Türkiye’nin dış politikası yanlış mıydı? (1)

Türkiye’nin dış politikası yanlış mıydı? (1)
Aşağıdaki makalenin omurgası aslında 2015’te yayınlanmıştı. Ama bugün daha da önemli hale geldiğini düşündüğüm için, kısaltıp güncelleştirerek onu yeniden yayınlıyorum:


Ben diyorum ki, 'fabrika ayarlarına' geri dönemediği sürece AK Parti’nin Türkiye’nin problemlerini çözmesi artık mümkün değildir. Devleti fethe çıkanların 'Devlet' tarafından fethedildiği bir ortamda (buradaki Devlet’i isterseniz Devlet Bahçeli olarak da anlayabilirsiniz!) daha ileri hedeflere ulaşmak artık mümkün değildir…  
Sorun nerede?
Mısır’da darbeyi eleştirirken, Suriye’de muhalefeti desteklerken, İsrail’e “One Minute” çekerken Türkiye haksız mı idi, “Dünya beşten büyüktür” derken haksız mı idi? PKK ile 'barış görüşmelerini' yürütürken haksız mı idi? Türkiye’nin dış politikası, içerde izlediği barış süreci politikası yanlış mı idi? Nerede hata yapıldı da yolumuza bugün bir Afrin savaşı çıktı?
Bence, tek tek ele alındığı zaman bütün bu olayların hepsinde de haklı idi AK Parti ve Türkiye... Mısır’da  seçimle işbaşına gelmiş bir hükümete karşı darbe yapılmıştı ve Türkiye de buna karşı çıktı... Ne yani karşı çıkmasa mı idi? Suriye’de Arap Baharından etkilenerek ayağa kalkan muhalefeti desteklemenin neresi yanlıştı? 900 kilometre sınırının olduğu bir ülkede kendi halkının üzerine ateş açan bir diktatörü mü destekleyecekti Türkiye? E, o zaman madem ki bütün bu olaylar karşısında Türkiye’nin duruşu doğru idi, hata nerede o zaman, ne oldu da Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olma noktasına geldik, Afrin’de demir attık! Sıfır sorun, değerli yalnızlık falan derken nasıl oldu da kendimizi bir savaşın içinde buluverdik?
AK Parti başlangıçta bir tür “tarihsel uzlaşma” koalisyonu idi...
Bütün bu sorulara aslında “biz nerede hata yaptık”tan başlayarak cevap aramak lazım. Çünkü, AK Parti iktidarları döneminde Türkiye’nin öyle tek bir dış politikası olmamıştır! Olmamıştır, çünkü “kendileri de bunun farkında değiller ama, başlangıçta AK Parti fiilen bir tür “Tarihsel uzlaşma” koalisyonu olarak ortaya çıkmıştı! Bugün, aradan on beş yıl geçtikten sonra, “fabrika ayarlarına” dönmek olarak ifade etmeye çalıştığımız o başlangıç değerlerinin özü burada yatıyordu...
İç dinamikler açısından, arkasına halkın desteğini de alan AK Parti’nin temsil ettiği Anadolu burjuvazisi, eskinin Devletçi büyük burjuvalarının da -en azından sessiz kalarak- desteklediği burjuva anlamda “tarihsel bir uzlaşmayı”, devrimci bir koalisyonu temsil ediyordu... AK Parti’nin başı çektiği -küresel süreçlerle bütünleşmeye yönelik- “Yeni Türkiye” yürüyüşü, eskinin içe kapalı Devletçi, tekelci düzeninde bunalan Anadolu burjuvaları için bir tür hayatta kalma öpücüğü rolünü oynarken, Özal’la birlikte dışarıya açılarak küreselleşen dünyada kendi varoluş koşullarını daha iyi gerçekleştirebileceklerini gören Devletçi büyük burjuvalar için de çekiciydi. İşte, o dönemde burjuvazinin birliğini sağlayan dinamikler bunlar olmuştu. Bu dinamikleri arkasına alan AK Parti iktidarı, içerdeki Osmanlı artığı Devletçi-tekelci düzenden bunalan başta işçi sınıfı olmak üzere bütün çalışanlar için de umut kaynağı olarak onları da peşine takınca “Yeni Türkiye” yolunda büyük bir “tarihsel uzlaşmayı” hayata geçirme yoluna girdi...
Dış dinamik olarak küresel demokratik devrim rüzgarını da arkasına alarak yola çıkan bu AK Parti koalisyonu kısa zamanda Türkiye’ye neredeyse çağ atlattı!
Düşünebiliyor musunuz, Cumhuriyet’in     kuruluşundan AK Parti’nin iktidara gelmesine kadar Türkiye’ye giren küresel sermaye miktarı 20 milyar dolar kadarken, AK Parti iktidarıyla birlikte bu rakam ortalama olarak -o ilk yıllarda- her yıl ülkeye giren küresel sermayeye denk düştü... Türkiye, AK Parti iktidarı altında on yılda üçe katlandı...
Ama sonra bu koalisyon, bu “Tarihsel uzlaşma” platformu bozuldu. Çünkü zamanla, AK Parti’nin içinde Anadolu burjuvazisinin bir kanadını temsil eden jakoben bir uç ortaya çıkmaya başladı. Bunlar, 'madem ki bu işin önderliğini biz yapıyoruz, eski satatükoyu deviren biz olduk, o halde bu işin kaymağını da biz yemeliyiz' diyerek bindikleri tarihsel uzlaşma dalını kesmeye başladılar…
Türkiye’nin dış politikasındaki değişim…   
O ilk dönemde Türkiye’nin dış politikası tek     bir cümleyle şöyle özetleniyordu: 'Türkiye bütün Ortadoğu ülkeleri için örnek-model ülke haline gelmiştir.'
Ama bu, Türkiye’nin dayatması sonucunda ortaya çıkan siyasi bir sonuç falan değildi! Batı’lı ülkelerin de içinde olduğu birçok ülkenin  objektif kriterlere bakarak vardığı bir sonuçtu. Bunda şüphesiz, Türkiye’nin insanların vicdanına, adalet duygusuna hitab etmesinden kaynaklanan, 'yumuşak güç' denilen yeni tipten bir gücü temsil etmesinin  büyük payı vardı. Öyle ki, ele geçirdiği bu 'yumuşak güç' sayesinde Türkiye bu dönemde hiç kimsenin iç işlerine karışmadan adeta 21. yüzyıl siyasetinin sesi haline gelmişti. Düşünsenize, bir Obama bile daha seçilir seçilmez ilk dış gezisini Türkiye’ye yaparak, parlamentoda Türkiye’yi bütün Ortadoğu için 'model ülke' ilan eden tarihi bir konuşma yapıyordu. İşte o 'One Minute'ler, o 'Dünya beşten büyüktür'ler, o Mısır’da darbeye 'darbe' diyebilmeler, Libya’da 'dışardan müdahaleye karşıyız' diyerek Libya’ya karşı oluşturulan koalisyona karşı direnmeler, keza Suriye’de, 15 milyar doları bulan ticari ilişkilerine rağmen Esed’e 'kendi halkına kurşun sıkma, reform yap' diyerek karşı durabilmeler hep bu dönemin ürünü oldu. Öyle ki, bu dönemde Erdoğan adı bile Ortadoğu’da adeta bir bayrak gibi idi. Onun Mısır’da Tahrir meydanında toplanan kalabalığa canlı hitabını düşünün, müthiş bir şeydi bu!
Peki, Türkiye Ortadoğu ülkeleri için neden 'model ülke' olmuştu?
Daha önce bunu şöyle açıklamışız: Biliyorsunuz, Arap Baharına sahne olan bütün o Arap ülkeleri hep Osmanlı'ya dahildiler... Bu nedenle, bunların tarihsel gelişme süreçleri arasında  büyük benzerlikler vardır. Batılılaşma ve kültür ihtilali süreçleri hep aynı diyalektiğe tabi olmuştur... Hepsinde de, eski devletçi yapıya bağlı olarak yukardan aşağıya doğru  gelişen ve bu devletçi yapıya eklemlenen devletçi bir kapitalizm vardır. Ve de tabi, bu ülkelerin hepsinde, bütün bu süreçlerin diyalektik anlamda inkarı olarak -İslami bir şemsiye altında da olsa- aşağıdan yukarıya doğru gelişmeye çalışan burjuva anlamda demokratik devrimci bir halk hareketi vardır. Bunlar hep ortak olan yanlar... Aslında benzerlik bu kadarla da kalmıyordu, buralarda, 'yeni' ile 'eski' arasındaki sınıf mücadelelerine ek olarak bir de bununla içiçe geçen kültürel mücadeleler vardı. Bir yanda, statükoyu temsil eden Devlet sınıfı ve ona eklemlenen Devletçi burjuvaziyle birlikte, Oryantalizmin 'Batılılaşma' potasında yeniden şekillenmiş antika Devletçi bir kültür, diğer yanda ise, buna karşı aşağıdan yukarıya doğru reaksiyoner -dinsel, geleneksel- bir çerçeve içinde oluşan, ama paradoksal bir şekilde 'yeniyi' de kendi içinde barındırarak gelişen burjuva anlamda demokratik bir halk devriminin kültürel kodları. Mücadele bu iki cephe arasında başlar ve devam eder hep.  Türkiye’de de, Tunus’da da, Mısır’da da, Suriye’de de olan budur  aslında...
Sonra, Türkiye’de 'AK Parti devrimiyle', Arap ülkelerinde de "Arap Baharı’yla" birlikte o eski statüko devrilince bir yol ayrımına gelindi ve iki yol çıktı ortaya...
Birinci yol için tipik örnek Mısır’da Mursi'nin liderliğini yaptığı hareketin izlediği yol oldu...
Burada, başlangıçta varolan ve statükonun devrilmesinde baş rolü oynayan o 'tarihsel uzlaşma' zemini kısa bir süre içinde, daha ayaklarını yere basmadan ortadan kaldırıldı. Devrimin jakobenlerini temsil eden İslamcı kanat unsurları, her ne kadar bir seçimle zaferlerini taçlandırmış olsalar da, devrimi mümkün kılan o 'tarihsel uzlaşma' sürecinin henüz daha kalıcı bir şekilde demokratik parlamenter bir platforma oturmadığını, yaşanılanın özünde halâ bir geçiş dönemi süreci olduğunu dikkate almadan -bütün demokrasi güçlerinin oy birliğiyle oluşan demokratik anayasal bir platform ortaya çıkmadan- her şeyi tek başlarına belirlemeye çalışarak yola devam etmek istediler... Sonuç ortada! (Buradaki "demokrasi güçleri" kavramı, farklı görüşlere sahip oldukları halde başlangıçta Devlet sınıfına ve darbeciliğe karşı olan herkesi kapsıyordu...) 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.