeliyiz, açık havada bile olsa yakın temastan kaçınmalıyız. Hele ki aşısızsak bunların hiçbirini yapmamalıyız. Çok riskli bir dönemdeyiz. Bu arada dolu yoğun bakımdaki en dikkat çekici özellik, hastaların % 80’inden fazlasının aşılanmamış olması…Bu nedenle aşılamayı hızlı bir şekilde sürdürmemiz gerekiyor. Şu anda Test pozitiflik oranı %9.54Rt değeri 1.01. Tüm parametreler yükselişte ve salgın tüm gücüyle devam ediyor.Bakın bir diğer örneklemeyle açıklarsak . Son 4 ayda bir hastaneye başvuran 589 kişiden 460 hasta hiç aşı olmamış, 100 kişiye yakını ise 1 doz aşısını yaptırmış kişilerden oluşuyor.

 

Biraz da biz yanlış yapıyoruz
Eczaneye girdim calisanlar maskesiz.3 veterinere girdim herkes maskesiz.Turkcelle girdim iceride maskesiz bir genc adam oturuyor.Bakkal, nalbur, garson,ahci maskesiz.Maske denetimi icin karakola soylerim dedim,iceride polisler maskesiz, idare amirine git dediler, o da maskesizdi. Sonuc: 1 ay öncesinde artık tek tük vaka görürken 2 yogunbakim ve 3 servis yetiyorken; son 10 günde kapatmış olduğumuz 3 covit yogunbakimi, tüm covit servisleri geri açtık. Normal işleyişine dönen bir devlet hastanemiz tekrar pandemi hastanesi oldu +
Yeni bir dalga mı yoksa strateji hatası mı? COVID vakaları yeniden artıyor
'Vaka oranları düştü, salgın bitiyor mu' derken enfekte olan hasta sayısı gün geçtikçe artmaya başladı. Uzmanlar sadece aşılama oranını yükseltmenin ya da dünyaya karşı kapıları kapatmanın yeterli olmadığına dikkat çekiyorlar. Çin ve Avustralya'nın sıkı kısıtlamaları, İzlanda'nın yüksek aşı oranı bile virüsün yeni varyantına karşı etkili değil.
Pandemide sona yaklaşıyoruz derken pek çok ülke, başladığı noktaya dönmeye başladı. Avustralya, Çin, Amerika, İngiltere, İzlanda gibi birbirinden farklı pek çok ülke farklı stratejiler izleyerek virüsle savaşmaya çalışıyor. Buna rağmen virüsün yayılmasını engellemede henüz kimse tam anlamıyla bir başarıya ulaşmış değil. Uzmanlar ise pandeminin henüz bitmediği konusunda tüm ülkeleri uyarıyor.
Britanyalılar, corona virüsü kısıtlamalarıyla geçen uzun bir kışın ardından gece kulüplerinde soluğu almaya başlarken, Avustralya ve Çin’deki milyonlarca insan yeniden karantinada. Malezya, Tayland ve Endonezya’daki sağlık sistemleri alarm veriyor. Geçen yıl sadece bir avuç vaka bildiren Pasifik adası Fiji gibi ülkeler, şimdi büyük bir salgınla mücadele ediyor.

 

Türkiye'de durum nedir?
11 Mart 2020’de ilk COVID vakasını bildiren Türkiye’de de sıkı önlemler ve aşılama salgınla mücadelede öne çıktı. 11 Mart’ta ilk vakanın açıklamasından sonra 12 Mart’ta kademeli olarak kısıtlama kararları alınmaya başlandı. 70'e yakın ülkeye uçuş yasağı geldi, eğitim-öğretime ara verildi, tüm spor müsabakaları ertelendi, yurt dışından gelenler öğrenci yurtlarında karantinaya alındı. Alınan önlemlerle kontrol altına alınan salgında 1 Temmuz itibarıyla normalleşme adımları atılmaya başlandı. 1 Temmuz 2021’de bildirilen vaka sayısı 5.288’ken, 42 kişi de hayatını kaybetti. 9 Ağustos 2021’de ise vaka sayısı 23 bin 731 ve virüs kaynaklı ölüm ise 117 olarak bildirildi.Aşılama oranları ise birinci doz Türkiye ortalaması yüzde 67.89, ikinci doz ortalaması yüzde 47.75; birinci, ikinci ve üçüncü doz toplamı ise 77 milyon 552 bin 661 olarak paylaşıldı.
Ofise dönüşler ertelendi
Vakaların artmasıyla beraber, ofise dönüş kararlarını açıklayan pek çok şirket ertelemeye gittiğini açıkladı. Haziran ayı sonlarında, yemek hizmetleri ve tesis yönetimi şirketi Sodexo, maske kılavuzunu güncelleyerek tüm çalışanların aşılı olsalar bile maske takmaya devam etmelerini tavsiye etti. Netflix Inc. Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Reed Hastings, yayın devinin 9.000 çalışanını ofise beklediğini belirtmişti. Hastings geçen sonbaharda The Wall Street Journal ile yaptığı röportajda, “Özellikle uluslararası alanda bir araya gelememek tamamen olumsuz bir durum” demişti.

 

“3. dalganın zirve noktasına

yaklaşmış durumdayız”
Türk Tabipler Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu Üyesi yazılımcı Güçlü Yaman, Türkiye’de tüm ölümlerin yüzde 46’sının gerçekleştiği illerde 4-10 Ağustos tarihleri arasında 2 bin fazladan ölüm gerçekleştiğini açıkladı.
Güçlü yaman 4-10 Ağustos için vefat verisini topladığı kentlerde, yaşanan ölümlerin geçtiğimiz hafta son üç yılın ortalamasının yüzde 56 üzerine çıktığını söyledi. Yaman'ın ulaştığı verilere göre belirtilen tarihler arasında İstanbul'da 695, İzmir'de 514 fazladan ölüm olurken, 155 ölüm ile Bursa üçüncü sırada yer aldı. Yaman, “Bu olağanüstü bir artış. Bunun ne anlama geldiğini anlamak için 3.dalganın zirve noktasını yaşadığımız Mayıs'ın ilk haftasına bakalım. Ölümler o zaman ortalamanın yüzde 66 üzerine çıkmıştı. Yani şu an 3. dalganın zirve noktasına yaklaşmış durumdayız” dedi.

 

Ölümler geç açıklanıyor
Bu ölümlerin büyük bölümünün çok hızlı bulaşan Delta varyantı nedeniyle salgın kaynaklı olduğunu düşündüğünü söyleyen Yaman, durumunun ciddiyetini fark edemeden evde ölenlerin de olabileceğini söyledi. Diğer ülke örneklerinden salgın döneminde evde ölümlerin arttığının bilindiğini söyleyen Güçlü Yaman, “Temaslı takibi yapılıyor mu yapılıyorsa ne oranda yapılıyor bilmiyoruz. Bu da Covid vakalarının tespit edilebilmesini zorlaştıran bir faktör. Ayrıca tüm salgın dönemi boyunca fazladan ölümler resmi Covid-19 ölümlerinden hep 2-3 hafta önce artışa geçti. Ya da Sağlık bakanlığı ölümleri hep 2-3 hafta gecikmeyle açıkladı. Haziran sonrası süreçte de yine benzer bir tablo ortaya çıktı” şeklinde konuştu.

 

Bakanlığın sicili kötü
Ölüm nedenleri E-Devlet sisteminden kaldırıldığı için ölüm nedenlerine ulaşamadığını hatırlatan Güçlü Yaman, “Önümüzdeki haftalarda artış Sağlık Bakanlığı verilerine de yansıyabilir fakat ölümler konusunda sicili kötü bir bakanlıkla karşı karşıya olduğumuz için ölümler bilerek de gizleniyor olabilir. Ölüm nedenleri E-Devlet'ten kaldırıldığı için ölüm nedenlerine ulaşamıyorum fakat bu ölümler isimleriyle ve tarihleriyle belli. Ölüm nedenleri Sağlık Bakanlığının kullandığı Ölüm Bildirim Sistemi‘nde kayıtlı” diyerek bakanlığın bir an evvel bunları açıklaması gerektiğini söyledi.

 

Resmi politika aşı karşıtlığı imiş
Her şey söylediğimiz gibi, yani bilimin, bilginin söylediği gibi gelişiyor. Ağustos ayının ortasına yaklaştık, Covid-19 vakaları günlük 30 bine yaklaştı. Bu kafa ile 50 bini de bulur. Bildiğimiz corona ölümleri ise şimdililk günde ortalama 157 kişi. 300 olmamasının nedeni ise riskli grupların büyük ölçüde aşılanmış olması. Bu sayıların artacağından ise kuşkunuz olmasın.Aşılanmama sürer, aşı olamadan ortalıkta fıldır fıldır gezenlere önlem alınmaz ise sayılar hızla artacak, yeni yeni mutasyonlar göreceğiz. Ancak geçen gün itibarıyla bir şey öğrendik. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten siyasi kafa aslında “aşı karşıtı”. Bunu nereden mi anlıyoruz? Çok basit. Aylardır televizyonlarda hiçbir temeli olmadan aşı karşıtlığı yapan soytarılara tek kelime etmeyen RTÜK, dün benim aşı karşıtlarına yönelik sözlerimden ötürü Habertürk’e ceza verdi. Aşı karşıtı iseniz aşıdan yana tavır alıp, bunu bilimsel gerekçeleri ile anlatanları “İlaç firmalarının adamı, avanta alıp aşı reklamı yapanlar, etki ajanları” gibi yaftalayıp suçlamak serbest. Ama aşı olmanın gerekliliğini bilimsel verilerle anlatıp, aşı karşıtlarını eleştirmek ceza nedeni. Bu cezanın anlamı bu. RTÜK'ün varlıkları ihsası rey olan üyeleri diyor ki, "Aşı karşıtı iseniz ağzınıza geleni söyleyebilirsiniz ama aşıdan yana iseniz susun." RTÜK’ün mesajı bu.Bu da aynı zamanda siyasetin mesajı çünkü RTÜK siyasetin emrinde bir kurum. Bu yüzden ben artık Sağlık Bakanı Koca’nın “Aşı olun aşı olun aşı olun” çağrılarını koca bir yalan olarak görüyorum. Aşısızlara karşı medeni ülkelerde başlayan kısıtlamaların Türkiye’de de uygulanmasının imkansız olduğunu da artık biliyorum. RTÜK bunun mesajını açık biçimde verdi. “Aşı olmayın” dedi. Bunun da kendi özgün, bilime dayalı düşüncesi ile değil, devletin emri ile söyledi. Sağlık Bakanı kendini boşuna yırtmasın. Takke düştü. Artık aşı ile ilgili tek kelime etmem. Nasıl olsa yoğun bakımdakilerin yüzde 95’i aşısızlar. Onlar için üzülecek halim yok. Ben sadece canım ülkenin getirildiği hal için üzülüyorum.

 

Yüz yüze eğitim şart
Türkiye, yaz aylarını yine çocuklarımız konusunda bedeli çok yüksek olabilecek bir rehavet içinde geçirdi. Okulların açılacağına dair açıklamalar yapılmakla birlikte bunun tam zamanlı olup olmayacağı, yüz yüze eğitimin devam ettirilmesi için hangi hazırlıkların yapıldığı konusunda bilgi verilmiyor. Geçtiğimiz bir buçuk sene içinde çocuklarımıza yaşatılan bilişsel, fiziksel ve duygusal kayıpların telafisi için bütçe ayrılmıyor, müfredat oluşturulmuyor, planlama yapılmıyor. Söz konusu çocuklar iken, böylesi bir ihmalin bahanesi olamaz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi