İşler yolunda gitmiyor! Dünya liderliği derken Salgında, depresyonda ve batık ekonomide Avrupa'da LİDERİZ

TOPLUM olarak gerçekten zor ve kötü günlerden geçiyoruz. Ekonomi bir yanda diğer yanda işsizlik, bir yanda adaletsizlikler diğer yanda hergün bir yeni rezaletle önümüze çıkan ayrıcalıklı işe alınmalar, iktidar yandaşı yada onlarca kurulan vakıflara aktarılan paralar tahsis edilen gayrımenkuller, Pandemi alıp başını giderken tıpkı salgının başında olduğu gibi "Tek başına" bırakılan milyonlarca insan, her gün umursamaz hale getirilerek unutturulmak istenen enaz 220-250 arası yok yere salgından yitirdiklerimiz canlarımız. Hepsinin üstesinden geleceğine sorumlulukları olduğu halde birçok konuda suçu muhalefete yükleyen ! bir siyasi iktidar. İşte bunların ortasında çırpınan doğru yolu bulmaya çabalayan insanlar.. Ki o insanların yaşadığı Türkiye depresyon vakalarındaki artışta Avrupa birincisi oldu.

Yurttaşlık, kamuculuk ve cumhuriyetçilik

Yazıya son haberlerle başlayalım. Bakın sırayla tane tane söyleyeyim.Salgında iddiaya göre dördüncü pikteyiz.Bakanlıkça açıklanan haftalık vaka sayısı 200 binin bayağı üzerinde ölüm sayısı ise 1500'ü aşıyor..

Türk Lirası’nın değer kaybıyla ilgili. Dolar, 9 TL’yi geçti. Avro 10.60 larda geziyor. Bu Türkiye’nin tarımda dışa bağımlılığını özetliyor. Yurtdışından 300 bin ton buğday almak için ihale açıldı, 325 bin ton mısır ithali için ihale yapıldı.

Öğrencilerin yurt gereksinimlerini içeriyor. Yurt sorunu henüz çözülemediğinden, özel yurtlara, iktidara yakın vakıf ve derneklerin açtığı yurtlara, tarikat ve cemaat yurtlarına olan talebin arttığını yazıyor. Öğrencisi olmayan fakültelerin, öğrenci yokluğu nedeniyle kapanan bölümlerin listesini veriyor.

Bu haberlerin ekonomik, siyasal, toplumsal boyutları var. Hepsi de yapısal sorunlarımızı ortaya koyuyor. Hepsinin çözümü kamuculuktan, planlamadan, üretim ekonomisinden, devletçi, halkçı ekonomi politikalarından geçiyor. Bunun için de sadece son 20 yıllık değil, son 40 yıllık ezberleri bozmak şart.

Çünkü Türk halkı, 24 Ocak (1980) kararlarına dayanan tercihin ağır sonuçlarını yaşıyor. Özelleştirmeyi demokrasi sanan, serbest piyasa ekonomisi yalanına inanan, üretime değil tüketime, ihracata değil ithalata dayalı modeli benimseyen Türkiye; ekonomik zaafların, siyasi kırılganlığı ve güvenlik zaafını artırdığı gerçeğiyle yüzleştiği halde, bir türlü halkçı, devletçi, kamucu, planlamayı önceleyen politikalara yönelme cesaretini kendinde bulamıyor.

Oysa Cumhuriyetin diğer özellikleri yanında temel özelliklerinden biri, kamuculuk ve planlamadır. O nedenle Mustafa Kemal Atatürk, “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” demiş, partisinin altı ilkesinden ikisini, devletçilik ve halkçılık olarak saptamıştır.

Soruların yanıtını verelim

Enerji tedarikinde, üretimde ve ihracatta dışa bağımlı olan, dış kaynak bağımlısı olarak dikkat çeken bir ekonomik modelle, bağımsız dış politika izlenebilir mi?

Halkının karnını doyurmakta zorlanan beslenme, gıda ve tarım politikası, aynı zamanda ulusal güvenlik sorunu, toplumsal barış sorunu anlamına gelir mi?

Geleceğin güvencesi, milletin umudu olan gençlerin, barınma ve beslenme sorunlarını çözemeyen, onları özel yurtlara, tarikat ve cemaat yurtlarına havale eden bir siyaset, geleceğe umutla bakabilir mi? Beyin göçünü engelleyebilir mi? Gençliğin enerjisinden yararlanabilir mi? Gençliği zararlı alışkanlıklardan, yasadışı yapılardan tamamen koruyabilir mi?

Bu soruların yanıtı bellidir.

Yurttaşı müşteri olarak gören, eğitim ve sağlık dahil tüm kamusal hizmetleri serbest piyasaya bırakan ekonomi- politik yaklaşım, salgın hastalığın da bir kez daha kanıtladığı gibi yanlıştır, sağlıksızdır, vahşidir. Yurttaşın eğitimi, sağlığı, beslenmesi, barınması piyasa aktörlerinin insafına bırakılamaz.

Bırakılırsa da orada demokrasi, özgürlük, adalet, eşitlik, birlik, kardeşlik olmaz.

Lancet'e göre depresyonda Avrupa birincisiyiz

Tıp dergisi 'The Lancet'te yayınlanan bir araştırmaya göre Türkiye, Covid-19 kaynaklı depresyon ve anksiyete vakalarının artışında Avrupa'da ilk sırada yer aldı. Türkiye, Covid-19 kaynaklı depresyon ve anksiyete vakalarının artışında Avrupa'da ilk sırada yer aldı. Türkiye'de ortalamanın üzerinde artış yaşandığına dikkat çekiliyor. Tıp dergisi 'The Lancet'te yayınlanan araştırmaya göre pandeminin sert etkisinin hissedildiği 2020'de, küresel çapta depresif ve anksiyete bozuklukları sırasıyla yüzde 28 ve yüzde 26 oranında arttı.

Türkiye, Arjantin, Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerde bu oran depresif bozukluklarda yüzde 38,7, anksiyete bozukluklarında ise yüzde 28'in üzerinde artış gösterdi. Araştırmada 204 ülkede yaş ve cinsiyet gruplarının pandemiden ne kadar olumsuz etkilendiği inceleniyor. Ayrıca hangi ülkelerde bu sorunlarla daha fazla karşılaşıldığına dikkat çekiliyor. Araştırmaya göre Türkiye'nin yanı sıra depresyon vakalarının en fazla arttığı ülkeler İran, Arjantin, Meksika, Peru, Şili, Güney Afrika, İran, Mısır ve Pakistan olarak gösteriliyor.Avrupa'da depresyon vakalarında en fazla artışın ise Türkiye'de olduğu göze çarpıyor.

Salgında dördüncü pikteyiz

Kocaeli Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Emel Azak Karali, koronavirüs nedeniyle yatan hastaların yüzde 16'sının aşılı olduğunu belirterek, "Yatan hastaların yüzde 84'lük bir bölümünün aşısızların oluşturduğunu görüyoruz. Yoğun bakımda yatan aşılıların oranı yüzde 1,8" dedi. Başhekim Prof. Dr. Zafer Cantürk ise, "Dördüncü pikteyiz, bu kadar aşı yapıldı fakat buna rağmen vakalar hala yüksek seviyelerde" diye konuştu.

AKP iktidarında böyle şahlandık!

Son 19 yıldır AKP iktidarı ‘Şahlanıyoruz’ açıklamaları yaparken, vatandaşın alım gücü günden güne düştü. Halk hızla fakirleşirken borçları ise arttı.

AKP iktidarı 19 yıldır ‘Şahlanıyoruz' açıklamaları yaparken, vatandaşın alım gücü günden güne düştü, borçları ise arttı. Dış borç 2002'de 150 milyar dolarken bugün 475 milyar dolar; benzin 2002'de 1.30 TL iken bugün 7.78 TL; dolar 2002'de 1.50 iken bugün 9.24 TL oldu. Çeyrek altın 2002'de 32 TL'yken bugün 863 liraya çıktı. Tüketici kredi borçları da 2002'de 5.5 milyar TL iken, bugün 915 milyar lira oldu.

Bu artışlarla ilgili olarak en son bir vekilim açıklama da bulundau ki akıllara zarar.Vekilim zamcık diyor azıcık diyor. Az az koyuyorlarmış Konya Milletvekili AKP'li Hüsnüye Erdoğan: "Türkiye'de o kadar da pahalı benzin yok. Zam gelmiştir illaki ama minik minik gelmiştir." diye gözümüzün içine baka baka açıklamalarda bulundu. Aynen yazıyorum;

AKP Milletvekili Hüsnüye Erdoğan:

- Türkiye'de o kadar pahalı bir benzin yok. Muhalefet çok yükleniyor.

- Doğalgaza zam gelmiştir ama mini mini gelmiştir.

- Cumhurbaşkanımız bir top gibi göğsünde yumuşatıp, öyle yansıtıyor zamları.

- Batarsak hepimiz batacağız.

Bakın. Dünyada "320 milyar metreküp doğalgaz bulduk" müjdesinden sonra doğalgaza 11 kere, elektriğe 10 kere mini mini zamcık gelen ülke sayısı: 1 O da Türkiye şimdi siz düşünün bu cendereden nasıl çıkılacağını..

Ekonomiyi kim kurtarır

Döviz kontrolden çıktı, yakında faizler de ona uyum sağlamaya başlar. Genel görüntü artık iplerin koptuğu. İş dünyası dövizin serbest bırakıldığına, daha da yukarılara doğru hiçbir önlem olmadan konacağına inanıyor. Vatandaş ise “Bu iş düzelmez artık” diye bakıyor.

Ben size söyleyeyim. Düzelir. Ama ikide bir Merkez Bankası başkanı değiştirerek, saçma sapan ekonomi teorileri geliştirerek, aynı şeyleri tekrar tekrar yaparak düzelmez. Çok daha basit ekonomiyi düzeltmek.

Mesela Osman Kavala gibi dosyası ve tutukluluğu eşi görülmemiş bir hukuk garabetine hatta 'Kafkaesk’ bir romana dönüşmüş olan kişileri serbest bırakarak tutuklu yargılamaktan vazgeçerlerse düzelmeye başlar. Yargı kararlarını yargıçların verdiğine dair bir inanç oluşturmaya başlarsak biraz daha hızlı düzelmeye başlar. İkide bir onu bunu şunu terörist ilan etmekten vazgeçersek biraz düzelme daha da hızlanır. Türk ekonomisinin bugün en büyük sorunu Adalet’tir, yargıdır.

Türk ekonomisi için Adalet Bakanı Ekonomi Bakanı'ndan, HSK Başkanı, Merkez Bankası Başkanı’ndan daha önemlidir.

Ekonomiyi düzeltmenin tek yolu bunun farkında olmaktır. Hangi hükümet bilmem.Ama Türkiye’yi ekonomik krizden çıkaracak olan bunun farkına varacak ve gereğini yapacak olandır.

Savaşta bile bu halde olmadık

CHP Bursa Milletvekili Erkan Aydın, 2002 yılıyla günümüzü kıyasladı, “19 yılda ne şahlandık ne uçtuk, yoksullaştık” dedi. Erkan Aydın, Türkiye'nin arka arkaya 7 dönem küçüldüğünü de vurgulayarak, “Yaklaşık 100 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca milli gelirin arka arkaya 7 yıl düştüğü tek zaman dilimi 2014 ile 2021 yılları arasına denk geliyor'' dedi.

Aydın şunları söyledi: ‘'Daha önce, milli gelirin arkaya arkaya düştüğü dönem 2. Dünya Savaşı'na denk geliyordu ama o da 7 değil 4 yıldı. 1980 öncesindeki krizde bile, arka arkaya düşüş 3 yıl sürüyor. AKP iktidarı bir de bu alanda rekor sahibi oldu. Sürekli yoksullaşma var. 7 yıl arka arkaya milli gelirin azalmasının anlamı, 2014'ten bu yana, sürekli yoksullaşmadır, halkın fakirleşmesidir.”

Marul tarlada 50 kuruş, markette 8 lira

Sofraların ve salataların vazgeçilmezi olan, dikiminden 30 ile 70 gün sonrasında hasadı yapılan marulun tarladan büyük marketlere gelişindeki fiyat serüveni adeta dudak uçuklattı.

Tarladan yaklaşık 50 kuruşa mal edilen marul, bazı büyük marketlere de 8 liralara kadar satışa sunulurken üreticiler, “Bu fiyatta sadece birileri ekmek yiyor. Şu konumda işçide, ben de eziliyorum. Şuan marketler parayı kazanıyor” dediler. Pazar ve marketler arasındaki marul fiyatlarında yaklaşık 2 lira fark olduğunu belirten üreticiler, marketlerin; üretici, toptancı ve pazarcıdan çok para kazandığını belirtti. Üretici Ahmet Zeki Özkaya ise; işçi, fide, gübre, ilaç ve mazot fiyatlarının pahalı olmasından dolayı marketlerdeki fiyatların uygun olduğunu dile getirdi.

Enflasyon yüzde 44.7

Farklı enflasyon değerleri havada uçuşuyor. Ortalama vatandaşı yakından ilgilendirmesi gereken TÜİK’in tüketici fiyat endeksine bakarsanız yıllık enflasyon yüzde 19,6 düzeyinde. Oysa giderek artan sayıda vatandaş enflasyonun çok daha yüksek olduğunu düşünüyor. Bu düşünceye destek veren bir endeks var. Enflasyon Araştırma Grubu’na göre tüketici enflasyonu çok daha yüksek: Yüzde 44,7.

Geçici gelişmeleri filtreleyip enflasyonun ana eğilimini bulmaya çalışan ‘temel’ ya da ‘çekirdek’ enflasyon göstergeleri de var. TÜİK’in altı temel fiyat göstergesinden enerjiyi, gıda ürünlerini, alkolsüz ve alkollü içecekleri, tütün ürünlerini ve altını dışlayan C göstergesi ile ölçülen enflasyon yüzde 17 düzeyinde. Geriye kalan beş göstergenin hepsi yüzde 18’in üzerinde enflasyona işaret ediyor. En yükseği yüzde 20,8.

Rakamlardan sıkıldınız ama biraz sabır. Zira bir de yurtiçi üretici fiyat endeksi var. Adı üstünde; üretici fiyatlarındaki gelişmeleri ölçmeye çalışıyor. İçerdiği mallar nedeniyle (mesela demir, saç levha, gübre…) tüketiciyi yakından ilgilendirmiyor ama eninde sonunda bu endeksteki gelişmeler şu ya da bu ölçüde tüketici fiyatlarına yansıyor. Bu endekse göre (üretici) enflasyonu yüzde 44 düzeyinde.

Görmek için iktisatçı olmaya gerek yok

Şurası açık ki hem başka ülkelerle karşılaştırıldığında hem de Türkiye’nin 2004-2016 dönemiyle kıyaslandığında oldukça yüksek bu enflasyon rakamları. Özellikle ortalama vatandaşın son aylarda hissettiği enflasyonun çok daha yüksek olması ‘fahiş’ fiyat artışlarından şikâyeti de beraberinde getiriyor. Sokaktaki vatandaştan Cumhurbaşkanı’na kadar hemen herkes fahiş fiyatlarla mücadele edilmesini istiyor.

Gelelim derdimiz PANDEMİ'ye ve dertli hekimlere

Aile sağlığı merkezi (ASM) çalışanları, 30 Haziran 2021 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giren Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’ne karşı başlattığı eylem başlattı.

Açıklamalarında yıllardır özlük hakları düzeltilmeyen, maddi kayıpları giderilmeyen ASM çalışanlarının; bunlar yetmezmiş gibi, emeklerinin hiçe sayıldığı ve iş güvencelerinin ellerinden alındığı bir “ceza sözleşmesi” ile karşı karşıya bırakıldığı belirtildi.

Yüz binlerce kişiyi aşıya ikna etmiş, milyonlarca doz aşı yapmış ASM çalışanlarının aşı karşıtları kadar değer görmemesine ve mitinglerinin yasaklanmasına tepki gösterilen açıklamalarda “Korkmuyoruz, susmuyoruz, geri adım atmıyoruz. Sonuna dek toplum sağlığını korumak ve yükseltmek, özlük haklarımızı iyileştirmek, kayıplarımızı geri kazanmak için mücadele edeceğiz. Talebimiz çok net: Ceza yönetmeliği geri çekilsin!” denildi.

3872 hekim istifa yolunda

Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği'ne karşı iş bırakma eylemi gerçekleştirdikleri için haklarında soruşturma açılan ve maaşları kesilen 3 bin 872 aile hekimi ve sağlık çalışanı istifa dilekçesi verdi. Türkiye genelinde aile sağlığı çalışanları ve hekimler, 1 Temmuz'da yürürlüğe giren Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği'ne karşı 16 ve 27 Ağustos'ta iş bırakma eylemi yaptı. İzmir, Bursa, Samsun Balıkesir illerindeki aile sağlığı çalışanları ve hekimler iş bıraktığı için haklarında soruşturma başlatılarak, maaşlarında kesinti yapıldı. Sadece İzmir'de de 800 aile sağlığı çalışanı ve hekim hakkında soruşturma başlatılarak, maaşları kesildi.

Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği'nin birinci basamak sağlık çalışanlarının ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu iddia edilerek.Bunu hekimler “ceza yönetmeliği” olarak adlandırıldı.

Vaka sayılarına aldıran yok artık

Hergün 200'ün üzerinde insan yaşamını kaybetmeye devam ediyor. Vaka sayıları ise genelde 30 bin civarında açıklanıyor. 30 bin mi güldürmeyin beni.Vaka sayısı yine 30 bini aştı.Yine çağrılar başladı. Aman dikkat falan. Bakın size bir şey söyleyeyim.Vaka sayısı 30 bin falan diyerek kendinizi kandırmayın. Vaka sayısı bunun çok ama çok üzerinde. 300 bin test yaparsanız 30 bin vaka bulursunuz. Hadi gelin geçen yıl olduğu gibi test sayısını 1 milyona çıkaralım bakalım kaç vaka buluyoruz. Ban size söyleyeyim. En az 90 bin. O da en az. Allah'tan aşı olanların oranı yüzde 50'lerde de de ölüm sayıları çok artmıyor. Aşı olmasa bugün günlük en az 500 ölümden belki fazlasından söz ediyor olurduk.

Ama hala Türkiye'de yalandan aşı yapın diye çağrı yapılıyor gerçekte ise aşı karşıtlarına mitng izni veriliyor. Bu da aslında devletin resmi politikasını gösteriyor. Benim ise içim rahat. Sevdiğim herkes aşılı. Gerisi! Kendileri bilir.

Aşıda 4. doz eziyeti

Yurt dışına çıkmak için iki doz Sinovac üzerine iki doz Biontech olmak isteyen yurttaşlardan çok ciddi şikayetler geliyor. İkinci doz Biontech’ler için randevu alamıyorlar. Sistemin nasıl işlediği belli değil. Başlangıçta herkes rahatça gidip, eğer aşı olma hakkına sahip grupta ise 4. doz aşısını olabiliyordu.Ancak sonra ne olduysa oldu, sistem değişti. Nasıl değiştiği konusu ise net değil. Aşı hakları olduğu için aşılama merkezlerine gidiyorlar. Ancak randevuları olmadığı için geri çevriliyorlar. Randevu almaları gerektiği söyleniyor. Bu da normal.

Ancak sonrası normal değil. Aşı merkezinde rahatça halledilebilecek randevu işlemi, yaşını başını almış vatandaşlara bu işlemi kendilerinin yapmaları söyleniyor. Sonrası daha da beter.Sistem doğrudan randevu vermiyor. Anlaşılması zor bir sistemle MHRS üzerinden randevu almaya çalışmaları gerekiyor.Aşılama oranının düşük olduğu ve hastalığın yeniden tırmanışa geçtiği bir dönemde aşı olmaya gelmiş insanlar geri çevriliyor. Hastalanma ve hastanelik olma ve hatta can kaybı riski arttırılıyor.Aşı olmak için gelmiş insanlar elden kaçırılıyor. Bir diğer rezalet ise grip aşısında. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da grip aşısı olabilme kriterleri tam bir anlamsızlık.Risk grubunda olan, yaşlı yurttaşlara bile aşı tanımlanmazken, hiçbir risk taşımayanlara aşı tanımlanmış olabiliyor.Bu yanlış düzeni birisinin yeniden ele alması gerekiyor.

TTB: Nüfusun en az yüzde 85’inin aşılanması gerekiyor

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu'nun hazırladığı Covid-19 salgını ile geçen 18 ayın genel bir değerlendirmesi kamuoyu ile paylaşıldı. Açıklamada salgın tırmanarak sürdüğü, hastanelerde önceki dalgalarda olduğu gibi yoğun bakım yataklarının büyük bölümü dolmamasına karşın, ölüm sayılarındaki artışın ciddi bir durumda olduğu dile getirildi.

Ülkede aşılanma oranı yüzde 54

Haziran 2021’de aşı tedarikinin sağlanması sonrasında üç ay içinde yetişkin nüfusun tamamına yakınının aşılamasının tamamlanması mümkünken aşıya erişemeyen ve beş milyonu bulduğu tahmin edilen kayıt dışı göçmen nüfus ve ilk iki doz aşılamanın ardından hatırlatma dozu ihtiyacı bulunan ancak çelişkili açıklamalar nedeniyle bundan kaçınanlar göz ardı edilerek bildirilen oranlara göre ekim ayı itibari ile yetişkinlerin sadece %74’ü, tüm nüfusun ise %54’ünün çift doz aşısı tamamlanmıştır.

Bu verilerle dahi geçtiğimiz dört ayda aşılama kapasitesinin dörtte biri kullanılmamıştır. Devlet aşı kararsızlığını gidermek için şeffaf veriye ve bilgiye dayalı etkili bir iletişim kampanyası düzenlememiş, hatta aşı karşıtı propagandalara izin vermiştir. Sokağa çıkma yasağı gibi temel hak ve özgürlüklerini aşırı sınırlayan, toplumun sağlık ve esenliğine zarar vermiş yöntemleri uygulamaktan çekinmemiş olan devletin konu aşılamaya geldiğinde kuralları net bir şekilde koymuyor oluşu ancak popülizm ile açıklanabilir.

Küresel sağlık sorunu PANDEMİ

Pandemi, tanımı gereği küresel düzeyde bir sağlık sorunudur. Ülkelerin bu soruna ulusal düzeyde yanıt üretme tutumu; eksik, yetersiz, bir türlü önü alınamayan ve başarı ile kontrol edilemeyen bir salgın sürecini beraberinde getirmiştir. Pandemi, mevcut eşitsizlik, yoksunluk, yoksulluk hallerinden çok daha belirgin ve dramatik sonuçlar üretecek şekilde gerek sağlık hizmetlerine erişim gerek aşıya erişim konusunda çarpıcı sonuçlar ortaya koymuştur. Vizonların hayvan hakları değil ama kürklerine biçilen ticari değer nedeniyle aşılandığı ülkelerin yanı sıra sağlık çalışanlarının dahi aşıya erişemediği ülkeler bulunmaktadır.

Salgının sönümlenme süreci uzadıkça virüs, evrimsel mekanizmaların işaret ettiği şekilde hayatta kalma çabasıyla daha fazla bulaşabilen, çoğalabilen, daha çok kişiyi hastalandırma potansiyeli taşıyan arayışlarla toplumsal dolaşımını sürdürmektedir.

Değişik saiklerle görmezden gelinip müfredattan silinen evrim yasaları hayat bilgisi olarak hükmünü sürmektedir. Delta varyantı aşının bulunup uygulanması ardından virüsün şimdilik en dinamik ve kötü yanıtı olarak kendini göstermektedir.

Emekçiler salgının en mağdurlar

Geniş halk kesimleri, emekçiler, çalışanlar salgının etkilerine açık bırakılırken; kamu otoritesi kendi yükümlülüklerini, yurttaşı sorumluluğa davet ettiği twitler ile yerine getirmiş addetmeye çalışmaktadır. Sağlık Bakanı artık tüm sorumluluğu yurttaşa yıktığı suçlama eğiliminden vazgeçip yükümlülüklerini yerine getirmelidir. Toplumsal hareketlilik değerlendirmesinde fabrikalarda, ulaşımda, yurtlarda maruz kaldığımız riskli ortamları ortadan kaldırmak iktidarın sorumluluğudur. İktidar işçi, işsiz, emekli, yoksul, esnaf için hiçbir sosyal-ekonomik çalışma ve hazırlık yapmadan, tedbirler almadan bilimsel altyapısı olmayan kapanma ve açılma süreçlerine girmiş topluma daha da fazla zarar vermiştir. Aynı iktidar 1,5 yıl yüz yüze yapılmayan eğitim ile bir neslin eğitim hakkını elinden almış bunun getirdiği sosyal, kültürel, psikolojik ve gelişimsel sorunlarla toplumu baş başa bırakmıştır. Okulları hiçbir bilimsel hazırlık gerekliliği yerine getirmeden kapatanlar, şimdi de okulların açılmasındahiçbir tedbiri almamaktadır.

Devlet aşılama kurallarını net koymuyor

Ekim ayı itibari ile yetişkinlerin sadece yüzde 74'ü, tüm nüfusun ise yüzde 54'ünün çift doz aşısı tamamlandı. Bu verilerle dahi geçtiğimiz dört ayda aşılama kapasitesinin dörtte üçü kullanılmamıştır. Devlet aşı kararsızlığını gidermek için şeffaf veriye ve bilgiye dayalı etkili bir iletişim kampanyası düzenlememiş hatta aşı karşıtı propagandalara izin vermiştir.

Sokağa çıkma yasağı gibi temel hak ve özgürlüklerini aşırı sınırlayan, toplumun sağlık ve esenliğine zarar vermiş yöntemleri uygulamaktan çekinmemiş olan devletin konu aşılamaya geldiğinde kuralları net bir şekilde koymuyor oluşu ancak popülizm ile açıklanabilir. Sağlık Bakanı artık tüm sorumluluğu yurttaşa yıktığı suçlama eğiliminden vazgeçip yükümlülüklerini yerine getirmelidir.”

Kapanma ve açılmalar siyasi bilimsel değil

Yaşamın her alanında maruz kaldığımız riskli ortamları ortadan kaldırmak iktidarın sorumluluğudur. İktidar işçi, işsiz, emekli, yoksul, esnaf için hiçbir sosyal-ekonomik çalışma ve hazırlık yapmadan, tedbirler almadan bilimsel altyapısı olmayan kapanma ve açılma süreçlerine girmiş topluma daha da fazla zarar vermiştir.

Aynı iktidar 1,5 yıl yüz yüze yapılmayan eğitim ile bir neslin eğitim hakkını elinden almış bunun getirdiği sosyal, kültürel, psikolojik ve gelişimsel sorunlarla toplumu baş başa bırakmıştır. Okulları hiçbir bilimsel hazırlık gerekliliği yerine getirmeden kapatanlar şimdi de okulların açılmasında hiçbir tedbir almamıştır.

Filyasyon unutuldu

Bakanlığın bilimsel gerekliliklere uygun yapmadığı filyasyon artık tamamen unutulmuş durumdadır. Etkin olmayan salgın kontrolü nedeniyle önlenmeyen ölümler daha önce de defalarca dile getirdiğimiz gibi yaşam hakkı ihlalidir, sosyal cinayettir. Şehir hastanelerine yönelim temini adına kapatılmış olan şehir içinde erişilebilir hastanelerin yokluğunu da pandeminin gerektirdiği çeşitli sağlık hizmetlerinin aksaması ile yaşadık.”

Bu salgında sınıfsal niteliği de gözeten bütüncül bir bakışı iktidarların kendilerine gündem edinmeyeceğini görmek gerekir. Bu bütüncül bakışı birlikte talep etmek, iktidarlara yükümlülüklerini hatırlatarak bu salgının sömürüyü derinleştiren ve yeni salgınları körükleyen varlığına dur demek hepimizin sorumluluğudur.”

Aşılama hızı çok düşük, insanları zorlamalıyız

Ağustos ayında günde bir milyon doz Covid-19 aşısı uygulanırken, bugünlerde hızımız günde 256 bin doza kadar düştü. Toplumsal bağışıklığa ulaşabilmek yani sadece aşılananı değil, herkesi hastalıktan koruyabilmek için toplam nüfusun en az yüzde 80’inin tam doz aşılanması gerekiyor.

Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, “Aşı var, aşı yapacak insan var. Aşı olmanın önünde hiçbir engel yok. Ama aşılama yavaş. ‘Aşı var isteyen olsun, isteyen olmasın’ diyecek noktada değiliz. Özellikle aşı tereddüdünün giderilmesi için çok aktif aşı kampanyası yapılmalı” dedi.

Her gün bir uçak dolusu insan ölüyor

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, sosyal medya hesabından her ne kadar, “Endişe etmeyin, aşı oranımız yükseliyor. Maviye geçen illerimiz artıyor” dese de pandemi kontrolüyle ve aşılanmayla ilgili rakamlar iyimser bir tablo çizmiyor. Sadece son üç ayda Covid-19 nedeniyle 16 binden fazla insanımız nedeniyle yaşamını yitirdi. 6 Ekim Çarşamba günü günlük vaka sayısı kritik eşik olan 30 bini aştı. 14 Ekim Perşembe günü verilerine göre son 24 saatte 203 can kaybı yaşandı. Yani her gün bir uçak dolusu anne, baba, eş, kardeş, dede, nene, gebe, genç, çocuk aşıyla önlenebilen bir hastalık nedeniyle ölüyor. Önümüzdeki kış aylarında daha kalabalık ve havasız ortamların da etkisiyle virüs daha kolay yayılabilecek.

Türkiye verilerini dünya ölçeğinde değerlendirdiğimizde de tablo iç açıcı görünmüyor. Bugüne dek toplam vaka sayısında ABD, Hindistan, Brezilya, Britanya ve Rusya’dan sonra yaklaşık 7,6 milyon vakayla altıncı sırada yer alıyoruz.

Salgının kontrolüyle ilgili bir diğer veri, test pozitifliği. Test pozitifliği 100 binde 254’e çıktı.

Eylülde aşı rehaveti başladı

Tüm bu kontrolsüzlüğe rağmen eylül ile birlikte aşılama sayılarında ciddi düşüşler başladı. Haftada 7 milyon doz aşı kapasitesine rağmen, haftada 2-2,5 milyon doza düştü. Oysa hedeflenen toplumsal bağışıklık oranına ulaşmak için bireylerin tam aşılı olması yetmiyor. Yaygın aşılama da en az bunun kadar önemli.

TÜİK’e göre Türkiye nüfusu yaklaşık 83,6 milyon. Dolayısıyla toplumsal bağışıklık için gereken yüzde 80’lik orana ulaşmak için yaklaşık 70 milyon nüfusun tam doz olarak aşılanması gerekiyor. Aşısı tam olanların sayısı yaklaşık 46,7 milyon. Yani nüfusun yüzde 55’i aşılı.

Aşılı nüfus oranını en kötü ihtimalle yüzde 70’e çıkarmamız gerektiğini belirten Prof. Dr. Yavuz, şunları söyledi: “Yeni aşılanan sayımız çok düşük. En riskli grup olan 65 yaşın üstündekilerin aşı oranı yüzde 85. Bu grup çok riskli aşılanma oranlarında yüzde 95’e ulaşmalıyız. Hala çok fazla aşısı tamamlanmamış yaşlı hasta kaybediyoruz. Bir doz, iki doz (inaktif aşı) olanlar korunduklarını düşünmesinler. Tüm dozların tamamlanması gerekiyor. Gebeler hiç aşı olmuyor. Gebe ölüm hızı çok arttı. Covid-19 aşıyla önlenebilen bir hastalık. Elimizde aşısı da varken bu kadar çok insanın her gün ölmesi çok acıklı bir durum. Başlangıçta günde milyon aşı yapıyorduk. Ölümleri engellemek için o hızda devam etmeliydik. En az 20-22 milyon kişiyi çok hızlı aşılamamız gerekiyor.”

Aşı karşıtları zarar veriyor

Tereddüt yaşayanlarla etkili bir iletişim kurulması ve aşının anlatılması gerektiğini vurgulayan Yavuz, şunları söyledi: “Elimizdekilere baktığımızda Covid-19 aşılamasında çok daha iyi ve sonuç alabilirdik. Fakat ‘insanları zorlamayacağız’ diye bir kaygı var. Oysa ki zorlamalıyız. Gerekli noktalarda keskin kararlar da alınabilir. Fransa gibi aşı karşıtlığının çok yüksek olduğu bir ülkede bile bizden daha yüksek oranda aşılanma var. Birçok yere zorunlu aşı koydular. Biz de sağlık çalışanlarına, öğretmenlere ve başka halkla yüz yüze çalışanlara zorunlu aşı koymalıyız. Sonuçta elimizde etkinliği gösterilmiş, düzgün aşılar var.”

Aslında aşı karşıtlarının sayısının çok olmadığını, 25-30 hesabın sosyal medya üzerinde etkili olmaya çalıştığını belirten Yavuz, “Bunlar kötü, cahil, şarlatan, psikolojik sorunları olan, başka şekilde var olamamış insanlar. Dünyada da böyle. Toplum sağlığı ile oynuyorlar. Halk sağlığını sorumsuzca göz ardı ediyorlar. Bu kadar serbestlik olur mu” dedi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi