İstanbul'da 'deprem riskli' binalarda yaşayanların sayısı korkuttu

İstanbul'da 'deprem riskli' binalarda yaşayanların sayısı korkuttu
17 Ağustos Depremi'nin yıl dönümünde İBB Genel Sekreteri Yardımcısı Dr. Buğra Gökçe'nin verdiği rakamlar korkuttu. Gökçe, "Sadece İstanbul’da 79 bin 891 adet binada 425 bin 868 bağımsız birim riskli yapı olarak tespit edildi. Yaklaşık 11 milyon vatandaşımız deprem riskli binalarda yaşıyor" ifadelerini kullandı.

İBB Genel Sekreteri Yardımcısı Dr. Buğra Gökçe Birgün'de kaleme aldığı "23 yıl sonra" adlı yazısında 99 depremi sonrası alınamayan önlemler konusunda dikkat çekici açıklamalarda bulundu.

 

Gökçe'nin ilgili yazısının tamamı şu şekilde:

"Zaman kaygan bir mefhum. Zamanın içerisinde yaşayıp tecrübe edenler nasıl geçtiğini anlamakta zorlanıyor, yeni nesiller ise geçen zamana bakıp onca yılın sanki bir saniye gibi tecrübe edilmesine şaşırıyor. 23 yıl… Nasıl bakmamız ve anlamamız lazım? Mesela Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı güne 23 yıl eklersek, 1942 yılına varıyoruz. Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcından İkinci Dünya Savaşı’nın buhran dolu günlerine kadar geçen sürede yaşadığımız topraklarda hayat bir daha geriye dönmeyecek şekilde değişti. İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği güne 23 yıl eklersek 68 baharına kavuşuyoruz. Dünyayı kan, ateş ve çelikle kavuran günlerden geleceğe karşı yeni bir söz söylenen günlere ulaşıyoruz. 23 yıl, az buz değil, hayatı büsbütün değiştiren bir süre. Halbuki bu süreyi kullanmayanlar için zaman donuyor, hayat yerinde sayıyor, geçen günler tek ayak üstünde sigaya çekilmiş gibi yerinde kalıyor. Acı gerçeği gerçekten içim acıyarak söylemek istiyorum: 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan depremin üstünden tam 23 yıl geçti. Bugün ne yazık ki çok ileri gitmiş değiliz.


 

Peki bu süre tamamen boş mu geçti? Hiç mi bir şey yapılmadı? İleriye doğru birkaç adım var. 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin ardından 2012 yılında -altını çizmek isterim depremden 13 yıl sonra- merkezi hükümet öncülüğünde TBMM 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’u kabul etti. Kanun genel olarak afet riskine sahip alanlardaki yapıların dönüştürülmesine ilişkin süreçleri belirliyor. Tek yetkili kurum Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı. Bakanlık uygun bulursa Büyükşehir ve İlçe Belediyelerini de yetkilendirebiliyor. Önemli bir konu. Neden? Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, bizzat kendisi, önemli bir açıklama yaptı, dedi ki: “Nüfusun yüzde 71’i deprem riski olan alanlarda yaşıyor. Türkiye genelinde 1.5 milyon, İstanbul’da da 300 bin bağımsız birimin çok acil bir şekilde dönüşmesi gerekiyor.” Rakamların temelini bulmak pek mümkün değil. Türkiye’de hala yapı envanterimiz yok. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de ve Türkiye’nin genelinde kaç yapı var, bunlar hangi tarihlerde yapıldı, sağlıklı mı, değil mi bilmiyoruz. Aradan geçen 23 yılda merkezi hükümet bu konuda normal bir adım atıp bina envanterini çıkartmadı. 2000 yılında yapılan bir sayımda Türkiye genelindeki 7 milyon 838 bin binanın yüzde 38,7’sinin sağlıksız olduğu, yıkılıp yenilenmesi gerektiği tespit edildi ama tespit ediş, o ediş. Ne yapıldı derseniz, tespit etmek kafi dediler, o günden sonra da bir daha herhangi bir tespite dahi yeltenmediler. Şimdi böyle afaki rakamlarla konuşuyoruz. Kabul edelim, nüfusun yüzde 71’i deprem riski olan yapılarda yaşıyor. Bu yapıların da doğal olarak, insanlarımız depremde ölmesin, ülkemiz böyle bir felaket yaşamasın diye yenilenmesi gerekiyor, 2012 yılında da bir kanun çıkartıldı. Peki kanunun yürürlüğe girmesi yeterli oldu mu? Olmadı. Hiçbir kanun sadece yürürlüğe girince dünyayı değiştirmez. Bir de uygulama lazım. Uygulamada neler gördük? Tam 8 noktada sorun var:

1. Yetkinin delegasyonu,
2. Riskin tespit edilip boyutunun ortaya konması,
3. Risk teşkil eden unsurların etaplanarak uygulama amacıyla önceliklendirilmesi,
4. Şeffaf bütçeleme ve uygulanacak finansman modellerinin netleştirilmesi,
5. Koordinasyon ve eşgüdümün sağlanması,
6. Gelir kaynaklarının kurumlar arasında dengeli dağıtılması,
7. Katılımcı bir yaklaşımın izlenmesi,
8. Uzlaşma süreçlerindeki belirsizliklerinin giderilerek tanımlı bir hale getirilmesi konusunda eksiklikler var.

Eksiklik kelimesinin nezaketine sığınıyorum. Süreç baştan sona eksikliklerle dolu ve belirsiz. Böyle olduğu için de halkın ihtiyaç duyduğu, Türkiye’nin geleceği ve güvenliği için kritik öneme haiz milyonlarca yapının sağlıklı, nitelikli ve güvenli yapılarla yenilenmesi gerçekleşmedi.

Sadece İstanbul’da 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca yapılan tespit kapsamında 79.891 adet binada bulunan 425.868 bağımsız birim riskli yapı olarak tespit edildi. 373.820 bağımsız birimin yıkımının gerçekleştirildi. Ancak lütfen ferahlamayın. İstanbul’da, 2000 yılından önce yapılan yaklaşık 817 bin 339 bina olduğunu, bu binalarda 3 milyon 270 bin konut olduğunu biliyoruz. Yaklaşık 11 milyon vatandaşımız deprem riski olan yapılarda yaşıyor. Karot analizlerinde görülen istatistiksel sonuç ise bu yapıların yarısının tamamen sağlıksız olduğunu gösteriyor. Aradan geçen 23 yıl bu konuda kozmetik dahi olsa bir değişiklik yaratmadı.

Şimdi bir veri sunayım: İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi AKP döneminde İstanbul’da yapılan 130 projeyi inceledi. İmar planlarında kamu kullanımına ayrılan yol, yeşil alan, okul, karakol, ibadet yeri, sağlık tesisi gibi donatı alanlarının özel imara açılması, imar ve emsal artışı, imara açılan orman alanları, imar mevzuatına aykırı ek inşaat üreten kaçak imalatlarla bu projelerde toplam 85 milyar dolar bir avuç insanın cebine gitti. 85 milyar dolar ile kaç konut üretilir? İstanbul’da metrekaresi 10 bin liradan hesap edersek, 80 metrekarelik 1 milyon 912 bin 500 konut üretebilir, 191 bin 250 yapıyı yenileyebilir, 6 milyon 311 bin insanımıza sağlıklı, deprem riski olmayan, nitelikli konutta yaşam imkanı sunabilirdik. Sadece 130 projeden elde edilen gelirle. Ne yazık ki tablo böyle olmadı. Hala 3 milyon 270 bin konutta insanlarımız deprem riski altında yaşıyor.

Peki 23 yılın tamamı boş mu geçti? Hayır. 2019 yılında yapılan seçimler sonucunda milletimizin iradesiyle Sayın Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı emanetini aldıktan sonra bu konuda da tablo değişti. Hızlı adımlar attık. İstanbul Hızlı Müdahale ve Deprem Erken Uyarı Sistemi kuruldu. Marmara’da toplam binden fazla farklı kuruma ait ivmeölçer entegre bir sistemle bütünleştirildi. Bu sistemle 10-15 saniyelik zaman kazanılacak. Az gelmesin. 10 - 15 saniye kritik. Bu bilgi ile deprem sonrası oluşabilecek ikincil afetlerin önüne geçmek için kritik altyapı hizmetleri durdurulacak. Yani yangınlar, su baskınları, elektrik kazaları engellenecek, metrolar duracak, doğalgaz iletimi kesilecek. Depremden sonra oluşabilecek felaketler engellenecek, bu felaketlerde insanlarımız hayatlarını kaybetmeyecek. Binlerce insan kurtulacak.

Daha önce yapılmayan başka bir şeyi daha yaptık. Marmara’nın güncel depremselliğini ölçtük. Örneğin daha önce pek gündeme gelmeyen tsunami riski bu sayede gündeme geldi. Bir noktanın altını çizmek istiyorum. Deprem ile birlikte oluşması beklenen tsunami de deprem kadar tehlikelidir ve hayatımızı tehdit eder. Özellikle merkezi hükümetin tsunami riskine karşı da planlarını güncellemesi gerekir. Deprem anında tüm yetkiye sahip olan merkezi hükümet, bu konuda gereken adımları atmak zorundadır. Aksi görevi ihmal nedeniyle binlerce insanın yaşamını kaybetmesine sebebiyet vermek olur ki böyle bir ihmali düşünmek bile bizlere zul gelir.

Bu zamana kadar atılmayan bir başka adımı daha attık. Hızlı tarama yöntemiyle 650.212 haneden oluşan toplam 102.084 binayı ziyaret ettik. 2 milyon 165 bin 207 İstanbullu ile birebir konuştuk. İstanbul’da yaşayan her 8 kişiden 1'ine dokunduk. Sonuçta 40 bin 925 kişinin yaşadığı 1.525 binanın hiçbir deprem kuvveti taşıma kapasitesinin bulunmadığını gördük. Bu binalardan kendi kendine çökme riski bulunan 3 bin 099 haneden oluşan 318 binaya acil müdahale edilmesi gerektiğini tespit ettik. 10 bin 320 İstanbullu bu koşullarda yaşıyor. Buna tahammül edemezdik. Hemen harekete geçtik, kendilerine Belediyemiz mülkiyetindeki stok konutlardan kiralama veya satın alma hakkı verilmesi, 3.099 yapı için 3 bin 450 TL kira yardımının sağlanması için gereken adımları attık. Teklifimizi belediye meclisine sunduk. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ne yazık ki hala 1.150 TL yardım yapıyor. Bu yardımın yetersiz olduğu aşikar. Vesileyle söylüyorum biz bakanlığın 3 katı yardım yapmak için harekete geçtik. Şimdi altını çiziyorum, bakanlığın yardımı yetersiz, önerimiz hem yardımın arttırılması hem de bu yardımın konutta oturanlara verilmesi. Bakanlık bu konudaki tutumunu güncellemek zorunda.

Önemli bir adım daha attık. Deprem konusunda farkındalığın ve bilginin arttırılması için binatespiti.ibb.istanbul internet sitesini yayına açtık. Artık hak sahipleri buradan tespit işlemi isteyebiliyor, binalarının risk analizi yapılıyor, depreme dayanıklı olup olmadığı görülüyor. Bu projeyi takiben 14 ilçede yeni kentsel dönüşüm projelendirme çalışmasını başlattık. 5 ilçede uygulamaya yönelik projelendirme ve saha çalışmalarına devam ediyoruz. 36 ilçe belediyemizin hazırladığı plan notlarını meclisimizden geçirdik. İstanbul Yenileniyor Platformu’nu kurarak bütüncül bir süreci de başlattık. Güzel havadis. Ağustos ayı itibariyle İstanbul Yenileniyor’a 38 ilçe 584 mahalleden tam 128 bin bağımsız birime ilişkin başvuru yapıldı.

Deprem konusunda toplumsal hazırlık etabına da başladık. Tsunami, deprem, temel afet bilinci eğitimleri verilmeye devam ediyor. Bu yazı da bu kapsamda sayılabilir. O yüzden sözümü biraz da dikkatinizi çekmek için açıkça ifade edeceğim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde kişilere, zümrelere, gruplara, vakıflara, sınıflara hizmet dönemi 2019’da bitti. Bugün 16 milyon İstanbullu için çalışıyoruz. Başkanımız Sn. Ekrem İmamoğlu öncülüğünde akılcı, bilimsel, mantıklı, halk yararına hizmet etmeye devam ediyoruz. Kanunların verdiği yetkiyi bir avuç seçilmiş azınlığın daha da zenginleşmesi için değil, en dezavantajlı, tabut tabir edebileceğimiz yapılarda yaşayanları koruyacak şekilde uyguluyoruz. Rantı yüksek alanlara rezidans, AVM, barok opera binası, otel dikmenin değil, İstanbullulara sağlıklı, nitelikli konut arz etmenin peşinde koşuyoruz.

Zaman kaygan bir mefhum. Kum saati aleyhimize işliyor. Göz açıp kapayıncaya kadar. 16 milyon İstanbullu, Türkiye nüfusunun beşte, Türkiye ekonomisinin üçte biri; tarihimizi, kültürümüzü belirleyen, günlük hayatta sevdiğimiz her şeyin çıtası İstanbul, Marmara’nın kıyısında, gelişi mukadder bir depremin korkunç gücüyle karşı karşıya kalacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak her gün bir adım daha ileri atıyoruz. Her çalışma arkadaşımız o anın bilinciyle her sabah uyanıyor, bir milim daha kazanmak, daha fazla insanın hayatta kalması, daha fazla çocuğun gülmesi, daha çok anne ve babanın felaketten korunması, daha fazla gencimizin böyle bir travmayı yaşamaması için çalışıyor, ter döküyor. İhtiyacımız belli. Bu çaba kitlesel, toplumsal ve tüm Türkiye’yi saran bir çaba olmalı. Merkezi hükümetin de artık başka bir zihniyete, en dezavantajlıdan başlayarak, insanların can güvenliğini sağlayacak, kentsel dönüşüm sürecini insani ilkeler ışığında örgütleyecek bir bakış açısına sahip olması gerekiyor. Siyasi kaygılarla büyükşehir ve ilçe belediyelerinin dışlanması, ortak akıl yerine tek aklın dayatılması, kentsel dönüşüm sürecinin tamamen zenginlik aktarımına dönüştürülmesi ne ülkemizin çıkarına ne de insanlığa uygun. Türkiye’yi sevdiğini iddia edenler, bu güzel ülkeye hizmet etmeye de mecbur.

Yapılması gereken çok şey var. Keşke dememek için, çok geç olmadan, yarın değil şimdi, hep birlikte, el birliği ile adım atarsak çözülmeyecek bir sorun da yok. Evet, deprem değil tedbirsizlik öldürüyor, akıl mantık gereken tedbirleri de söylüyor, hala vakit varken, gerekeni yapalım, hep birlikte İstanbul ve Türkiye için adım atalım."

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.