Haftada iki binin üzerinde insan ölüyor

TABLODA rakam yürekte ACI maskeye mesafeye BAKAN nerede? Tam olarak ülke halinde bu durumdayız Farkında Mıyız o da ayrı. Bakın kısa ve öz söyleyeyim. Şu anda itibaren daha ileri aşamada bir KAPANMA şart. Kalabalıkları azaltmadığımız sürece, virüsü beslemeye devam ederiz. Son 24 saatte resmi filtre edilmiş rakamlara göre Türkiye’de her 4 dakikada 1 kişi COVID-19(Coronavirüs) nedeniyle öldü. Başka bir ifadeyle; Türkiye’de son 24 saatte 2 adet Boeing 737-800 uçağı düştü ve yolcuların tamamı öldü. Ama memlekette yaprak kımıldamıyor. Ölü sayıcısına dönüştük!.. İçişleri Bakanı; bir Milli Bayramda daha sokağa çıkma yasağı ilan etti. Nedeni Pandemi kalabalığı evet haklıdır. Ama aynı bakan birkaç gün önce gittiği Nur Cemaatine ait olduğu söylenen lebaleb cenazede 30.000 kişiyle namaza durdu ve tek kişiye ceza kesilmedi. Cenazenin imamı ise Diyanet İşleri Başkanıydı. Hangi birini sayalım. Kısaca her ne kadar “ölenle ölünmez” dense de, bu zihniyet bizi ölenle öldürüyor.

6 günde 2 bin 352 ölüm


Son altı günde resmi açıklamaya göre virüsten 2 bin 352 ölüm gerçekleşti. Günde ortalama 392 kişi can verdi. Dün itibarıyla toplam ölüm sayısı 37672.Bakın vefat sayısının azalması için ağır hasta sayısının, ağır hasta sayısının azalması için hasta sayısının, hasta sayısının azalması için vaka sayısının azalması gerekir. İstanbul'da son hafta ölümler 2015 - 2019 ortalamasının %80 üzerine çıktı, 1.117 insan fazladan öldü. 9 Mart'ta başlayan artış devam ettiği takdirde önümüzdeki iki hafta boyunca 2.600-3.400 arasında insan fazladan ölecek. Bunların hepsi yükselirken, vefat sayısının azalması beklemek maalesef gerçekçi değil.
 

Mızrak çuvala sığmıyor

Her hafta en az iki bin kişi ölüyor. Yüksek sesle söyleyince çok vahim. Düşününce de çok vahim Covid-19 verilerine göre önceki12-19 Nisan haftasında günlük ölüm ortalaması 284'e çıktı, Bu hafta rakam 392'ye yükseldi.Haftalık ölüm sayısı üç bini zorluyor. Ne yazık ki ölümlere yeni bir zirve gördük. Kontrolsüz ve yüksek yayılım sürüyor.Mevcut önlemlerle yüksek yayılımı kontrol altına almak zor. Sahadaki gerçeklerin, tablodaki yüzdeden farklı olduğuna her gün tanık olunduğundan tüm sağlıkçılarla birlikte, bir müddet tam kapanalım, hastanelere baskıyı azaltalım diyoruz. Diyoruz da, biz söylüyoruz, biz işitiyoruz; sonra da istenmeyen kişi ilan ediliyoruz.
Türkiye’nin risk haritası neredeyse tamamen kırmızıya büründü. Yoğun bakımlardaki doluluk oranlarına dikkat çeken İstanbul Tabip Odası, "Sağlık sistemi çökme noktasına geldi, yoğun bakımlar tamamen dolu... Gerçekten çok ama çok büyük hatalar yapılıyor. Bu hataları, rakamları gizleyerek, rakamlarla oynayarak telafi etmeye çalışıyorlar ama mızrak çuvala sığmıyor" ifadelerini kullandı.
 

2020 cennetmiş meğer!


Şimdi dönüp 2020 ilkbaharına baktığımızda ve bir yıl sonrasında ortalığı kaplamış olan ağır tabloyla kıyasladığımızda, aslında durumun bugünkü ölçülerdeki kadar korkutucu olmadığı gibi bir sonuca da varabiliriz. Sağlık Bakanlığı’nın verilerine baktığımda, birinci dalgada en yüksek vaka sayısına 11 Nisan 2020 tarihinde 5 bin 138 vaka ile ulaşıldığını fark ettim. Oysa bundan on gün kadar önce, geçen 11 Nisan’da vaka sayısı 50 bin 678’e çıkmıştı. Geçen yıla kıyasla on kat fazla vaka diyebiliriz. Birinci dalgada en yüksek kayıp sayısı 19 Nisan 2020 tarihinde, yani geçen salı gününün bir yıl öncesinde kayda geçmiş. Tam 127 vatandaşımız hayatını kaybetmiş o gün. Buna karşılık 19 Nisan 2021 tarihinde, yani bu hafta başında pazartesi günü 341 insanımız öldü. Neredeyse 2.6 kat fazlasıydı. Özetle, bir yıl önce yaşadığımız felaketin çok daha büyüğünün içinde savruluyoruz bugün...Buna karşılık, tam bir yıl sonra Türkiye üçüncü dalgayı oldukça sert bir şekilde yaşarken, Avrupa ülkelerinin büyük bir bölümünde salgının seyrinin aşağı doğru inmekte olduğunu, hatta bazılarında sönümlendiğini söylemek mümkün. Tabloları incelerken gözüme çarpan bir başka nokta daha oldu. Türkiye’nin on gündür genellikle üzerinde seyrettiği 60 bin eşiğine geçen bir yıl içinde çok az Avrupa ülkesinde rastlanmış. Bu rakamlara bakıldığında, yeni vaka sayıları itibarıyla, Türkiye’nin bugün önde gelen Avrupa ülkelerinin salgında daha önce geldikleri pik noktalarının -bir iki istisna dışında- bir hayli üstüne çıktığını görüyoruz
 

Kural ile kuralsızlık kol kola


Kurallarla kuralsızlığın iç içe geçtiği, tanımlaması güç, Türkiye'ye özgü bir manzara var karşımızda. Toplumda salgınla mücadele açısından zorunlu olan caydırıcılığın yaratılmasını ve bunu sağlayacak iletişimin kurulabilmesini de önlüyor bu çelişkili durum. Bu tablonun nüfusa göre yeni vaka yoğunluğunda dünyada en tepeye çıkmış ülkede yaşanmasını anlayabilmek mümkün değildir.
Türkiye kısır döngünün ekonomik sıkıntının çemberinde çaresizce  salgının yayılmasını sonrada durmasını bekliyor maalesf tablo bu.Alınan önlemler rağmen geçen hafta yayınlanan tablo ibret vesikası ama kimse hareket geçelim demiyor. Günlük sokağa çıkma yasağının ben işe yaradığını da düşünmüyorum.Nedeni gayet basit ev içi bulaş tavan yapıyor. Gün bitimi hele İstanbul'da toplu taşıma araçlarının halini gördükçe bu kabus nasıl düzelecek diye sormadan edemiyorum.
 

Ölümler yüzde 58 arttı!


TTB, 14-20 Nisan tarihleri arasında Türkiye'nin nüfusunun yüzde 55'ni oluşturan 21 ilde gerçekleşen fazladan ölüm sayılarının, geçen üç yılın ortalamasından yüzde 58 fazla olduğunu duyurdu.TTB’nin Twitter hesabından iki istatistik ile yapılan paylaşımda bu kentlerin nüfusu ve insidansına göre Türkiye'ye projeksiyonu yapıldığında günlük ortalama fazla ölüm sayısının 500 ettiği, aynı dönemde açıklanan resmi Covid-19  günlük ortalama ölüm sayısının 308 olduğu belirtildi.
 

Düşüşten söz etmek

toplumu aldatmaktır


Paylaşılan tabloda İstanbul’da son haftada bin 117 fazladan ölümün önceki 5 yıl ortalamasından yüzde 80 fazla olduğunu belirten TTB, “Bu tabloda ‘vaka sayısındaki düşüş'ten bahsetmek, açıkça toplumu aldatmaktır!” ifadelerine yer verdi.
TTB'nin paylaştığı 21 il ve tespit edilen bir haftalık fazladan ölümler şöyle:
İstanbul 1117, İzmir 214, Bursa 187, Kocaeli 131, Ankara 92,  Konya 70, Malatya 65, Gaziantep 59, Kahramanmaraş 41, Sakarya 39, Çorum 36, Sivas 35, Trabzon 33, Elazığ 30, Hatay 23, Bandırma 21, Tekirdağ 19, Denizli 18, Osmaniye 17, Kayseri ve Uşak 12.
 

Bakan da yoğunluğu doğruluyor
Koca, söz konusu illerin sağlık müdürleri ve valileri ile toplantığı yaptığını aktardığı Twitter paylaşımı sonrası yoğun bakım doluluk oranlarını şöyle açıkladı: “İstanbul’da yoğun bakım yataklarımızda doluluk yüzde 71.4. Çanakkale’de yüzde 67.1. Tekirdağ’da yüzde 73.5. Kırklareli’nde yüzde 69. Yalova’da yüzde 55.4. Vaka sayılarının artışı, sağlık çalışanlarımızın yükünü de oransal olarak artırıyor.”
 

Salgın felakete dönüşüyor:

sorumlusu kötü yönetim


Sağlık Bakanı Koca kovit salgınında felakete dönüşen tırmanıştan “84 milyon sorumlu” diyor. Oysa ABD başta olmak üzere düyadaki örnekler artış ya da azalıştan siyasi iktidarlar ve salgın yönetiminin sorumlu olduğunu gösteriyor.
Koronavirüs Covid-19 salgını felakete dönüşüyor. Sağlık Bakanlığı 19 Nisan’daki ölüm sayısını 341 olarak açıkladı. Günlük hasta sayısı ise 60 binin üzerine yerleşmiş görünüyor. Ankara’da, İstanbul’da hastanelerdeki yoğun bakım yatakları doluluk sınırına yaklaşıyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bu berbat tablodan “84 milyonu” suçluyor. Hayır, sayın Bakan. Pandeminin felakete dönüşmesi siyasi nedenlere bağlı, tek sorumlusu da kötü yönetim, yani sizlersiniz.
Türk Tabipler Birliğinin 19 Nisan gecesi yayınladığı 10 saniyelik bir video-grafik her şeyi açık seçik gösteriyor; bu bağlantıya tıklayarak görebilirsiniz. Grafik, 22 Ocak-17 Nisan 2021 tarihleri arasında, belli ülkelerdeki her 1 milyon kişideki doğrulanmış Covid-19 enfeksiyonu sayısını gösteriyor.
22 Ocak’ta Türkiye’de her 1 milyon kişideki vaka sayısı 90’lar düzeyinde görülüyor. O sırada, örneğin ABD’deki vaka sayısı her milyonda 550’nin üzerinde, İngiltere’de 600’e yakın.
17 Nisan’da ABD’deki vaka sayısı, her milyon kişide 200’ün, İngiltere’de 50’nin altına düşmüş, Türkiye’de ise 700 sınırına dayanmış.
 

Felakete reçete

kötü yönetim


Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu görünümü hâlâ “başarı” diye anlatadursun, biz bu felakete nasıl geldiğimize bakalım. Ve bu durumun tek sorumlusunun siyasi irade, nedeninin de kötü yönetim olduğunu iki somut örnekte görelim.
İlk örnek ABD. ABD’de Joe Biden koltuğu Donald Trump’tan 20 Ocak’ta aldı. Birinci önceliğinin kovit salgınıyla mücadele olduğunu açıkladı. Seçimi kovitle mücadeledeki cahil ve kötü niyetli yönetimi nedeniyle kaybettiğini hâlâ anlamayan Trump’ın önem vermediği test ve aşılamayı birinci öncelik yaptı. Sonuç ortada, hastalığın yayılması süratle geriledi.
 

Açılım saçılım

sonumuzu getirdi


İkinci örnek Türkiye. 2020’de salgın tam Mayıs-Haziran gibi kontrol altına alınmışken Kasım-Aralık’ta ikinci patlamaya maruz kalmamızın nedeni Temmuz’daki Ayasofya ve Kurban Bayramı açılımları olduğu ileride daha iyi anlaşılacak. Ama Ocak ortasında milyonda 90’lar düzeyindeki vaka sayısının Şubat ortalarına dek 90-100 seviyesinde az çok sabit gittiği görülüyor grafikten. Şubat ortalarından itibaren inanılmaz bir tırmanış başlıyor. Bu tırmanış, Erdoğan’ın AK Parti il kongrelerinin Mart sonuna dek mutlaka bitirilmesi talimatı vermesiyle eş zamanlıdır. Hastalığın yeniden yayılmaya, Erdoğan’ın bizzat katıldığı ilk kongrelerden olan Doğu Karadeniz bölgesinden başladığı yolundaki Sağlık Bakanlığı verileri de eşzamanlıdır.
 

Salgın kongrelerle

eşzamanlı tırmandı


Erdoğan, kendi koyduğu yasakları “lebalep” doldurduğu kongrelere övünen, vatandaş vefat eden yakınını alelacele, tek başına toprağa verirken, omuz omuza cenaze törenlerine katılan, sorusunu duymadığı muhabire “çıkar şu maskeyi ya” diye çıkışan kötü bir yönetim sergiledi.
Sanki yasakları kendisi değil, dış güçler, üst akıl, ya da muhalefet getirmişti, kendisi de AK Parti kitlesi başta olmak üzere halkı yasaklardan azat eden bir kurtarıcıydı.Bilim insanları bir defa tam kapanmanın hem salgının kontrolü hem de ekonominin daha az zarar görmesi bakımından daha doğru olacağı uyarılarına kulak asılmadı. Hâlâ da asılmıyor. Hem hastalık felakete doğru tırmanıyor hem de -büyük sanayici değilse de- hem iş hem işçi örgütleri artık itirazlarını açıkça dile getirecek denli sıkıntı; artan işsizlik ve geçim sıkıntısı da cabası.
Sonra Erdoğan kabinesi üyeleri kalkıyor, bu manzaradan “Temizlik-maske-mesafe” kurallarına tam uymayan halkı sorumlu tutuyor. Ön tekerlek nereye giderse arka tekerler onu izliyor işte.
Dolayısıyla, hayır Sayın Bakan. Felakete giden bu tablodan 84 milyon sorumlu değil. Sorumlu olan kötü salgın yönetimi, sorumlu olan sizlersiniz.
‘Sağlık sistemi çökme noktasına geldi’
 

SEFERBERLİK GEREKİRKEN

YOKMUŞ GİBİ DAVRANMAK!


Hükümet vatandaşlardan cenazelere en fazla 8 kişi katılmasını isterken, Nur Cemaati üyelerinden Hüsnü Bayramoğlu’nun 20 Nisan’daki cenaze namazına katılan binlerce kişi arasında İçişleri Bakanı Soylu, Diyanet İşleri Başkanı Erbaş ve İstanbul Valisi Yerlikaya da vardı.. Türkiye paralel evrenler ülkesi. Bir yanda her gün resmi rakamlarla 350 canın kaybolup gitmesine, 50 bin-60 bin kişinin hastalanmasına yol açan bir salgın. (23 Nisan’da ölüm sayısı 343, vaka sayısı 349.438 idi) Dolu yoğun bakımlar, yoğun bakımda yatak olmadığı için özel hastanelerde bile koridorda sedye üzerinde “takip edilmeye” çalışılan yoğun bakımlık hastalar. Bezmiş, tükenmiş, buna rağmen canını dişine takıp durumu kontrol etmeye, bir can olsun kurtarmaya çalışan sağlık personeli.
Diğer yanda yüzlerce kişinin, omuz omuza saf tuttuğu bir cenazede bir Bakan. Bilinmeyen bir zamana bırakılmış, bilinmeyen kıstaslara göre alınacak “daha sıkı” tedbirler olduğunu ima eden ve sonra da olayla hiç ilgilenmeyen bir salgın yönetimi. Gerçekten yönetmeyi düşünüyorlar mı? Salgını?
 

SALGINLA MÜCADELE

SAVAŞA BENZER


Başarılı ülkelerden biri olan Güney Kore’nin salgın mücadelesi stratejisi iki çok önemli nokta ile gelişti. Salgın yönetimi liderliğinin her gün sabah düzenli toplandı ve bu toplantıların aynı gün, sabah ve öğleden sonra belli saatlerde televizyonlardan yayınlandı. Çok önemli bir şeffaflık örneği.
Ama onun ötesinde bir salgın, aynen bir savaş gibi an ve an takip edilip, enerjik bir şekilde duruma uygun tedbirler alınmasını gerektirir. Bizde olduğu gibi uzun süre uykuya yatıp sonra arada bir hatırlanabilen bir şey değildir salgın. En son durumun gerektirdiği bilimsel tedbirler yerine, önceden başka mülahazalarla belirlenmiş bir iki yetersiz kısıtlamayı duyurarak yenemezsiniz virüsü.
Salgını kontrol etmekte başarılı olmuş farklı politik rejimleri, farklı ekonomik güçleri, farklı büyüklükte nüfusları, farklı gelişkinlikte sağlık altyapıları ve insan kaynakları olan ülkelerin bir ortak noktası daha var. O da, bilimsel gerçekleri, sınanmış ve etkili olduğu kanıtlanmış yöntemleri, kendi koşullarına uygun bir şekilde kullanmış olmaları. Kimisi çok erken ve enerjik davranarak hiç kapanma yapmadan kontrol sağlamış. Kimisi bulaşmanın yaygınlığı, filyasyonla sınırlanamayacak noktaya ulaşınca ulusal ya da bölgesel dört haftalık tam kapanmalar yapmış. Ama hangi yolu seçerse seçsin, hepsi hızla ve enerjik bir şekilde, ülkedeki bütün güçleri, yerel yönetimleri, sivil toplumu, özel sektörü vb. harekete geçirebilmişler.
 

YAPILMASI GEREKEN NE

VARSA, TERSİNİ YAPMAK


Biz ise geçen yaz ve sonbaharı bir yana bırakalım, vakaların tekrar yükselmeye başladığı Ocak’ın üçüncü haftasından beri, mantık ve bilime göre yapılması gereken her şeyin tersini yapıyoruz. Vaka sayıları yükselirken, bunların yükselmesini önleyememiş etkisiz tedbirleri etkililerle değiştirmek yerine, onları da gevşetiyoruz. Bu gevşeme toplumu daha da gevşetiyor. Üstüne üstlük, örnek olması gereken yetkililer kalabalıklar içinde fotoğraf vererek, hatta bunları teşvik ederek olumsuz mesajlar gönderiyor. Mart başındaki gevşemeden sonra bulaşmanın daha da hızlandığı görülüyor.
Aldıran yok. Devam ediyoruz.
Nihayet Nisan başında salgın çığırından çıkınca yine tedbir almıyoruz, sadece alınacağını ilan ediyoruz. İleri bir tarihte. Hareketsiz beklemeye devam ediyoruz. Beklenen ileri tarih gelince tedbir paketinden çıka çıka, daha Ocak ayında bulaşmanın artmasını önleyememiş, devlet memurlarına esnek mesai, ve gece sokağa çıkma yasağının iki saat öne çekilmesi çıkıyor. Daha önce denenip, bulaşmanın hızlanmasını önleyememiş tedbirleri değerlendirmek için iki hafta daha bekleyeceğimizi söylüyoruz. Sonra salgını kendi haline bırakıyoruz. Diğer bir deyişle her 15-20 kişiden birisinin aktif bulaştırıcı olduğu şehirlerde vatandaşlarımızı virüsün önüne kurban olarak sürüyoruz. Ve hala bekliyoruz. Beklediğimiz her gün giderek daha çok insan ölüyor. Üstelik, bütün bu bulaşmayı bugün sıfırlasak bile bu ölüm sayılarının en az 3-4 hafta daha devam edeceğini biliyoruz.
 

SALGIN YÖNETİMİ

YÖNETEMİYOR!


Bu gidiş kendiliğinden durmayacak. Virüsü kendi haline bırakırsak her seferinde bir üst basamakta, her seferinde daha yüksek rakamlarla daha büyük acılar yaşayacağız. Şimdi, çok yakınlarına gelmiş hastalık ve ölümden korkmuş insanlar çekilebilecekleri kadar geriye çekildikleri için belki artış hızı biraz zayıflayacak. Ama memleketin her köyüne, her sokağına yayılmış virüs bu tedbirlerle de, 23 Nisan için ilan edilen üç günlük sokağa çıkma yasağıyla da kontrol edilemeyecek. Bu tür kısa süreli (virüsün kuluçka döneminin iki katı olan 28 günden daha kısa) sokağa çıkma yasakları yalnızca ev içi bulaşmayı hızlandırıp bulaştırıcıların sayısını birden ikiye, ikiden dörde çıkaracak.
Bu salgın yönetimi bu salgını yönetemiyor. Yönetmekle ilgilenmiyor da. Virüsle pazarlık edebileceğini, virüsü kendi takvimine uydurabileceğini sanıyor. Öncelikleri yanlış, üstelik salgını kontrol edemezse kendi önceliklerini bile (mesela turizmin canlanmasını) sağlayamayacağını görmüyor. Bizim doğru belirlenmiş önceliklere, bilimin önderliğine, vatandaşların hepsinin sağlığını ve iyiliğini gözeten tedbirlere ihtiyacımız var. Ekonomimiz ne kadar kötü olsa da güçlü bir insan birikimimiz, dayanışma kültürümüz var. Hepimizin giderek imkânsız hale gelen virüsten bireysel olarak kendimizi korumak dışında, bir ülke olarak bu salgının üstesinden nasıl gelebileceğimizi, buna nasıl katkıda bulunabileceğimizi düşünmesi gerekli. Hükümet salgınla mücadeleye toplum katılımını sağlayamadı. Doğrusu, bunun olmasını istediklerinden bile emin değilim. Ama salgınla mücadelenin en önemli koşulu bu. Toplumun çözümlere katılması şart. Kim bilir bazen de çözümü bulup göstermesi gerekiyor galiba.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi