Hasan 2, Salak Osman 4

Kısa adı; H2SO4

Ne bu? Sülfrik asit molekül formülü. Korkmayın, kimya dersi yapmayacağız. Sadece Sülfirik asit formülünü, Hasan’a ve Osman’a 'salak' diyerek ezberletilmiş bir neslin çocukları olarak, eğitim sistemine biraz gireceğim. Haksızlık etmeyeyim, 1990’lı yıllara kadar eğitimini tamamlamış olanlar, sonrakilerden biraz daha şanslı/şanslıydık.

***

Yıllardır bu bozuk, bir türlü düzeltilemeyen eğitim (sizlik) halleri ne olacak diye, kaybettiğimiz nesiller adına üzülürüm.

Yine böyle bir gün, karşılaştığım bazı durumlar sebebiyle aklıma neler neler geldi...

Seneler önceydi, bir dönem Anadolu Rock sanatçımızlardan Erkin Koray’ın eğitim sistemini protesto etmek amacıyla kızını okuldan aldığını okumuştuk dergilerde, gazetelerde. Evde kendi belirlediği programa göre eğitimine devam ettireceğini söylemişti. Bu o zamanlar yaşım itibarıyla benim anlayabileceğim bir durum değildi.

Şimdi okullara ve eğitime baktığımda, böyle bir karar almak zorunda olsam, bugün bunu bende tercih edebilirdim diye düşünüyorum.

***

Bir şeyler yapmaya çalışıyorlar, fakat, 'öyle/böyle, olmadı bir de bunu deneyelim' derken, zarf üzeri yazamayan, basit bir dilekçeyi bile kağıda dökemeyen, kompozisyon yazamayan çocukları eğittik(!) deyip ellerine diplomaları verdik. Bana sorarsanız istatiksel rakamlara bile gerek yok, okuma-yazma oranın da artış olmadığını düşünüyorum. Televizyon programlarında rakam yazamayıp çizgi çekerek puan verenleri, resmi dairelerde imza atamayıp parmak basanları sıkça görüyorum.

Verilere göre, özgürlükte, demokraside olduğu gibi, eğitimde de son sıralardayız. Hatta, ne acıdır ki, okuduğunu anlamayanlar sıralamasında da...Hata, o pırıl pırıl zihinlere sahip çocuklarda değil, eğitim sisteminde.

***

Finlandiya’nın eğitim konusundaki başarıları gündeme çok geliyor. Bizim ülkemizden heyetlerin sık sık buraya inceleme yapmak için gittiklerini de biliyoruz. Finlandiya Eğitim Sistemi nasıl bu kadar başarılı olabilmiş peki?

Beyaz Zambaklar Ülkesi” kitabını okudunuz mu? İşte, o sistemi anlamak için bu kitabı sindire sindire okumanızı tavsiye ederim.

Önsözü kısaca şöyledir; “Bu kitap tüm yoksulluğa, imkansızlıklara, ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; Askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne sermektedir.”

***

Kitabın yazarı, Grigory Petrov, “Eğer gençliğin ruhunu, bakımsız bir tarla gibi kendi haline bırakırsanız orada yabani otlar ve dikenler biter.” diyerek başlar kitaba. Bu kitap 1925 yılında Bulgar Eğitim Bakanlığı tarafından kitlelere önerilir, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrilir. Atatürk, bu kitabın ülkedeki tüm okullarda okutulması, askeri okulların müfredatına derhal konulması talimatını verir.

Yazar Grigory, Finlandiya’daki gözlemlerini anlatırken, şöyle tanımlar;”Bu insanları inceleyecek olan biri, onların sanki dünyamıza ait değil de başka bir gezegene ait olduklarını zanneder.”

***

Bu ülkeyi gözlemler ve kendi ülkesi ile kıyaslar. “Fin istasyonu pırıl pırıldır. Her yolcu kendi numaralı yerine oturur ve asla kavga gürültü yaşanmaz. Kimse yüksek sesle konuşmaz. Bu insanlar her şeyden önce başka insanların özgürlüğünü düşünürler. Orada özgürlüğün değeri büyüktür(...)”

***

Finlandiya’da bindiğiniz tramvaylarda biletçi ve kontrolör görmezsiniz. Yolcular ulaşım ücretini bir kutuya atar ve dilediği yere seyahat eder. Bir Fin öğretmeni bana bunu şöyle izah etti; Eğer halka güvenmeyip de Rusya’da olduğu gibi biletçi veya kontrolcü kullanmak isterseniz, kontrolcüleri de kontrol etmek gerekir. Biz kontrolcüye değil, halkımıza inanırız, insanımıza inanırız.”

***

Finlandiya eğitim sistemini burada hayata geçirmek, bu şartlar altında oldukça zor. İşte bunu anlamıyorlar. Sistemin doğru düzgün işlemesi için, kökten değişim şart. Eğitimin yanında, öncelikle sağlıklı bir“öğretim”de gerekli. Amaç; Saygılı, sorgulayan, araştıran, çok okuyan, korkmayan özgür bireyler yetiştirmek olmadıktan sonra, gidip incelemenin mantığı kalmıyor.

Biz de ne oluyor?

Yazabilen, eli kalem tutan, sorgulayan, araştıran insanlara ceza, gözdağı verip cezaevlerine tıkıyorlar! Geçtiğimiz günlerde, gazetecilik yapan Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç, Murat Ağırel, yaptıkları haberden dolayı tutuklandılar. Düşünceler ve kalemler hapsedilebilir mi?

***

Dünyayı saran virüs paylaşımlarını Emniyet inceliyor, “Savaşa hayır” diyen suçlu ilan ediliyor, Dünya Kadınlar Günü'nde kadınlar yürüyüş düzenliyor biber gazlarıyla, saçlarından yerlerde sürüklenerek karşılığı veriliyor.

Ne yazık ki, ülkemiz adına utanç verici olaylar yaşıyoruz.

Düşünmek yasak, konuşmak yasak! Zaten artık tepki vermeyi bile unuttuk, sindiriliyoruz.

Bence idareciler, yöneticiler ve halk olarak önce şuna karar vermeliyiz; Geri kalmış, özgürlükleri hapsedilmiş toplum olarak mı varlığımızı sürdürmek istiyoruz?

Eğitim, bu noktada başlıyor...

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi