Tülay Hergünlü

Tülay Hergünlü

Helali haramı ortaya karışık yapıp yiyebilirsiniz

Bir kanalda, kerameti kendinden menkul, adının başında profesör unvanı olan bir ilahiyatçı hocaya vatandaş kredi faiziyle ilgili bir soru soruyor; aynen alıyorum:


 

“Ağabeyim annemden habersiz kredi çekmiş. Birlikte yaşıyorlar. Annem, çocuklarına bakıyor, onlar çalışıyor. Şimdi çok üzgün… Kredi parası haram, yiyip içiyoruz diye bana günahı var mıdır diye soruyor.”


 

Şimdi hocanın verdiği cevabı, noktasına, virgülüne dokunmadan yine aynen veriyorum:


 

“Kredi faizi haramdır. Bir insan faizden öbek öbek kaçacak çünkü Allah’a ve Resul’üne savaş açmış gibi günahtır. Eve getiriyor, biz ondan yiyip içiyoruz; bunu biliyoruz ama ona her seferinde hatırlatacaksın, bize haram getirme, bize helalinden çalış getir. Ha kredi çekmiş ama başka bir iş de yapıyor, başka işten de kazanıyor, çalışıyor. Bu insanın yemeğinden yenir, o yaptığı haram, günah kendisine aittir. Sen de mecbur değilsen onun yemeğini yemezsin ama mecbursan, aynı evdeysen o adamın başka helal işleri de varsa, o işlerinden dolayı senin yediğin haram olmaz.”


 

Evet, işte soru, işte cevap… Şimdi bakalım durumumuz neymiş!


 

Bir ülke yönetiminde birinci amaç o ülkede yaşayan insanların yaşam kalitesini artırmak olmalıdır. Eğer o ülkede uygulanan ekonomik kalkınma modeli geniş kitlelerin yoksullaşmasına, bölgeler arasında aşırı dengesizliğe ve doğal çevrenin tahribine, dolayısıyla da toplumsal gerilimlere neden oluyorsa, o ülkede ekonomi kötüye gidiyor demektir.


 

Bu ne anlama geliyor? Eğer bir ülkede işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk en üst seviyelere çıkmışsa, küçük bir kesim aşırı derecede zenginleşirken, milyonlarca insan açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyorsa, milli paranın değeri yerlerde geziyorsa, o ülkede tefecilik ve banka faiz sistemi her kademede devreye girer. Hal böyle olunca da işini, aşını kaybeden insanlar ya tefecilerin ya da bankaların kucağına düşer; borçlanarak, kredi kartlarına yüklenerek çocuklarının geleceğini tüketir.


 

Burada hocanın bahsettiği faiz, tefecilikten elde edilen aşırı faizdir ki haram olan budur. Verdiği 100 liraya karşılık 400 lira alıyorsa işte o aradaki 300 lira haramdır. Oysaki burada konu bankaya ödenen kredinin faizinin haram olup olmaması ile ilgilidir.

Bankacılık sistemi neymiş kısaca değinelim: Dünyada bankacılık üzerine kurulmuş bir sistem vardır. Bu sistem ile sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve ekonomik büyüme arasında bir bağlantı vardır. Bu şu demektir: Ekonomik büyümede, sosyal ve çevresel alanlarda ilerleme kaydedilmesi için bankacılık sektörüne ihtiyaç vardır. Bankalara yatırılan para ve altın cinsinden kaynaklar, ticari sistemde yatırıma dönüşür. Ülkeler, ithalat-ihracat yaparken bankaları aracı olarak kullanırlar. Her ülkede bankacılık sisteminin işleyişinde gerekli düzenlemeleri yapmakla mükellef olan bir Merkez Bankası vardır. Faiz oranlarını düzenlemek ve vatandaşın parasını enflasyona karşı koruyacak düzenlemeleri yapmak da buna dâhildir.

Biz, konunun daha iyi anlaşılması için örnekler üzerinden gidelim: Elimizde bir miktar birikimimiz var. Evde tutmak istemedik, daha güvenli olacağı için bir bankaya yatırdık. Ancak hocanın biri “faiz haramdır” dediği için korkudan vadeli hesaba yatıramadık. Vadesiz yani faizsiz hesaba yatırdık. Düşer korkusuyla altın ve dövize de çeviremedik. Bir ay sonra, parayı çekmemiz gerekti; elektrik, su, doğalgaz, kira ödemelerimiz var, biraz da market alışverişi yapacağız. Akrabamızın kızı evlenecek, bir de çeyrek altın alacağız.

Paramızı çektik, faturaları ödeyeceğiz, ama o ne! Faturalar zamlanmış. Oysaki bizim elektrik, su ve doğalgaz sarfiyatımız aynı. Hatta bu ay biraz daha idareli gitmeye çalışmıştık… Markette de durum farklı değil. Her şeye zam gelmiş. Neredeyse tüm gıda malzemelerinin fiyatları almış başını gitmiş. Hele o ayçiçeği yağı yok mu; hiç yerinde durmamış. Ay içinde birkaç kez artmış. Bunlar doğal ihtiyaçlarımız, çaresiz alacağız ve ödeyeceğiz. Akrabamızın kızına takacağımız altın için kuyumcuya girdik. Amanın, altın ne kadar artmış böyle! Biz bilememişiz. Keşke parayı çekip altına yatırsaydık. Ama bizde bu şans varken, o da tepetaklak gelirdi.

Peki, neden böyle olmuş? Cevap ortada; enflasyon yükselmiş, paramızın alım gücü düşmüş. Bir ay önce bankaya yatırdığımız paramızın alım gücü ile bir ay sonraki paramızın alım gücü aynı değil; düşmüş… Daha az meyve, sebze, et, kahvaltılık vb. malzemeleri alabiliyoruz. E, ne oldu şimdi? Biz faiz haram diye paramızı vadeli hesaba yatırmadık, ama Cumhurbaşkanı “Faizi düşürün!” diye talimat vermesine rağmen hükümet paramızın değerini koruyamamış, enflasyon artışını önleyememiş. Eğer vadeli hesaba yatırsaydık, paramız en azından enflasyon kadar bir getiriye sahip olacaktı. Yani paramızı koruyacaktık. Hz. Muhammed’in- selam olsun- “Altın ile borçlanın, altın ile ödeyin.” tavsiyesi günümüzün deyimiyle “Paranızın değerini koruyun.” anlamına gelmiyor mu?

Bir örnek daha: Elimizde biraz paramız var ve üstünü banka kredisi kullanarak tamamlayıp, başımızı sokacak bir ev almak istiyoruz. Ama bir başka profesör unvanlı hoca, “Alamazsın! Faizle alınan para haramdır!” dedi. Korktuk, almadık. Bir süre sonra, parayı toparladık ama almak istediğimiz evin fiyatı arttı, paramızın da değeri düştü. Şimdi istesek de o evi alamayız. Ne yapacağız? O, hocaya gidip, “Hadi, sen bize evi aldırmadın, şimdi aradaki farkı sen öde!” mi diyeceğiz. Aslında ödeyip, bizim zararımızı gidermesi gerek ama öyle bir şey olmayacak elbette. Ne yapacağız? Hâlâ kirada oturmaya devam edeceğiz; o hocaya beddua ederek…

Başka bir örnek verelim; pandemi dolayısıyla işsiz kaldık. Gelirimiz sıfır… Ne yapacağız? Çoluk, çocuk aç mı kalalım? Dayanacağız kredi kartlarımıza. Kredi kartının faizi yok mu, var elbette. Hem de hükümet eliyle düzenleniyor; çünkü ülkemizde Merkez Bankası bağımsız değil. Peki, esnafız, salgın nedeniyle iş yerimiz kapatıldı. İş yapamaz duruma düştük. Elemanları çıkarttık ancak, kira ve faturalar durmuyor. Mecburen bankadan kredi kullanacağız. Neden? Çünkü hükümet düşük faizle kredi kullanımı getirdi. E, faizin düşüğü yükseği olur mu? Olmaz… Faiz, faizdir. Başka bir şey daha yaptı hükümetimiz; banka borçlarımızı erteletti sağ olsun ama bankalar faiz alacaklarından vazgeçmiyor. Hükümetimiz de bankalara faizden vazgeçin diyemiyor. Çünkü böyle bir şey mümkün değil. Peki, bu durumda kim suçlu?

İşte bu soruyu, o kerameti kendinden menkul hocaya sormak gerek; biraz daha kıvırması için… Ya da şunu da sormak gerek; senin bankada ne kadar dövizin yatıyor?

Ama hocanın bıçağının iki tarafı da yontuyor. Ne diyor: “Eğer kişinin çalışarak elde ettiği bir geliri de o eve giriyorsa, aldığı banka kredisi ile birlikte yiyorsa helaldir. Ama başka geliri yoksa sadece aldığı kredi ile yemek yiyorsa o para haramdır. Neden; çünkü kredi almak için bankaya faiz ödemektedir.”  Yani, helali haramı ortaya karışık yapıp, yiyebilirsiniz diyor. Tam kafa karıştırıcı ama aynı zamanda da evlere şenlik bir cevap…

Sonuç olarak; “Bekâra karı boşaması kolaydır” der büyüklerimiz. Tuzu kuru hocaların ortaya çıkıp, “Faiz haramdır!” diye bağırması kolaydır. “Vatandaşı, faize ezdiren suçludur!” diye bağırabiliyorlar mı? “Kütük ağlıyordu” hikâyeleriyle saf vatandaşları ayakta uyuturken bankadaki hesaplarını şişirenler bir gün cesaret edip, “Ülkelerini geliştiremeyerek halkını yoksullaştıran, işsiz ve aşsız bırakan, ülkenin kaynaklarını kendisi ve yedi sülalesi ile birlikte, yandaşına yoldaşına aktararak haksız servet sağlayan, faizi sıfırlayamayan iktidarlardır, faizin sorumlusu!” diye bağırabilecekler midir?

Ya da şunu haykırabilecekler midir?

“Dinin direği namaz değildir, dinin direği dayanışmadır, paylaşmadır. ‘Sarp yokuşa’ tırmanmadır. Her Cuma, camilerde saf tuttuğu kardeşinin ne durumda olduğunu bilmeden kılınan namazlar, namaz değildir. Hz. Muhammed’in mescidinde ülkenin durumu konuşulurdu, fakir, fukara tespit edilir, ihtiyaçları giderilirdi. Bekârlar evlendirilir, borçlunun borcu ödenirdi. Bizim camilerimiz, Peygamber’in mescidinden çok uzaklaştı!”

Peki, Kur’an ne diyor bakalım:

“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe hayırda erginliğe/dürüstlüğe asla ulaşamazsınız.”  (Âl-i İmrân, 92)

***

Kur’an’da, faiz kelimesi yerine; “makul olmayan artış” (Râgıb el Isfahanî; el-Müfredât) anlamına gelen “riba” kelimesi geçer. Konunun uzmanları tartışa dursun, bizim düşüncemiz şudur:

Ne zaman bu ülke, gelişmişlik seviyesini yükselterek, bankacılık sisteminde faizi sıfırlar ve vatandaşının parasının değerini korur, o zaman faiz, konu olmaktan çıkar. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz ekonomik şartlar buna müsait olmadığı için insanlar bankalara müracaat etmek zorunda kalacaktır. Biz, paramızın değerini korumak zorundayız. Elbette bankalar da, müşterilerinin mevduatlarını koruyacaklar.

Bir sözümüz de bu soruları yönelten vatandaşlarımıza olacak: Sizler, Kur’an’ı inceleyip, hakikatleri araştırmadığınız sürece bu hocalara muhtaç olmaya ve onları zenginleştirmeye mecbursunuz. Kur’an ne diyor; “Hiç düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz?”

Evet, Kur’an’da Allah, aklımızı çalıştırmamızı, çalıştırmazsak üstümüze pislik yağdıracağı uyarısında bulunuyor ve yağdırıyor da…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Tülay Hergünlü Arşivi