Ali İbrahim Önsoy

Ali İbrahim Önsoy

İktidar zengini seviyor

Ülkemizin devlet yöneticilerinin özellikle son 40/50 yıllık sürede hiç değişmeyen zengini, güçlüyü sevme ve gerçekleri görmeme alışkanlığı giderek artmakta.

1969/70 yıllarında çalışanların açlık sınırında asgari ücretle çalışırken "anayasal hak" olan sendikal örgütlenmesi kısıtlandı. Hükümet yasaların değiştirilmesini talep etti. Çalışanlar ve diğer demokratik kitle ve meslek örgütleri bu kısıtlamaları protesto ettiğinde devlet zenginin yanında askeri, polisi, tankı ve topuyla karşı durdu.

Çalışanların ekonomik ve demokratik hak talepleri sistem içinde insanca yaşamak amaçlı olduğu bilinmesine rağmen sert askeri önlemler alındı. Hükümet bulunla da kalmadı "haklı talepler" toplumda infial yarattıkları için sıkıyönetim ilan eder. Yasaklar ve tutuklamalar başlar. Yönetememenin günahını bedelini çalışanlara ve topluma çektirir.

"Alışmış kudurmuştan beterdir" derler, çok değil on yıl içinde besleyip büyüttüğü belirli yerlere getirdikleri kendisi adına yönetime el koyacaktır 12 Eylül 1980 de. Bu sefer kısıtlama ve yasaklamalar değil ülke yarı açık cezaevi konumuna getirilir. Yeni devasa en büyük cezaevi, en büyük adliye sarayı, en güçlü asker ve polis yaratıldı. Yurttaşlara akşam belli bir saatten sabah belli bir saate kadar sokağa çıkma yasağı koydu. Grevler yasaklandı grevdeki işyerleri açıldı. Çalışanların sendikaları kapandı yasaklandı. Sendikacılar sıkıyönetim komutanlıkları adli müşavirliklerin önünde kuyruğa girdi.

Yönetime gelenler sopa, sorgu odaları, cezaevleri ve kara kaplı kitap göstererek korku şiddetini arttırdı. İşverenler sahipsiz köyde sopasız dolaştılar. Dünün kaçakçıları ve kara para aklayanları dışarıdan ülkeye kara paralarını getirip ve işyerleri açmalarına olanak sağladı. İhracat yaparlarsa teşvik kredisi ve vergi iadesi verdi. Devlet, kaçakçıları dolandırıcıları  "saygın" iş insanı yaptı. Bunların defterini tutup yardım eden saygın mali müşavir, bankacı ve hukukçu oldu. İçlerinden bazıları bakan başbakan olurken kimileri hayır yapıyorum adıyla vakıf okulları açtı.  

Çalışanların ücretleri şirket maliyet giderleri içinde devede kulak oldu. Devletin yılda bir belirlediği asgari ücret çalışanların açlık sınırındaki yaşam biçimi halini aldı. Çalışanlar anayasada belirlenen haklarını kullanamamakta. İşveren "işyeri huzuru bozuyor" gerekçesiyle sendikal çalışma yapanları devlete ihbar eder. Devlet ihbarı kabul ederek sendikal çalışma yapanları gözaltına alırken işveren izinsiz işe gelmediğini gerekçe göstererek işten atar. Günümüzde hala çalışanlar için sendikal örgütlenme yasal hak olmasına rağmen devlet işverenin yanında olduğundan kendi anayasasını bile ihlal etmekte bir sakınca görmez.

Sistemin iktisatçılarına göre ülkemiz "gelişmekte olan ülke". Bütün "gelişmiş ülkeler"  sağlıktan gıdaya, ilaçtan ekonomiye tüm alanlarda deney/uygulama yeri olarak "gelişmekte olan ülkeleri" kullanmakta. "Gelmişmiş ülkelerin" sağlık ve kimyasal birçok deneyleri ülkemizde yapıldı. ABD patentli Turan İtil ve Ayhan Songar sakinleştirici ilaçları ülkemizde denedi. Bu da yetmedi ekonomik uygulamalar kamu malları ve işletmeleri özelleştirildi satıldı.

26 Nisan 1986 da Rusya'nın Çernobil de ki nükleer reaktörü patladı. Nükleer yüklü bulutlar yağmur olarak Karadeniz sahiline yağdı. Buralarda üretilen çay, fındık, mısır başta olmak üzere doğa etkilendi. Yapılan tüm tahlillerde zehirli ve kanserojen etkisi görüldü ama devlet yetkilileri "biz çayı içiyor fındığı yiyoruz bir şey olmadı" dedi. Kanser vakaları arttı.

17 Ağustos 1999 Marmara depremi doğayı iyi tanımadığımızı ona göre tavır alamadığımızın bir kanıtı. Binlerce bina yıkıldı, binlerce insan enkaz altında kaldı, yüz binlerce insan bundan etkilendi sakat kaldı. Tüm bunlara rağmen ülkenin en yoğun nüfusa sahip olan yeri olmaya devam etmekte. Devlet eliyle yine bu bölgede binalar yapılmakta, özel sektör teşvik edilmekte. Devlet, afet döneminde ek vergiler getirdi, işyerlerinde sendikal örgütlenme kısıtlandı, grevler yasaklandı. Hatta birçok belediye, meclis kararıyla fay hatlarının yeri değiştirildi.

Salgın hastalığın başından beri yöneticiler çalışanlara sosyal haklarını kısıtlarken asgari yaşam imkânlarını bile vermedi. Salgın hastalığa karşı önlem alınmadığı gibi, gerekli sağlık tedbirleri kamusal sorumluluk gereği yerine getirilmedi. Alt yapı hizmetleri devletin sorumluluğunda olsa bile bizde özelleşti. Bu nedenle alt yapı hizmetleri ücretli olduğu gibi salgın döneminde bile zamlanmakta. Çalışanların sendikal örgütlenmesi, başka sendikaya geçmesi yasaklandı.

Salgın nedeniyle esnaf ve küçük üretici dükkânını açamamakta çünkü kısıtlamalar var. Bunlar dükkânını açamayınca gündelik ekonomik çark dönmüyor. İşçi çıkarmaları yasaklandığı halde kamu il özel idaresi geçici işçileri işten çıkarmakta. Özel sektör sendika temsilcilerini ve sendikalı işçileri "iş ahlakını bozuyor" gerekçesiyle işten atıp adliyeye şikâyette bulundu. Bunların yerine sendikasız düşük ücrette işçi çalıştırmakta. Eğitimli ve nitelikli işsizlik giderek artmakta. Hükümet, İşveren sendikalarının ricası olan covid-19 karantina sürecini 14 günden 10 güne indirdi.

İktidar toplumun alt gelir grubundaki çalışan ve emeklilerin yaşamsal olanaklarını daha da kısıtlamakta. Ülkede ekonomik anlamda enflasyon % 30'ları aşarken çalışan ve emeklilere  % 14 gibi bir zammı uygun görmekte. Toplumu yoksulluk ve açlık sınırı arasında ki ücretle yaşamaya mahkûm ederek "asgari ücret ortalama ücret" durumuna geldi.

Tarım bakanının dediği gibi "ülkede kişi başı 15 kilo kırmızı et yemekteyiz".

Bir vekilin mecliste dediği gibi "aç değiller ekmek bulup yiyebilmekteler".

Ne demeli dün olduğu gibi salgın döneminde de iktidar zengini seviyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali İbrahim Önsoy Arşivi