Hiçlik üstüne

Uyandı… Yatağında hafiften doğruldu ve esnedi. Mahmurluk ve boşvermişlik içinde kalktı yataktan. Ne yeni gelen gün ne de hava durumu anlam ifade etmiyordu onun için. Fakat yılların verdiği alışkanlıkla gene de perdeyi araladı, camı açtı. Yağmur yağıyordu, gündüze inat karanlıktı her yer. İnatlaşmaları severdi bu yüzden havadan memnun bir şekilde kahvesini yapmak için mutfağa yürüdü. Suyun kaynamasını beklerken bir sigara yaktı ve radyoyu açtı. Tchaikovsky'in Swan Lake Waltz'ına kulak verdi. Gülümsedi… 
Emektar fincanına sıcak suyu ekledi ve kahvesini hazırlayarak, bilgisayarının başına geçti. Hiç umrunda olmayan bir ülkenin gündemine dair haberlere göz atacak, sosyal medyada kimin kimi dürttüğüne tanıklık edecek ve fırsat olursa oyun oynayarak öğle vaktine erecekti…
Öğle vakti camı kapatacak, perdeyi tekrar kendisini görünmez kılacak kadar çekecek, yatağına girecek ve hiçlikten aldığı keyifle kendini yeniden uykuya teslim edecekti.

Saçma sapan bir iş

Günlerden Cumartesi. Hayallerini koydu heybesinin içine. Hafifti heybesi ama bir o kadar anlamlıydı. Güzel geçecekti Cumartesi günü ve sonraki günler. Sevdiği kadar sevilecek, değer verdiği kadar değer verecek ve her şeyden önemlisi iki yıldır ödediği ev kredisini elbet bir gün bitirecek, akşamları iki kadeh şarabın dünyasında noksanlıklarına karşı kör bir tavır takınabilecekti. Herkes gibi umutluydu; umut olmazsa olmaz mıydı yoksa Nietzsche'nin dediği gibi işkenceyi uzatmaktan ileri gitmeyen bir teselli aracı mı? Bunu düşünmeye ayıracak zamanı yoktu. Filozof değildi ve üstelik böylesi lüks fikirlere akıl erdirecek kadar bilgi satın almışlığı da yoktu. Aynanın karşısında saçlarını tararken, bir şarkı mırıldanmaya başladı. “Çocuklar inanın, inanın çocuklar” diyordu şarkıda. Hayaline inandırma telaşındaydı kendini. Oysa çocuklara verilen sözler genelde tutulmazdı. Yoksa tutulur muydu? Önemi yoktu… Lavaboya tükürdü kendinden emin bir bakış daha attı aynaya, kaşlarını çattı ardından gülümsedi. Aynı anda hem sevecen hem kızgın biri olmayı başarabilecek kadar kabiliyetli oluşuna sevindi. Hayalleri heybesinde, işe gitmek için evden çıktı. Şayet şansı varsa belki metrobüste yanına güzel bir kız otururdu. Bunu da hayal hanesine ekleyerek, budalaca işine doğru adımladı…

Belli belirsiz bir yaşam

Hayat aslında bir hayat olmaktan fazlasıdır… Bu lafı ben söylemiyordum. Sıcak ama rüzgarın tenimizi ihmal etmediği şehvet dolu bir gecede, gözlerinin içine bakarak biramı yudumladığım bir kadın söylüyordu. 

Onu her seferinde dikkatle dinliyordum. Bedeni kadar zihni de aydınlatırdı dünyamı. İnsanı şaşırtmak için yaratılmıştı. Daima zıttı düşünür, savunurdu ama inatçılığı doğaldı. Bir keçi gibi tutarlı bir inatçılığı vardı.

Yine böyle bir gün.. Tom Waits “Wrong Side Of Road” isimli şarkısını söylüyor. Her seferinde barmenden bu şarkıyı ister. Nedenini hiç sormadım. Ama muhtemelen bohem ve gündelik hayatı yerden yere vuran fikirlerini destekleyen kendi marşı gibi bir şeydi bu şarkı da. 

Gözlerine bakmakla göğüslerine bakmak arasında gider gelirdim. Ciddiyet ve sululuk arasındaydım çoğu zaman. Bir yandan hayatın ne kadar saçma, tutarsız olduğuna dair realist ve içi felsefe dolu eleştiriler diğer yandan da aslında tüm bu saçmalığa rağmen önümüzde biralarımızın olması ve belki az sonra sevişecek olmamız..

Bir ciddiyet şeridine giriyor gözlerine bakıyordum bir sululuk şeridine sapıyor başka türlü bakıp, düşünüyordum. Oysa o sabitti. Flu bir hayata karşı buz gibi olmaktan ve net olmaktan bahsediyordu. Kesin doğruları olmadığı müddetçe insanın daima dengesini yitireceğini ve sık sık umutsuzluğa düşeceğini savunuyordu.

Bunları dinlemek hoşuma gidiyordu. Zira ben hep tarafsızdım hem onun fikirlerine hem hayata. Küstah bir iki duble içki neyimize yetmiyordu? Ki yetiyordu da. Bizi uyuşturacak, umutsuzluğumuzu gölgede bırakacak nedensiz gülüşmelere sürükleyecek ve birbirimizin içinde özgürce kaybolma rahatlığını bahşedecekti. Bunu o da biliyordu.

Aslına bakarsanız debelenip duruyorduk. İlişkide, hayatta, barda, yatakta, hep debeleniyorduk. Belli belirsiz yaşıyorduk! Hoşnutsuz ve hayatı kendi irademizin kullanımına bırakamamış esir insanlardık. 

İşimizi sevmiyorduk, dünyamızı sevmiyorduk, çevremizdeki insanları da sevmiyorduk. Sadece içmeyi seviyorduk, sadece birbirimizi öpmeyi. Anlık bir mutluluk bizi bekliyordu. Ancak o mutluluğa varırken bile mutsuzluklarımız gündemde oluyordu. Hep dert ediyorduk, hep hayatın boktan bir şey olduğunu konuşuyorduk. Adeta gecenin sonunda yaşayacağımız mutluluğu meşrulaştıracak kadar mutsuzluk çektiğimize dair kendimizi Tanrı’ya ispatlamaya çalışıyorduk. Acizdik, zavallıydık, sarhoştuk ama rahattık…

Şimdi aradan 3 sene geçti.

Artık o barda yok o kadında. Tom Waits dinlemeyeli de epey oldu. Onun bana söylediği ; “Hayat bir hayat olmaktan fazlasıdır” kaldı aklımda. Korkarım hayatım bir hayat olma mertebesine bile ulaşmış sayılmazdı. 

Şimdi o yok, nerede? Ne yapıyor? Bilmiyorum. Ama o bar duruyor, Tom Waits de duruyor tabii ve bira da hala içilebiliyor. Yalnız bir akşam onu düşünüyorum. Haklıymış diyorum. Esaretim sürüyor, fazlalığa ulaşmış değilim.

Budala birçok insan, kendini zeki zanneden bir çok insan, incelikten uzak, estetik fikirlerin alay konusu edildiği ve en fenası umutsuzluğun direkt olarak mağlubiyet sayıldığı kahpe bir zaman…

Şimdi aradan 3 sene geçti evet. Belli belirsiz yaşıyorum ve seni çok özlüyorum…

Tom Waits yalnızlığı

Gene akşam, gene barda oturuyorum, her zamanki gibi bira içiyorum fakat bu kez malt, içinde şeker yok diye ! 

Tom Waits çalıyor gene, bu saatler o hep onun sesi yükselir hopörlerden, ezan kadar kutsal sayılmaz fakat Winamp'in sunduğu ilahi bir ses…

Bir yudum alıyorum biramdan, kocaman bir yudum. Sol elimle ceketimin cebindeki sigaramı çıkarıyorum, paketin içinden bir dal alıp, önümdeki zor yanan çakmak ile yakıyorum . Tam o sırada “ Hold On” diyor ısrarla Waits, duraksar gibi oluyorum, aslında zihnimde acıttığı, cahil bilincimi hissediyorum. 

Biradır Waits, soğuk, soğuk ama bir o kadar sıcaklık veren, bazen inanamayacağın şekilde sefil, viskiye yakıştığı halde birayı tercih eden, bir sigaraya büründüğünde şarkıları, birileri tarafından yakılmayı bekleyen.

Hold On bitiyor, başım ağrıyormuş gibi, alnımı ellerimle büzüştürüyorum, kaşlarımı kaldırıyorum barmene doğru, önümde boşalan biraya bakıp, bir tane daha diyorum…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Anıl Boduç Arşivi