Ziya Şakir Yılmaz

Ziya Şakir Yılmaz

Korkularınız sizden korksun! (1)

Kiminle konuşsam bir şeylerden korkuyor.
Kimi yükseklikten, başarısızlıktan, karanlıktan…
Kimi yalnızlıktan, reddedilmekten, sevilmemekten, pişmanlıktan…

Kimi işini kaybetmekten, kimi ailesini sevdiklerini kaybetmekten...
Kimi de fakirlikten, yaşlanmaktan veya ölmekten...

Birbirinden farklı korku türleri var. Bunlar insanların paniğe, çarpıntıya, nefes darlığına, diş sıkma ve titremeye ve kendisinden farklı olanların tehlikeli olduğu hissine kapılmalarına yol açmaktalar. İyi haber şu ki, her biri düşüncenin birer ürünüdürler. Ve düşünceler değiştiğinde
duygular da değişmektedirler. Elbette ben bir girişimciyim, korkunun yol açtığı rahatsızlıkların tedavisi için yetkin biri değilim.
Bu yazımızda bir uzmana ihtiyaç duymaksızın, ileri seviyede olmayan korkularımızın üstesinden nasıl gelebilir ve onu nasıl dönüştürebiliriz üzerine kalem tutacağım.



“Nadiren vuku bulan hastalık ve talihsizliklere
karşı duyulan korku, kötü bir alışkanlıktan
başka bir şey değildir.
Zihin gerektiği gibi havalandırılır ve aydınlatılırsa,
tahammül, denge ve gerçek cesareti
geliştirmek mümkündür.”
Elie Mechnikov
(Mikrobiyolog)


Hiç düşündünüz mü, 24 saatte aklımızdan kaç tane düşünce geçiyor? Bu sayının yaklaşık 90 bin olduğu söyleniyor… Üstelik bu doksan binin %90’ının da olumsuz olduğu dile getiriliyor.
Doğrusu işimiz pek kolay değil…

Size şöyle sorsam; zihninizin içinde durmaksızın çalışan, psikolojinizi alt üst eden, kalp ritminizi; vücudunuzun elektrik sistemini bozan, yaşamdan keyif almanıza engel olan, hayatınızın her yanına gölge vuran ve sizi ileriki zamanlarınızda başkalarına muhtaç hale dönüştürecek bir mekanizmayı beyninizde taşımak ister misiniz?
Öyle sanıyorum ki cevabınız Hayır! olacaktır.
Ben yine de bir adım daha ileri gideyim ve bu mekanizmayı taşımanız için size ayda on bin dolar vermeyi teklif etsem, kabul eder misiniz?
Herhalde benim deli olduğumu düşüneceksiniz.
Çünkü bu teklifin uçurumdan atlar mısın demekle tek farkı atlamanın aniden, korkunun ise yavaş yavaş aynı sonu getirmesidir.


 

İnsan; içinde herhangi bir korku beslerse, bir hayalete ev sahipliği etmiş olur.”
Lloyd Douglas



Öyle ise hayatımıza gölge düşüren, beden ve ruh sağlığımızı olumsuz etkileyip, yaşam kalitemizi yok eden bir mekanizmayı hemen herkesin gönüllü taşıdığına ne dersiniz?

Hayal bu ya! Size bir nakliyat firması ayarlasam ve desem ki, taşımayı istemediğiniz korkularınızı bu firma sizin yerinize taşıyacak, hangi kaygılarınızı, endişelerinizi üzerinizden atardınız? Kim bilir, belki bu hayal, içinizde, onları neden taşımayı sürdürdüğünüzün de yanıtlarını harekete geçirir…

Ancak gerçek şu ki, korkularımızı ya kendimiz üretiyor ya da büyüklerimizin, yakınlarımızın, çevremizin ürettiklerini transfer edip, korku nakliyeciliği yapıyoruz.

 


“Hayatınızın sona ereceğinden korkacağınıza
hiç başlamayacağından korkun.”
J.C.Newman

 

Korku ne demektir?
Sözlükteki anlamına göre, temel olarak bir tehlike ya da tehlikeye düşme düşüncesi ile karşı karşıya kalındığında hissedilen kaygı ya da üzüntü diye tanımlanmaktadır.
Biraz daha detaylı ele alırsak, öncelikle korku duygusunun doğal olduğunu söylemeliyiz.
Atalarımız ateşten, yırtıcı, vahşi hayvanlardan korktukları için korunmanın türlü yollarını keşfetmişler; şimşekten, yıldırımdan, depremlerden korktukları için barınma üzerine yetilerini geliştirmişler; düşmandan, hırsızlardan, ortada kalmaktan korktukları için de hukuki alanı var etmişler, iyi yaşamak için yasaları keşfedip bunları insan olmanın temel taşları haline getirmişlerdir.
Bu verdiğim örnekler günümüzde de büyümeyi sürdürmektedir.
Konuya buradan baktığımızda insanlık korkuyu muhteşem diyebileceğimiz bir yaklaşımla gelişim yönünde kullanmışlardır.

Bir de doğal olmayan, üretilen korku ve korkular vardır.
Bunlar henüz yaşanmadıkları gibi yaşanma olasılıkları taşımaktadır. Yani kişinin kendi sanal gerçekliğinden başka bir şey değildir.
Sistematik düşünemeyen beyinler kendi hallerine bırakıldığında etrafı saran yabani otlar gibi korkular, kaygılar, olumsuz olasılıklar üretirler. Böyle kimseler için korku, söz konusu bedenin beyni haline dönüşür. Bu da yaşam kalitesini olabildiğince düşüren hastalıklı bir durum yaratır.

 


Korkacağımız tek şey, korkunun kendisidir
Johann Wolfgang von Goethe



Öyküleri severim. Özellikle de hayvanların, doğanın dile geldiği fabl türü öyküleri ayrı bir güzellikte bulurum. Bu türde kaleme alınmış kısacık bir anlatı, bizim bir üniversite bitirircesine sınıf atlamamızı dahi sağlayabiliyor kimi zaman. Yazımızın burasında, korkunun önemini veba salgını üzerinden işleyen Breton müzisyen ve yazar Maurice Duhamel’in satırlarına yer verelim…

“Bir kervan çölde Bağdat yönünde ilerlerken aynı şehre doğru koşarak giden
Veba’ya rastlar. Kervanbaşı Veba’ya, neden Bağdat’a gittiğini sorar. Veba, beş bin kişinin canını almak için, diye yanıtlar. Bir müddet sonra salgının yaşandığı Bağdat’tan geri dönen kervan çölde yine Veba’yla karşılaşır.
Kervan’ın ileri geleni, bize yalan söyledin, beş bin yerine elli beş bin cana kıydın, der. Hayır, der Veba. Ben beş bin kişinin hayatını aldım, geri kalanlar korkularından öldüler…”

 

Evet, sevgili okur. Korku içinde bulunduğumuz duruma göre sıradan, normal veya doğal olarak değerlendirilebilir. Ancak bilmemiz gereken bir husus var ki hiç de yabana atılacak bir duygu durumu değildir.

Öyle ise soru şu:
Korkularımızdan kurtulabilir miyiz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ziya Şakir Yılmaz Arşivi