Erol Sırrı Yolcu

Erol Sırrı Yolcu

Kim daha büyük!

Devlet büyükleri geldiklerinde, zıpkın gibi adamlar onları karşılamalarda, açılışlarda, düğünlerde hünerlerini gösterirler. Yani olmazsa olmazdır.

İzleyenlerin önce omuzları kıpırdanmaya başlar. Zordur bizim oraların horonunu oynamak, Karadeniz’in dalgaları gibi hırçındır, yerinde duramazsın…

Sevdiğin gelir aklına birden, şair gibi olursun. “Ya ben erken geldim dünyaya, ya da sen geç kaldın vuslata” diye mırıldanırken, eşsiz güzelliklerin bulunduğu yaylalara alır götürür.

Yıl 1984 dönemin İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut, bu satırların yazarı ise, o yıllarda gazeteci, Trabzon’da turistik tesisin açılışındayız.

Bakan hayranlıkla uşakların horonunu izliyor. Birkaç tane fotoğraf çektikten sonra yanına yaklaştım. Ellerini göbeğinin üzerinde birleştirmiş, pür dikkat izliyor. Belli ki kafasının içinde bir şeyler var.

Omuzların, kolların ve ayakların bir birbirleriyle ahengine, arada bir gür sesler eşlik ediyor. Al aşağa, ha uşak haaaa…

Çok geçmeden yanında olduğumu fark etti. Yüzünde biraz buruk, biraz da meraklı haliyle, gözlerini zıpkın gibi adamlardan ayırmadan,

Sen de böyle oynayabilir misin’’ diye sordu…

Neden sorduğunu anlamıştım.

Sizde oynarsınız” dedim,

Yok, ben oynayamam”

Oynarsınız efendim”

Oynayamam”

Oynarsınız” diye ısrar edince,

Buruk halinin yanına gülümsemesini de koyarak bana doğru tamamen döndü ve gülerek “Sevgili kardeşim bu göbekle oynayamam” dedi.

Gazeteci ile İçişleri Bakanı arasında geçen bu şekilde milyonlarca örnekler vardır…

Bir Başbakan düşünün, makam arabasıyla kendi ısrar ederek, korumasını da bagaja oturtuyor. İneceği yere geldiklerinde, kapının zor açılmadığını bilmesi üzerine iner açar.

Daha neler demeyin. Başbakanın adı Bülent Ecevit, şaşırmayın.

Gazeteci ise kendisine teklif edilen görevi o tarihte TRT’de çalışması sebebiyle etik olmayacağından, affını istemek üzere bulunduğu yere giderek görevden azledilmesini isteyen, Uğur Dündar.

Konu kimin hangi unvana sahip olduğu değil, önemli olan karşılıklı kibarlık, nezaket, hoşgörüdür.

Geçen gün bir Tv kanalında haberleri izlerken tanık oldum.

Amacı, işini layığıyla yapıp, yurttaşı bilgilendirmek olan gazeteci, Çalışma Bakanı’na mikrofonu uzatarak sorusunu yöneltiyor.

Sayın Bakan, sağa, sola bakıyor…

Belli ki sorudan rahatsız olmuş, cevap vermek istemiyor…

Yürümeye devam ederlerken, çarpacak kadar yakınında olan gazeteciyi yok sayarak, birden yönünü değiştiriyor.

Gazeteci bırakmıyor, hamlesini yapıp, tekrar soruyor. Tepki yok!

Ortamda görevliler, bir o kadar da gazeteciler ve kameramanlar var. Yürümeye devam ediyorlar.

Bakan kesin içinden “şimdi bu da nerden karşıma çıktı, yolda bir türlü bitmedi. Araç nerede?” diye söyleniyordur ki mikrofon uzatılarak, soru bir daha geliyor.

Küçük dağları ben yarattım gibi tavrı devam eden Bakan, kurtarıcısı olan arabaya nihayet kavuşuyor. Durumdan mutlumu, bilemem. Lakin gazetecinin o an buruk ve üzgün olduğunu çok iyi hissedebiliyorum.

Sayın Bakan duygudaşlık yapabilse idi… Cevap vermese dahi, durumu kibarca davranıp kurtarabilir, görevini yapan o gazeteciyi de üzmemiş olacaktı.

Kafasını başka yere çevirerek, görmemezlikten gelmek, duymuyormuş gibi davranmak şık olmadı.

Allah kibirli ve övünen hiçbir kulunu sevmez” bu söz bana ait değil, Kur-an diyor.

Sizler bulunduğunuz görevlere, makamlara o gazeteci gibi yurttaşlardan aldığınız oylar ile geldiniz. Bulunduğunuz makamlar geçici süreli görevlerdir. Baki kalacak olan ise insanlıktır…

Gazeteci sorar, susmaz… Onun vicdanı kimsenin vicdanına benzemez.

Uğur Mumcu’yu da sustu sananlar, yanılıyorlar. Biliniz ki daha çok okunuyor.

Zordur her tarafı yeşil olan güzel ülkemde gazeteci olmak. Gazete okuyan azdır, cezaevine konan ise çoktur. Gazeteci emeğinin karşılığı alamaz. Birilerinin bam teline dokunduğu zaman kapının önüne konulur.

Tazminatsız işten atılan 45 gazeteciye haklarını isterken “ömrümüzü verdik” dedirtiyorsanız, sıra yine gazetecilere gelmiş demektir.

Biliniz ki yapılanlara rağmen gazeteci, kin ve de husumet beslemez.

‘’Köylüler, bir gün Nasreddin Hoca’ya sormuşlar:

Hocam padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?

Hoca hemen cevabını vermiş; Tabii ki çiftçi büyük, çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse padişah acından ölür…”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sırrı Yolcu Arşivi