Oktay Apaydın
Büyük zafer ve Atatürk
Günümüzden 102 yıl önce, 26 Ağustos sabahı gürleyen top sesleri, özgürlüğü ve bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulusun kurtuluşunu müjdeliyordu. Kocatepe’den Dumlupınar’a, Çiğiltepe’den Sincanlı Ovası’na akan taarruz kolları, bağımsızlık uğruna binlerce genç insanın yaralanmasına ve şehit düşmesine neden olurken, aynı zamanda özgürlüğe giden yolu da açıyordu. Yetenekli ve kararlı komuta kademesinin sayesinde kazanılan 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı sonrasında Yunan Ordusu dağılmış şekilde İzmir’e doğru kaçarken, gittikleri yerleri yakıp, yıkmıştı. Ancak sonunda emperyalizm, 9 Eylül 1922 tarihinde “dağlarında çiçekler açan” İzmir’den denize döküldü.
Eli öpülesi vazife kuşağı!
Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlayacağız büyük bir coşkuyla.. 26 Ağustos 1071’deki Malazgirt Zaferi ile 26 Ağustos 1922’deki Büyük Taarruz’u karşı karşıya getirmek isteyenlere; ilkini kutlarken, ikincisini geçiştirenlere; “Keşke Yunan galip gelseydi” diyenlere; Atatürk’e beddua edenlere; Cumhuriyeti “parantez”, “reklam arası” olarak görenlere kulak asmayacağız. Atatürk’ü, Kuvayi Milliyecileri, Milli Mücadele kahramanlarını, şehitleri, gazileri, Cumhuriyete kanat gerenleri, eli öpülesi vazife kuşağını anacağız ve selamlayacağız bir kez daha.
102 yıl önce çok zor koşullarda, büyük özverilerle dünyanın en haklı savaşlarından biri olan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak, vatanımızı emperyalizmin işgalinden kurtaran, özgür ve başı dik olarak yaşamamızı sağlayan başta büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Kuvayi Milliye şehitlerini ve gazilerini saygıyla anmaktayız.
Emperyalizme karşı büyük zafer
102 yıl önce bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve taşeronlarına karşı kazanılan 30 Ağustos 1922 tarihindeki Başkomutanlık Meydan Savaşı, emperyalizmin yenilişini dünyaya haykırırken, aynı zamanda Türk milletinin de kurtuluşunu müjdelemekteydi. Bu büyük zafer sonucunda, Osmanlı Devleti tümüyle ortadan kalkmış, Türklere sadece Anadolu’nun ortasını layık görenler, Türk ordusu karşısında erimiş ve tüm hayalleri Ege’nin serin sularına gömülmüştür. Böylece Lozan’a giden yol da açılmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanan şanlı ordumuz, tarih yazmış, ülkemizin kuruluşunda önemli işlevler üstlenmiş ve tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu da hazırlamıştır. Bu büyük başarı, ulusal bütünlüğü sağladığı gibi, emperyalist ülkelerin Türk gücünü kabul etmelerinin yolunu açmıştır. İşte “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa” sözlerinin ardında bu gerçeklerin bulunduğu bilinmelidir. Bizleri bugünlere ulaştırarak, özgürce yaşamamızı sağlayanlara şükranlarımızı sunuyoruz.
Az zamanda büyük işler başardık
29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal’in önderliğinde az zamanda çok ve büyük işler başararak, her alanda dünyanın önemli ülkeleri arasında yer almıştır. Tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığı ile Atatürk ilke ve devrimleriyle yeni kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik ve çağdaş bir ülke olma yolunda büyük atılımlar gerçekleştirmişti. Özellikle Atatürk’ün döneminde yapılanlarla Türkiye Cumhuriyeti başarıdan başarıya koşmaya başlamıştır. 102 yıl önce emperyalizmi dize getiren 30 Ağustos zaferinin ardından, 102 yıl sonra yeniden emperyalizmin görünen ve bilinen oyunlarıyla parçalanmak istenen ülkemize ne yazık ki seyirci kalıyoruz. Bugün devletimizin varlığı, vatanımızın bölünmez bütünlüğü tehdit altındadır; Türk Milleti’nin birliğine karşı ihanet ön plandadır. Atatürk’ün “Gençliğe Hitabesi” ile “Bursa Nutku”nu tekrar tekrar okumamız gereken günlerden geçiyoruz ve gereğini yapmak zorundayız; görev hepimizin. Bu duygularla Türk milletinin 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun.
Büyük Zafer’in büyük anlamı
30 Ağustos; bizim için vatan sevgisini, kahramanlığı, kararlılığı, fedakârlığı, vazife namusunu simgeliyor. Vatana ve millete adanmışlığı öğreniyoruz 30 Ağustos’ta. Söz, namus ve vazife uğruna, dev ve devrimci şairimiz Nâzım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanı’nda yazdığı gibi, “bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada, şahlanıp ölebilmeyi” öğreniyoruz.
30 Ağustos; Yunan İzmir’i işgal ettiğinde Hasan Tahsin olmayı, Sivas Kongresi’nde Tıbbiyeli Hikmet olmayı, Büyük Taarruz’da Albay Reşat olmayı öğretiyor bize. Anasını babasını, çoluğunu çocuğunu, eşini dostunu, evini barkını bırakıp, cepheye koşmayı öğreniyoruz 30 Ağustos’ta. Hastayken, yaralıyken revirden kaçıp, talebeyken okuldan kaçıp, cephede Mustafa Kemal’in askeri olmayı öğreniyoruz.
Askerlikten kaçmanın; vergi kaçırmanın veya vergiden kaçınmanın; her devrin adamı olmanın; gelenin gözüne girmek için gidene sövmenin; rüşveti hediye diye kabul etmenin; başkasının hakkını yemenin; torpilin, iltimasın, adam kayırmanın hayli yaygın olduğu ülkemizde ve günümüzde, 30 Ağustos bize dürüstlüğü, ahlakı, fazileti öğretiyor. Kısacası Büyük Zafer, sadece askeri, tarihi, siyasi yönleriyle değil; değerleriyle, ilkeleriyle, öğrettikleriyle de önemli. O yüzden, senede bir gün hatırlanması değil, daima üzerinde düşünülmesi ve tüm yönleriyle kavranması gerekiyor.Askeri boyutu yanında, siyasi ve tarihi açıdan da değerli 30 Ağustos. Hem bizim hem tüm ezilen ulusların, Mustafa Kemal Paşa’nın deyimiyle “mazlum milletlerin”, emperyalizmi, uzantılarını, işbirlikçilerini yenebileceğini göstermesi açısından çok önemli. İstiklal Harbi’nin kesin askeri zaferinin tarihi. O kutsal ve ulusal savaşın doğruluğunu, haklılığını, meşruluğunu ve zorunluluğunu Anadolu hareketinin ve Cumhuriyet devriminin en kararlı savunucularından, en keskin kalemlerinden Falih Rıfkı Atay, Temmuz 1921’de Akşam gazetesinde çıkan ve çok yeri sansürlenen yazısında şöyle anlatıyor: “Anadolu Harbi, hürriyet ihtilali olduğu için dünyanın en yüksek ideallerinden biri olduğu kadar, nefs koruma dediğimiz en ilkel, en basit ihtiyaçtan doğduğu için de aklı her türlü tartışmalardan alıkoyan bir zorunluluktur. Çünkü sade düşmana karşı vatanı değil, katile karşı canımızı koruyoruz!”
Ne alakası var demeyin
Devleti, siyaseti, iktidarı, sermayeyi, medyayı, yasamayı, yürütmeyi, yargıyı tek elde toplamak için yürütülen çalışmalara “ileri demokrasi” deniyor, malum. Başkanlık rejimi ve yeni anayasa da bu amaç için gündemde. Malum zevatın, “reklam arası”, “parantez”, “travma yarattı”, “tarihimizden kopardı” dediği Cumhuriyet’in kurulma sürecinde, Kurtuluş Savaşı’nın olağanüstü koşullarında bile, tek bir kişiye böyle çokyetki verilmemişti. Kurtuluş Savaşı yapan, Cumhuriyet kuran o Gazi Meclis, yetkileri konusunda öyle kıskançtı ki, Kurtuluş Savaşı koşullarında belirli yetkiler Mustafa Kemal Paşa’ya sınırlı ve süreli olarak verilmişti. Hemen bir örnek verelim…
Bilindiği üzere, Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Başkanı ve Başkomutan sıfatıyla yönettiği Başkomutanlık Meydan Muharebesi, tarihimizin en önemli askeri zaferlerindendir. 1699’da Karlofça Antlaşması’yla gerileme dönemine giren, 1774’te Küçük Kaynarca Antlaşması sonrasında çözülmeye başlayan Osmanlı tarih sahnesinden çekilirken, Türkler Milli Mücadele ile taarruza geçmiştir. Birinci İnönü Savaşı’nda dörtte birinin ayağında çarığı olmayan, elinde süngüyle değil, kazma kürekle savaşan Mehmetçik, İkinci İnönü Savaşı’ndan sonra özellikle Sakarya Savaşı’nda ve Büyük Taarruz’da destan yazmıştır. Savaşı, ordu ve millet birlikte kazanmıştır. Milletin büyük fedakârlığıyla, Tekâlif-i Milliye’de görüldüğü üzere malı vecanıyla seferber olarak donattığı ordu, emperyalizme, işbirlikçilerine ve Anadolu’ya sürdüklerine tarihi bir ders vermiştir. Atatürk’ün stratejik dehası ve önderliği, milletin hafızası ve tarihsel birikimiyle birleşip, düşmana kesin darbeyi vurmuştur.
Atatürk'e hangi yetkiler verilmişti?
26 Ağustos’ta başlayan, 30 Ağustos’ta Büyük Zafer’le taçlanan, 9 Eylül’de İzmir’in kurtuluşu ile noktalanan zafer, büyük ozanımız Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’nda anlattığı gibi, olağanüstü bir kahramanlığın, yiğitliğin, özverinin, yurtseverliğin ürünüdür. İşte o Başkomutanlık Meydan Muharebesi öncesi, Büyük Millet Meclisi’nin, tüm yasama ve yürütme yetkisinin Mustafa Kemal Paşa’ya verildiği yazar pek çok kaynakta. Oysa tüm yasama ve yürütme yetkisi değildir Mustafa Kemal’e verilen. Bizzat kendi ifadesiyle, “Yalnız ordunun maddi ve manevi kuvvetini tezyit ve ikmâlde ve ordunun sevkü idaresini tarsinde lüzum görülecek hususatı Baş-kumandanlığın derekâp yapmasıdır”. Mustafa Kemal, koşulların hızlı hareket etmeyi dayattığını belirtir ve meclisi uyarır: “Mesele düşünmeye değer, çok düşününüz”. Meclisin üç ay için verdiği yetkinin kapsamı, meclis tutanaklarında da Nutuk’ta yazılıdır. Bir daha belirtelim; verilen meclisin tüm yetkileri değildir, ordunun güçlendirilmesine ilişkin yapılması gerekenler konusundaki yetkileridir. 5 Ağustos 1921 tarihinde verilen yetki, sonra üç kez uzatılır: 31 Ekim 1921’de, 4 Şubat 1922’de ve 6 Mayıs 1922’de. Dördüncü kez uzatılması gündeme geldiğinde, 20 Temmuz 1922’de mecliste söz alan Mustafa Kemal, üçer ay için verilen yetkiyi sürdürmeye gerek kalmadığını belirtmiştir.
Mazlum milletlere öncü olduk
Vurgulayalım. Dünya tarihinde, emperyalizme karşı Türk Kurtuluş Savaşı’ndan önce kazanılmış zafer yoktur. Mazlum milletler arasında, Türk Kurtuluş Savaşı öncesinde, kimi başkaldırılar olsa da, hiçbiri zafere ulaşmamıştır. Hepsi bastırılmıştır. O yüzden Kurtuluş Savaşı sadece Türk tarihi açısından değil, insanlık tarihi açısından da önemlidir. Ve bu savaş, meclis tarafından yürütülen ve yönetilen bir savaştır. Atatürk, Milli Mücadele’yi tek başına yürütmemiş, Amasya Tamimi’nden başlayarak, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde, sonra da Meclis’in açılışında görüldüğü üzere, örgütlü öncülerle, meclisle, milletle birlikte yapmıştır.
Türk Devrimi; emperyalizme ve uzantılarına karşı Kurtuluş Savaşı’yla başlamış, Cumhuriyet’le taçlanmıştır. Hilafete karşı laik, demokratik, aydınlanma devrimidir. Saltanata karşı
cumhuriyet kavgasıdır. Ümmet toplumuna karşı milletleşme atılımıdır. Yarı sömürge, açık pazar olmuş bir ekonomik düzene karşı milli, halkçı, kamucu, üretici ve bütüncül kalkınma hamlesidir. Milli Mücadele’nin başlangıcında Amerikanmandasını savunan, dahası 1924 Anayasası hazırlanırken Mustafa Kemal Paşa’nın diktatörlük kurmasından endişelenen Halide Edip Adıvar, yanılmıştır. İngiliz istihbarat raporlarında da, Sultan Vahdettin’e sunulan gizli sicilinde de aynı şey yazar: “Mustafa Kemal cumhuriyetçidir”.
Kurtuluştan kuruluşa
Atatürk, çok yaşamsal konularda mecliste ağırlığını koyarken, kurtuluştan sonra kuruluşta da tüm devrim adımlarını yasa çıkararak atmıştır. O dönemin CHP’si de, tek parti olmakla birlikte, çok türdeş bir parti değildir. Çok katı bir doktrini yoktur. Geniş bir çatı, adeta fikirler koalisyonudur. Almanya, İtalya veya SSCB’deki parti modellerinden farklıdır. Atatürk’ün sağlığında iki kez çok partili hayat denemesinde de, sonrasında Demokrat Parti’nin kuruluşunda da, muhalif partilere öncülük eden pek çok isim, CHP’den gelen, CHP’den kopan, CHP’de bulunmuş kişilerdir. Belirtmek gerekir; Osmanlı’dan devralınan yapı, yarı sömürge olmuş, Sanayi Devrimi’niyaşamamış, feodalizmi aşamamış bir toplum yapısı olduğundan, siyasal hareketlere öncülük edecek bir burjuvazi yoktur. O olmayınca emekçi sınıfının da nicelik ve nitelik olarak son derece cılız olması kaçınılmazdır.
Milli Demokratik Devrim
Türkiye’de Milli Demokratik Devrim (MDD), emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı savaş veren tüm sınıf ve katmanların, asker-sivil bürokrasinin, aydınların, köylülerin, eşrafın oluşturduğu “tarihsel blok” tarafından hayata geçirilmiştir. Ulusal burjuvazinin olmaması, ulus devletin güçlenmesini, ulusal ekonomin kuvvetlenmesini, ulusal demokratik kültürün gelişmesini geciktirmiştir. Milli Demokratik Devrim için iki şey zorunludur: Sanayi devrimi ve toprak reformu. Atatürk ikisi için de çok çalışmıştır. Hızlı sanayileşme adımları ve planlı ekonomi sayesinde Türkiye, 1929 Buhranı sonrasında, ortalama yüzde 9’u aşan büyüme hızı yakalamıştır İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan 10 yıllık dönemde. Savaş bu atılımı durdurmuştur. Toprak reformu için Atatürk’ün sağlığında kimi adımlar atılmasına karşın, ölümünden sonra bu konu tamamen unutulmuştur.
Sanayi devrimi ve Atatürk
Cumhuriyet; 1929-1939 arasında dünyada sanayi üretimi yüzde 19 artarken, yüzde 96 artış gerçekleştirmiştir. Kadına seçme ve seçilme hakkını, pek çok batı ülkesinden önce vermiştir. Toplumsal mücadele sonrasında değil, devrimle yapmıştır bunu. Halkevleri, Halk Odaları, Millet Mektepleri, Köy Enstitüleri, yerli malı ve tutum haftaları, Medeni Kanun, Harf Devrimi, bağımsız ve bölge merkezli dış politika, sağlıktaki atılımlar, üniversite reformu hep erken Cumhuriyet döneminin ürünleridir. Unutmayalım, İngiliz Devrimi; 1640 ile 1648 arasındaki savaşlar, çatışmalar, gerilimlerden sonra 1688’de meşruti monarşi vurgusunun bir kez daha altı çizilerek bir ileri aşamaya ulaşmıştır. Ama İngiliz vatandaşının her alanda hukuksal eşitlik için, 229 yıl daha mücadele etmesi gerekmiştir. Amerikan Devrimi; İngiliz Devrimi’nden çok etkilenmiştir, daha gençtir. Ama ABD’nin, esmer vatandaşlarının hukuk önündeki eşitliği kolay olmamıştır. Dahası ABD, İkinci Dünya Savaşı’nda, Japon kökenli 100 bin ABD vatandaşını, “ihanet edebilecekleri endişesiyle” ülkenin göreli olarak daha korunaklı olan bölgelerinde toplama kamplarında tutmuştur. Fransız Devrimi; tarihin en önemli olaylarından biridir ama emekçiler oy haklarına, 1789 İhtilal-i Kebir’inden 59 yıl sonra kavuşmuştur, 1848 Devrimi sonucunda. 1917 Ekim Devrimi;henüz Harbi Umumi bitmeden gerçekleşmiş, SSCB savaş ve devrim koşullarında kurulmuştur.
Kıssadan Hisse: Büyük ustamız Turgut Özakman’ın deyimiyle, “yalan bağımlısı olmuş ve Mustafa Kemal sendromuna yakalanmış yazarlar”, gerçeği görmese de, Cumhuriyet’i, doğrudan karalamaya yönelik magazin üslubuyla saldırsa da, gerçek değişmez. Pro.Dr.Osman Selim Kocahanoğlu’nun tabiriyle, “zerzevat tarihçilerinin iftiraları, tarihsel gerçeklerin üstünü örtemez”.
NOT; Katkıları nedeniyle kadim dostum Prof.Dr.Barış Doster ve Suay Karaman'a bir kez daha teşekkür ederim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.