Korkuyorum cesaretim kayıp

Şehrin ara sokaklarında dolaşırken Kaldırımlara hapsolmuş ağaçlara his ederek dokunan, denizi deniz ormanı huzur için seven kaldı mı? Bilmiyorum.

Bir eve, arabaya veya başka bir eşyaya sahip olabilmek için yıllarımızı feda ederek ömür törpülemeye alışmışız. yada alıştırmışlar bizi.

Sahip olduğumuzu kaybetme korkusu öylesine işlemiş ki içimize yaşantımızın, duygularımızın, ilişkilerimizin temelini adeta bu korku üzerine kurar olmuşuz.

Ne zamandan beri üzerimize sinmiş olabilirdi korkularımız?

Kimler hep bu korkularla sağlığımızı, ömrümüzü heba edecek kadar yaşamamız gerektiğine karar verme hakkına sahip olabilir ki?

Milyarlarca insanın yaşadığı kaybetme veyahutta sahip olamama korkusu, binlerce yıllık insanlık hafızasında yer etmiş ve bu nedenle de dinlerde, sinemada, edebiyatta ve her ortamda hep korkudan beslenir olmuştur insanoğlu.

Burada sorulması gereken tek bir soru var aslında. Neden?

Kişisel korku tarihimiz,başımıza bir şey gelmesinden korktukları için yanlarından uzaklaşmayalım diye ebeveynlerimiz tarafından öcülerle korkutulmamızla başladı.

Sonra, masallarda ki cadı üvey annelerden o kadar çok korktuk ki annelerimizi, babalarımızı kaybetme korkusuyla, bağımlı yetişkinler olduk çıktık.

Bir türlü kişiliğini bulamayan eğitim sistemimiz sonucunda başarısızlık korkusu sardı her yanımızı.

En iyi okullarda okuyup, en çok parayı kazandığımız mesleklerimiz olmazsa, mutsuz olacağımız korkusu işlendi beyinlerimize.

Mutsuzluk korkusu öyle sardı ki her yanımızı, sırf bu korkularımız yüzünden en çok satanlar listesinin başına kişisel gelişim kitapları oturuverdi.

Daha mutlu, daha mutlu daha da mutlu olmalıydık.

Şimdi ki zamanla değil de gelecek zamanla yaşamayı öğreti haline getiren, mutluluğu geleceğin içine saklayan, bir sisteme kurban ettik umutlarımızı.

Mutsuzluk korkumuz yüzünden büyüttüğümüz sistem, umutlarımızı gelecek beklentisinin içine hapsetti.

Mutluluk varmıydı gerçekten?

Yada peşinden koştuğumuz mutluluk, satın alınabilecek bir şey değersizliğinde bir olgumuydu?

Arsızdır korku. Elimizi versek kolumuzu bırakmaz. Verdikçe alır, kıymet biçtikçe şımarır.

Kararlarımızda ki tek yön verici etken oluverir. İlişkilerimizde ki varlık gösterme stilimizi oluşturur, sevdiğimize aşkımızı söyletmez, başarısızlık korkusu ile pasifleştirir.

Farklı geçmişlere sahip insanların bugün farklı kişisel korkulara sahip olması doğal değil midir?

Bu nedenle birbirimizi korkularımızla yargılamadan, kendi korkularımızla yüzleşip onları kontrol edebilme yollarını aramalıyız.

Kimbilir, korkularımızın esaretinden kurtuldukça güçlenip, korkularımıza hapsolmaktan kurtulabileceğimizin bilinci ile bir yaşam sürmenin yollarını aramaktır belki de çaremiz.

Buna, sizkendi korkularınızı sorguladıkça karar verirsiniz. Yalnız dikkat edin bu arada, iş işten siz hayattan geçmiş ve geç kalmış olmayın sakın?

Bir şarkının nakaratıyla bitirelim yazıyı…

Korkuyorum cesaretim kayıp.
Dünya mı zor, bünyem mi zayıf.
Derdime suları katıp katıp içiyorum.
Üzülüyorum kayıplarımı sayıp,
İçinden aşkları ayıklayıp,
Geriye hiçbir şey kalmadığını görüyorum.

VESSELAM

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Remzi Tanış Arşivi