Koronavirüs ile nereden nereye geldik

BUGÜN resmi açıklamaya göre Türkiye'de görülen ilk Coronaviüs vakasının üzerinden tam tamına 9 ay 2 gün geçti. Dünya ile birlikte amansız bir mücadele içine girdiğimiz, dönemin kabusu Covid-19 ilk canımızı 17 Mart günü almıştı. Bugün günlük ölüm sayıları maalesef 200'ün üzerine çıktı. Nereden Nereye geldik değilmi? Bu sözler bir dönemi küçümsemek kendi 18 yıllık iktidarlarında ise yapılanları anlatmak adına bir slogan olarak kullanılıyor hatta şarkı bile yaptılar. Ben de bunu anımsatmak istedim. Nereden Nereye geldik değil mi dostlar. İlk vakanın görüldüğü 11 Mart gününden bu yana 9 ayda vaka sayısı 1.780.673'e, virüsten hayatını kaybedenlerin sayısı 15.977'ye yükseldi. Anormal Normalleşme derde derman olacağına dertlerimize dert kattı. Hastanelerde neredeyse yatak kalmadı. Evler Corona merkezlerine döndü.Coronavirüste "Altın standart" fazladan ölümler oldu. Şöyle ki İstanbul'da Kasım ayında bir önceki yıla göre ölüm sayısı 5228 arttı. Son üç günde ise Sağlık Bakanlığı verilerinde göre ölüm sayısı 220'nin de üzerine çıktı. Bakan Koca; ölüm sayısı eleştirilerine "Ben ölü sayıları üzerinden spekülasyonu savaşta şehit sayısı üzerinden spekülasyon yapmaya benzetiyorum. Çok acı, çok yanlış." yanıtını verdi ama tartışma bir türlü dinmek bilmiyor.

Türkiye'deki ölüm oranlarının düşüklüğünü, yaygın test, erken tanı ve filyasyon ile temaslıya ulaşarak ilaç temini sağlamak olarak açıklayan Koca, "Ölüm oranlarındaki seviyeler de bu nedenle düşük" dedi.

Koca ölüm sayıları ile ilgili şu açıklamada bulundu.:TUİK her yıl olduğu gibi bu yılın da sonunda birçok veri gibi kayıplarımızın sayısını da yayınlayacak, orada göreceğiz. Bu yıl geçen yıllara göre her şeyin farklılaştığı bir durum söz konusu. Ölüm sayısını il il değerlendirmek doğru olmayabilir, çünkü Kovid tanısı konanlar oldukları yeri terk edemiyorlar, geçen yıllarda dolaşım çok daha fazlayken bu yıl öyle değil. Tanı nerede konursa orada takip ediliyor. Vefat da orada oluyor. Dolayısıyla toplam sayıya bakmak daha sağlıklı. Bulaşıcı hastalıkla ilgili açıklama yaptım. Bu yıl her türlü enfeksiyon bulgusu olan tedbir amaçlı bulaşıcı hastalık kategorisine alındı, defin ona göre yapılıyor. Mesela kanser hastalarının büyük çoğunluğu kanserden değil vücutlarındaki bir enfeksiyondan hayatlarını kaybederler onları da bulaşıcı hastalık kategorisine yazıyorlar.

Sayı değil ölen insan

Sayılar baş döndüren bir şekilde hızla artarken, hergün bir yakınımız veya çevremizden biri veya bir kaçının bu lanet olası hastalığa yakalandığını duyuyoruz. yada yoğun bakımda entübe edildiğini. Kaybettiğimiz canları da söyleyerek bir kez daha onları rahmetle anmak isterim. Ateş çemberi bu kadar daralmışken oturduğumuz binadaki kapı komşumuza kadar virüs bulaşmışken zaten milletin sokağa çıkmadığı çıkamadığı saatlerde yasak ilan etmek Türk usulü Coid-19 mücadelesi olarak tarihte seçkin yerini mutlaka alacaktır. Tma kapanma olmadan bu sorunun kısmende olsa çözüleceğine aşı ile biteceğine inanmıyorum. En iyimser tahminle aşılama ay sonu başlasa bunun ilk sonucu belki Şubat ayı ortasında belki Mart ayında görülecek oysa bizim sıcak gündemimiz Pandemi. Virüs her yerde ve her an hepimizi vurmaya devam ediyor. Hastanelere kuyruklar uzarken sağlıkçılar tükeniyor. İnsanlar ise günde 200-200 ölmeye devam ediyor ki bu bile kanıksandı.Yani acı gerçek şudur ki tartışılan sayaı değil ölen İNSAN'dır.Bu ülkede her gün büyük bir uçak dolusu insan virüsten ölürken bunu önlemeye yönelik tedbirleri sert biçimde uygulamak yerine soru soranı sorgulayanı suçlamak aymazlıktır. İnsanın en temel hakkı bilgi edime hakkıdır. Buda savsaklanmamalıdır.

Avrupa'da 1 dünyada 3. olduk

Vaka sayılarının bakanlık tarafından açıklanmasıyla birlikte Türkiye sıra atladı. Avrupa'da 30 binin üzerinde vaka sayılarımızla günlerdir ilk sırayı kimseye vermezken, Dünya da ise yerimiz ilk üçte sağlamlaştı. Yani bu minik minik rakamlarla giderken nasıl oldu? Anlaşılır gibi değil ama bunu çözdüğümüze göre ölüm sayısında da bir noktada buluşuruz umarım. Uzman Güçlü Yaman, bir araştırma yaptı. Dünyada Covid vaka ve ölüm sayılarını yayınlayan üç web sitesindeki vaka ölüm ortalaması: yüzde 2,28. Bu oranı Türkiye'deki vaka sayılarına uygularsak .748.567 X %2,28 = 39.850 ölüm ediyor. PCR testlerinin vakaların yüzde 60'ını yakalayabildiğini düşünürsek ölüm sayısı 66.416 ediyor.

Vaka sayısı tartışması bitmiyor

İçinizde diğer ülkelerdeki Covid-19 vaka sayılarını takip eden geniş bir kitle olduğunu tahmin ediyorum.Döviz kuru takip eder gibi, nerede kaç kişi hastalanmış, kaç kişi hayatını kaybetmiş diye bakarak güne başlayan ya da günü tamamlayan geniş bir kesim var.

Bunu yapanların bir türlü anlamlandıramadığı bir durum var.Türkiye’nin durumu.

Anlatalım ki, anlamlandırmaya çalışanlar kervanına siz de katılabilin.

İngiltere’de günlük vaka sayısı 16 bin 578.Yani Türkiye’nin hemen hemen yarısı.Günlük ölüm sayısı 533.Yani Türkiye’nin neredeyse 2,5 misline yakın.İtalya’da günlük vaka sayısı 12 bin 756.Yani Türkiye’nin yarısından az.Günlük ölüm sayısı 499.Yani Türkiye’nin iki mislinden fazla.Almanya’da günlük vaka sayısı 18 bin 219. Yani bizim yarımızdan biraz fazla.Günlük ölüm sayısı 622.Yani bizim üç katımız.Türkiye günlük 30 binin üzerinde vaka buna karşın 200 civarında ölümle Covid-19’la mücadelesini sürdürüyor.

Avrupa’daki ülkelerin iki misli hasta ile en az yarısı ölüm. Bu kadar fark, Avrupa’nın nüfusunun bize oranla yaşlı olması ile açıklanabilecek bir şey değil gibi.

Başka bir şey olmalı.Ya sağlık sistemimiz çok iyi.Ya tedavi yöntemlerimiz müthiş.Ya Avrupalılar çok başarısız ve sağlık sistemleri bitmiş.Ya da Türkler genetik olarak bu hastalıktan ölmemeye programlı. Genetik bir avantajımız var.

Yoksa Covid-19 bizde de Almanya’daki, İngiltere’deki gibi seyretse günde 1000 civarında vefat açıklaması lazım Bakanlığın.

Bu arada geçen haftalarda “Ölü sayısını en iyi Diyanet bilir” demiştim. İlginçtir.Camilerden verilen salalar bıçak gibi kesildi. Artık onlar da bilmiyor.Ölüm sayılarını iyi mi ?

Üç milyon olmalı

Covid-19’un sağlık çalışanları açısından meslek hastalığı olarak kabul edilmesini talep eden Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı toplantıda yaptığı değerlendirmede, Sağlık Bakanlığı’nın son açıkladığı rakamların tamamen şeffaf olduğunu söylemenin kolay olmadığını belirtti. Sağlık Bakanlığı’nın toplam vaka sayılarını 1 milyon 700 bin üzerinde açıkladığı tabloyu değerlendiren Fincancı, “Tabloda 20 milyon testten söz ediliyor. Mart ve nisanda yüzde 10’larda olan pozitiflik oranlarının kasım ortasından bu yana yüzde 30’lara çıktığını biliyoruz. En iyi ihtimaliyle tekrarlayan testler olduğunu düşünerek yüzde 15 ortalamayla test pozitifliği olsa vaka sayılarının 3 milyon olması gerekiyor” dedi.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın sağlık çalışanlarının 120 bininin Covid-19’dan etkilendiği yönündeki açıklamasını hatırlatan Fincancı, “Sağlık Bakanı 1 milyon 60 bin sağlık çalışanı olduğunu söylüyor. Yani yüzde 11.3’ü pozitif. Bu toplumdaki yaygınlığın üç katı bir rakama tekabül ediyor. Yalnızca bununla da kalmıyor, toplumla yönetemediği pandemide sağlık çalışanını tek başına bırakıyor ve sağlık çalışanları şiddete karşı mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Toplumdaki yaygınlığına göre üç kat fazla yaygın olan bir hastalığın otomatikman meslek hastalığı olarak kabul edilmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Uçurumun kenarındayız

Sağlık Bakanı 25 Kasım akşamı, nihayet vaka sayılarını açıkladığı toplantıda, alınan yeni tedbirlerin etkisini iki hafta bekleyip göreceklerini söylemişti. O zaman da bekleyip görülecek şeyin kabus senaryosu olduğunu söylemiştik. Ve bir an önce hayati sektörler dışındaki tüm faaliyetlerin durdurulmasını ve çalışanların, küçük esnafın desteklenmesini önermiştik.

Azalma yok artış sürüyor

Yerine Nisan-Mayıs aylarında deneyip bir işe yaramadığını gördüğümüz hafta sonu sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Bakanın söylediği “iki haftalık bekleyip görme” süresini de doldurduk. Bakan 7 Aralık akşamı, matematik problemi tarzı açıklamalarına bir yenisini daha ekleyip, vaka sayılarındaki artış hızında yavaşlama olduğunu söyledi. Yani? Türkçesi, vaka sayıları da, ölüm sayıları da – Bakanlığını resmî sayılarından bahsediyoruz – artmaya devam ediyor. 7 Kasım günü aynı saatlerde, Türk Yoğun Bakım Derneği de “Yoğun Bakımlarda Uçurum Kenarındayız” başlıklı bir basın açıklaması yaptı.

Yoğun bakımda yer kalmadı

Yoğun Bakım Uzmanlarının kurduğu ve esas olarak yoğun bakım standartlarının oluşturulması, meslek içi eğitim, bilimsel araştırmalar olan bir mesleki dernek, üyelerinin ruh halini yansıtan dramatik bir başlıkla yoğun bakımların durumunu doğrudan kamuya duyurmaya çalışıyordu. Yoğun bakımlardaki doluluk oranlarının yüzde 70-75’leri aştığını, yeni yoğun bakımlarının açılmasıyla çalışanların etkin ve yararlı hizmet sunamayacak hale geldiğini, içinde bulunulan durumun sürdürülebilir olmadığını söylüyorlardı. Yeni yoğun bakım ünitelerinin açılmasının sorunu çözemediğini, bütün sağlık hizmetlerinde olduğu gibi bakımın esas unsurunun yataklar ve aletler değil, yetişmiş insan gücü olduğunu belirtiyor ve şu uyarıda bulunuyorlardı. "Yoğun bakım hizmeti sunumundaki tıbbi kalitenin düşmesi, ölüm oranlarının yükselmesine neden olacaktır."

Yoğun bakımlar dolu

Türk Yoğun Bakım Derneği ogörüşlerini 6 ana başlıkta topladı. Pandemide gelinen noktada yoğun bakım doluluk oranlarının yüzde 70-75’leri aşmasının yoğun bakımlarda artık uçurumun kenarına geldiğimizi göstermekte olduğun dikkat çekti. Pandeminin bu zorlu zamanlarını aşmaya çalışırken, sağlık otoritesinin bilimsel derneklerle işbirliği yaparak derneklerin yetişmiş insan gücünden yararlanmasını önemli bulduklrını açıklayarak şunuları sıraladı:

1) Yoğun bakımlar olarak uçurumun kenarındayız! Pandemi döneminde sağlık sistemine binen yük artmış, özellikle yoğun bakım ünitelerinin doluluk oranlarının artması ve yeni yoğun bakım ünitelerinin açılması ile çalışanlar etkin ve yararlı sağlık hizmeti sunamayacak hale gelmiştir. Türkiye geneli için yoğun bakım ünitelerinin doluluk oranlarının yüzde 70-75’’lere ulaştığı bildirilmesine rağmen hastalığın daha yoğun görüldüğü illerimizdeki doluluk oranlarının daha yüksek olduğu açıktır. Bu nedenle yoğun bakım doluluk oranlarının il il açıklanması daha yararlı olacaktır. Yoğun Bakım yataklarının yetersiz olduğu bugünkü ortamda önemli bir tehlike de, acil yoğun bakım yatağı gereksiniminin yaratmış olduğu sorunla hastanelerin uygun olmayan alanlarında yeni Yoğun Bakım Ünitelerinin açılmaya başlanmasıdır.

2) Yoğun Bakım doluluk oranları ve şu anki iş yükü ve çalışma koşulları Yoğun Bakım çalışanları açısından uzun dönem sürdürülebilir değildir. Yetişmiş insan kaynağının sınırlı sayıda olması, hastalığın yarattığı fireler de göz önüne alındığında, akılcı kullanılmak zorundadır. Uzun ve yoğun iş temposu yoğun bakım çalışanlarının kontamine olma riskini arttırmakta, hastalandığı için görev yapamayan kişiler nedeniyle geride kalan ekibin çalışma koşulları daha da kötüleşmekte ve bir kısır döngü oluşmaktadır. Sürecin ilerlemesiyle kalifiye insan kaynağının mutlak olarak yetersiz kalacağı açıktır. Öncelikle, Yoğun Bakım ortamına hızla adapte olabilecek ameliyathanelerdeki potansiyel insan kaynağının bir an önce diğer işlerden muaf tutularak yoğun bakımlarda görevlendirilmeleri gerekmektedir.

3) Acilde ve servislerde yoğun bakım bekleyen hastalar göz önüne alınarak yeni Yoğun Bakım yataklarının açılması çözüm değildir.

Bu hastaların bakımını üstlenecek kalifiye sağlık personeli eksikliği göz ardı edilmemeli ve bu personellerin çok kısa sürelerde yetişmediği gerçeği de bilinmelidir. Hem teknik olarak hem de ilkesel olarak doğru olan bir bakış açısıyla Yoğun Bakım yatağı kavramı belirli bir mekanda, yeterli gaz kaynakları, elektrik bağlantı noktaları olan, Yoğun Bakım tipi ventilatörü, monitörü olan ve daha önemlisi bu yatakta yatacak olan hastaya Yoğun Bakım hizmeti verecek olan hemşire ve Yoğun Bakım doktoru demektir. Salt olarak yatak veya ventilatör üzerinden bu kavramı açıklamak modern Yoğun Bakım konseptine ters düşmektedir ve yapılan tüm yatırıma karşın hastaların yoğun bakım hizmetinden yarar görememesi ve daha kötüsü ölüm oranlarının artışı anlamına gelmektedir.

4) Yoğun Bakım hizmeti sunumundaki tıbbi kalitenin düşmesi, yurtdışında olduğu gibi ülkemizde de ölüm oranlarının artışına neden olacaktır. Ayrıca Yoğun Bakımlarda çalışan hekim ve hemşireler yoğunluk nedeniyle hastalarına yeterli tıbbi hizmet veremedikleri durumlarda bunun vicdani sorumluluğu ile baş başa kalmaktadırlar. Yoğun Bakımlarda üretilen iş açısından kaliteden taviz verilerek etkin bir sonuca ulaşılamayacağı kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Kalite demek, gereken niteliklere sahip tıbbi ekipman ile üst düzey nitelikte ve yeterli sayıda sağlık çalışanları ile üretilen sağlık hizmetidir.

5) Yoğun Bakım Ünitelerini yönetecek ve bu alanda hizmet verecek yetişmiş eleman sorunumuz, pandemi ortamında daha da belirgin hale gelmiştir.

Tüm ülkede pandemi dönemleri de dahil yoğun bakım ünitesi çalışma koşullarının standardize edilmesi gerekmektedir. Yoğun çabalarla altyapı standardizasyonu konusunda yol alınmasına karşın, üstyapı ve yetişmiş kalifiye sağlık çalışanlarında niteliksel ve niceliksel olarak standardizasyon olduğunu söylemek zordur. Çalışanlardaki tükenmişlik durumunun yanı sıra son dönemde gözlenen çözülme bu sorunu daha da derinleştirmektedir.

6) Sağlık otoritesi sivil toplum örgütü olarak da tanımlayabileceğimiz bilimsel derneklerle işbirliği yapmalı, onların yetişmiş insan gücünden yararlanmalıdır. Pandemi ortamında tedaviye yönelik klinik uygulamalarda, belirli oranda değişkenlikler kabul edilebilir olmakla birlikte, standartların oluşturulması ve uygulanması sonuçları olumlu etkileyecek, sağlık hizmeti daha etkin ve hızlı hale gelecektir. Tüm bu planlamaların yanı sıra, sürecin raporlanmasına yönelik ulusal düzeyde kayıt sistemi oluşturulmalı, tekil deneyimli sayılardan değil doğru metodoloji ile toplanmış büyük verilerin bilimsel sonuçlarından yararlanılmalıdır.

AŞI BUGÜNKÜ

HALİMİZE ÇARE Mİ?

İçinde bulunduğumuz vahim duruma çareler aramak yerine, son haftayı, yine bir kötü iletişim örneği olarak, birçok soru işareti yaratması kaçınılmaz aşı beyanatları üzerine tartışarak geçirdik. Aşı tabi ki çok önemli. Pandemiyi yenmemiz için çok önemli.

Ama Dünya Sağlık Örgütü’nün de dediği gibi aşı pandemiyle mücadelemizdeki araçlardan yalnızca biri, sihirli değnek değil. Üç aşının (Pfizer-BioNTech, Moderna ve Oxford-Astra Zeneca) hastalığı önlemede etkili olduklarını duyduk, Bakanlığın almayı planladığı Sinovac’ın da etkili olmasını umuyoruz. Ama bu aşıların hiç birinin etki süresinin ne olacağını henüz bilmiyoruz. Bu aşıların aşılanan kişilerde yalnızca hastalığı değil, virüs alıp, virüs bulaştırmayı da önleyebilmesini umut ediyoruz. Ama henüz elimizde bu konuda kanıt yok. Etkinlik çalışmaları yeni bitmiş, ya da bitmemiş, üretim ve dağıtım safhaları, bütün güçlükleriyle, henüz önümüzde olan aşılarla, kitle bağışıklığını sağlamanın alt sınırı olan yüzde yetmiş bağışıklığa ulaşmak için önümüzde nasıl bir yol olduğunu henüz net bir şekilde göremiyoruz. Kısacası, aşı bugünkü halimize, dolu yoğun bakımlara, her gün kaybettiğimiz ve önümüzdeki haftalarda da kaybetmeye devam edeceğimiz canlara bir çare değil. Havalar soğuk, Mart, Nisan’a kadar kapalı mekanlara mahkumuz. Virüs ülkenin her iline, her ilçesine yayılmış durumda. Doğu Anadolu’da çalışan bir hekim uzak dağ köylerinden bile Covid hastalarının geldiğini söylüyor. Türkiye yüzde elli beşini oluşturan 27 il için mezarlık ve e-devlet kayıtlarından, geçen beş yılın ölüm ortalamalarıyla, bu yıl görülen ölümleri karşılaştırarak bu yıl görülen “fazla ölümleri” saptayan yazılım uzmanı Güçlü Yaman, nüfus başına en yüksek “fazla ölümün” daha küçük kentlerde olduğunu bulmuş. Uşak ve Sivas’ın başını çektiği nüfus başına “fazla ölüm” listesinde İzmir 12, İstanbul 15, Ankara 17. sırada. Bu da “gözden ırak” ve yoğun bakım kapasiteleri daha düşük bu illerde salgının daha çok can yaktığını düşündürtüyor. Ve bir kez daha vaka sayılarını da ölümleri de il il açıklayın dedirtiyor. Etkin tedbirler almadan geçirdiğimiz zamanlar, önlenebilir ölümlerin gerçekleşmesi, derlenip toparlanmak ve yaraları sarmak için gereken zamanın uzaması demek. Artık çığlıklara bir kulak verilmesi lazım: uçurumun kenarındayız.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ

9 AYLIK RAPORU AÇIKLADI

TTB COVID-19 İzleme Kurulu 9. Ay Değerlendirmesi: Salgın Yönetimi Bütünlüklü Bir Bakış Açısını Gerektirir. Türk Tabipleri Birliği (TTB) COVID-19 İzleme Kurulu, Türkiye’de ilk COVID-19 vakasının resmi olarak açıklanmasından bu yana geçen 9 aylık süreci kapsayan değerlendirme raporunu, kamuoyuna duyurdu.

Vaka sayısı tartışmaları

TTB Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı, TTB’nin vaka sayılarına ilişkin şeffaflık talep etmesi sonrasında Sağlık Bakanlığı’nın vaka ve hasta ayrımı yaparak bir tartışma başlattığını, son günlerde toplam vaka ve hasta sayılarını tablosuna eklediğini fakat halen şeffaflığın tartışmalı olduğunu belirtti. Salgının sınıfsal karakterine dikkat çeken Korur Fincancı, toplum genelinde %4,4 olan vaka oranının DİSK’in araştırmasına göre işçilerde %7,3; Sağlık Bakanı’nın açıklamasına göre sağlık çalışanlarında ise %11,3 olduğunu ifade etti ve COVID-19’un meslek hastalığı olarak tanınması gerektiğini dile getirdi. Şebnem Korur Fincancı’nın ardından COVID-19 Pandemisi 9. Ay Raporu’nun hazırlanmasında emeği geçen hekimler söz aldı.

Rakamlar çarpıtılıyor

Sağlık çalışanlarının sağlığı söz konusu olunca söz alan Dr. Özlem Kurt Azap, aylardır sağlık çalışanlarına dair veriler paylaşılmadığına; aylar sonra ise Toplum Bilim Kurulu’nun bir üyesinin 6 Kasım’da sağlık çalışanlarında 40 bin vaka sayısı verirken, Sağlık Bakanı’nın 9 Aralık’ta 120 bin verisi sunduğuna dikkat çekti. Rapor sunumunda Dr. Vedat Bulut da güncel aşı çalışmalarına ait bilgilendirmelerde bulundu. Koruyucu sağlık hizmetlerinden sorumlu Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun görevi olmasına karşın aşı ihalesini ikinci ve üçüncü basamak hizmetlerinden sorumlu Kamu Hastaneleri Birliği’nin yürüttüğünü kaydeden Vedat Bulut, “Bir pandemide en kötü yönetim, belirsizlik yaratmaktır. Aşıyla ilgili de pek çok bilgi kirliliği var. Bağımsız kuruluşlarca onay süreci belgelendirilmiş her türlü aşı güvenlidir. Yeter ki bilgiler kamuoyuyla şeffaf paylaşılsın” dedi. Bulut ayrıca “Türkiye’de kullanılacak aşının hangisi olacağı, ne kadar miktarda alınacağı, hangi bilgilendirmelerle tescilleneceği, hangi tarihte aşı kampanyasına başlanacağı belirsizliğini korumaktadır” vurgusunu yaptı.

Sağlığa bütçe komik

2021 sağlık bütçesini değerlendiren Deniz Erdoğdu, genel bütçede sağlığa ayrılan payın %5,7’de, koruyucu hekimlik için ayrılan payın da yüzde 1,4’te kalmasını eleştirdi, 2021 sonuna kadar sürecek salgın yönetiminin sıkıntı yaratacağını belirtti. Esin Davutoğlu Şenol, COVID-19 tanısının sadece PCR pozitifliğiyle mi konulduğu, hidroksiklorokin ve favipiravir kullanımının tedavideki yeri, izolasyon sürelerinin kısaltılması gibi sorulara yanıt verdi ve raporun sıkça sorulan sorular kısmında ayrıntılı olarak yanıt vermeye çalıştıklarını söyledi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi