Murat Taygur: Sanat uzun hayat kısa!

Murat Taygur: Sanat uzun hayat kısa!
Birçok yapımda rol alan başarılı oyuncu Murat Taygur, Damga’ ya konuştu. Pandemi koşulları sebebiyle yaşanılan sıkıntılara ve gerçekleşecek projelerine değinen Taygur; “Arş longa vita brevis” (sanat uzun hayat kısa) hele şu pandemi geçsin güzel şeyler olacak diye düşünüyorum” ifadelerini kullandı

Şimdilerde huzuru Kaz Dağları’ nda bulan oyuncu Murat Taygur ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Damga ’ya konuşan Taygur’la; oyunculuğa ilk başladığım dediği çocukluk yıllarından tutun da radyo programcılığına , ilk televizyon dizisi “ Deli Yürek ‘ dönemlerine ve şiir yazmaya başladığı ortaokul yıllarına kadar indik . Ayrıca Taygur “ Karadayı” dizi setinde Kenan İmirzalıoğlu’nun kendisine yaptığı jest için “her şeye değerdi” ifadelerini kullanırken pandemi koşullarında sektörün nasıl etkilendiğini oyuncunun yaşadığı sıkıntılara değinerek ; “Yasamızın olması lazım, devlet haklarımızı güvence altına almalı” ifadelerini kullandı.

Murat Bey ilk olarak oyunculuğa nasıl başladınız, anlatabilir misiniz?

İlkokul zamanlarımda evde pencerenin önüne sandalyeleri dizerdim, sahne yapardım ve perdeyi kapatırdım önüne evdekilere o zamanlar küçük oyunlar oynardım. Sonra ortaokulda büyük abilerimiz 3. Sınıflar müsamere yapardı, özenirdim provalarını izlerdim. Hatta birgün birinci sınıflardan kimseyi almadıkları hâlde beni almışlardı ve oynamıştım küçük bir rolde. Çok heyecanlanmıştım, sanırım o zamanlardan girdi içime tiyatro sevgisi. Aslında kulaklarımın kepçe olması da oyunculuk sevdasından . Nasıl derseniz; annem babam biz küçükken gezmeye gittiklerinde onlar gider gitmez, teybi alır babamın kasetlerinden birini koyardım ve bir leğen su ile 3 kız kardeşimle birlikte oynardık. Onlara şöyle böyle söyleyeceksiniz derdim, ben de su sesi yaparak geminin içindeymişiz gibi onları tayfa yapardım. Sonra babam kasetleri çalardı, örneğin Mahsuni Şerif kaseti çalıyor ve üçüncü parçadan sonra benim sesim çalardı. O kasetlerin üzerine kayıt yaptığım için de kulaklıklarım çekilirdi. Sonraları radyoculuğa başladım. 90’lı yıllarda ilk özel radyolar açıldığında İstanbul Ulusal Radyo diye bir radyo vardı Bağcılar’da. Eski CHP’li ilçeden bir abimizin radyosuydu. O radyoyu daha sonra akrabalarım satın aldı. Türkü radyosu yaptık, yavaş yavaş radyo sol radyoya doğru yöneldi ve Gazi olayları sürecinde radyomuz kapatıldı. Gerekçe insanları otobüslerle Gazi Mahallesi’ne taşımak dendi ! Sonra ben Radyo Umut’un ilk ismi Esenler FM’di, Esenler FM’den Tamer Dursun’la tanıştım. Tamer Dursun oraya radyo tiyatrosu yapmaya hazırlanıyordu. 6 – 7 kişilik bir gruptuk ve her Pazar canlı oyun yapıyorduk. Stüdyoya giriyorduk, oyunu canlı okuyorduk. Efektler canlı, müzikler canlı giriyordu. Hatta o dönem bizimle birlikte olan şimdi Tele 1’de olan Murat Taylan’da Esenler FM’deydi ve iyi bir dostluğumuz oldu daha sonra. Derken radyo Barış , radyo Barış’tan sonra Çevre Radyo devam etti. Radyo Barış’tayken Bahçelievler Belediye Tiyatrosu’ na  oyunlar izlemeye gidiyordum, orda Orta Direkt Tiyatrosu ile Osman Genç’le tanıştım. Bir oyun hazırlanıyordu, ilk profesyonel sahneye çıkışım  “ 1994’ de Figaro Boşanıyor” isimli oyun oldu. Orada iki başrolden biri Kont Alma Viva diğeri Figaro’ydu. Kont Alma Viva’yı sana vericem dedi, ben de ilk kez sahneye çıkıyorum dedim. Sen yaparsın dedi ve ben rolü aldım. Avusturya Kültür Bakanlığı’nın sponsorluğunda oynadık. Sonra oyunlar devam ederken ilk televizyona geçişim de Osman Genç’in teşvikiyle oldu. Tiyatro benim için önemliydi pek televizyon düşünmüyordum ama maddi yönüyle televizyon daha iyiydi. Ufak ufak dizilere başladım ve ilk Kenan İmirzalıoğlu’nun Deli Yürek’te küçük bir rolle başladım. Sonrasında Osman Sınav bu çocuğa yazın rol demiş ve derken Deli Yürek’te 20 bölüm oynadım.

murat taygur

Bugüne kadar rol aldığınız tiyatro, dizi ve sinema filmi projelerinizden bahseder misiniz?

Birçok proje oldu şu an aklıma gelenleri sayabildiğim kadar söyleyeyim; “ Deli Yürek, Sıcak Saatler, Tatlı Hayat, Dadı, Ekmek Teknesi sonrasında Kara Yılan, Ezo Gelin, Belalı Baldız, Arka Sokaklar  onun dışında Yalan Dünya, Gönül İşleri, Kara Dayı, Muhteşem Yüzyıl son zamanlarda Hayati ve Diğerleri en son diziydi galiba. Sinema filmlerinden Kayseri Aslanı, Adabı Muaşeret şu günlerde yeni yapım “ Göç Mevsimi” var, Son Osmanlı Yandım Ali ... Daha hatırlayamadığım onlarcası var. Reklam var, bir dönem çok popüler olmuştu. İngilizce çekmiştik reklamı, Türkçe alt yazısı vardı. Hakan Plastik sessiz boru... İnşaatta çalışan doğu şivesiyle İngilizce konuşan karakter çok seçilmişti. Bir dönem insanlar sokakta “ Hi Baby “ demeye başlamışlardı. Onun dışında yine birçok reklamın dışında yerli yabana seslendirmeler var.

Şu an Kaz Dağları’nda yaşamınızı sürdürüyorsunuz. Orda yaşama fikri nasıl gelişti, anlatır mısınız?Evet, Kaz Dağları gerçekten yaşanacak bir yer. Ailece İstanbul’un yoğunluğundan bunalmıştık, ben de çekim için ara ara buraya geliyordum. Burada arkadaşlarım var onların yanına da geliyordum ve hep burada yaşama hayalim vardı. Amcam da burada uzun süredir, burası astım hastalarının yoğunlukla geldiği bir yer, oksijen çok yüksek burada. Yaşamak çok güzel , insanları güzel sokakta herkes birbirine selâm veriyor ve vermeyen tuhaf karşılanıyor. Herkesin birbirine saygısı var, buradaki birçok insan kitap okuyan ve araştıran insanlar. Ben de burada olmaktan çok mutluyum.

Peki içinize sinen bir proje oldu diyelim ve çekimler İstanbul’dan uzun soluklu bir proje yaşantınızı nasıl etkiler?

Buradan İstanbul’a gitmek hayatımı çok etkilemez. Dizi çekimlerinde  haftada 3- 4 gün oluyor. Otobüsle de çok yakın, atlayıp gidip gelmek zor oluyor. Bizim sektörde şehir dışından gelenler için konaklama hizmeti de veriliyor. Her gün mesai verilmediği için fabrikasyon bir iş olmadığından tanıdığım birçok oyuncu Ege taraflarına göç etmiş durumda. Böyle olunca da gidip gelebiliyoruz. Çok fazla etkilemez bu durum bizleri.

murat taygur


Murat Bey sizin aynı zamanda edebî bir yönünüz de var. Şiir yazıyorsunuz, biraz da bu yönünüzü konuşalım istiyorum. Anlatır mısınız?

Edebi yönü demeyelim de, işte bir dönem şiir yazıyordum. Senaryo yazmaya yeni başladığım küçük öyküler uyduruyordum. Bu nasıl oldu? İlk ortaokul döneminde öğretmenlerimden etkilendim. Birçoğu devrimciydi, sosyal içerikli kitaplar okumaya teşvik ediyorlardı. Ben ilk devrimci şiirlerden etkilenmiştim. Tâbi önce Nazım’dan etkilendim , Rus şairlerinden  etkilendim o dönem ve ilk öyle yazmaya başladım. Kendimce sol şiirler yazmaya başladım. O zaman benim de böyle şiirlerim olsun duygusuyla yazdığım zorlama şiirlerdi. İlham kaynaklı ya da birikim kaynaklı şeyler değillerdi. Ama birgün çok şaşırdığım bir olay oldu, orta son sınıfların bir panosu vardı ve benim şiirimi oraya aşmışlardı. Onlar bizden büyüktüler ve ortaokul birinci sınıf öğrencilerinin çalışmalarında önce kendi çalışmalarına yer verirlerdi. Birgün bir panelde onların bölümünün amfisinde benim şiirimi tartıştıklarını duydum tesadüfen. Beni çağırmamışlardı ve şiiri tartışıyorlardı bu o dönem çok komik gelmişti bana. Sonraları aşık olunca yazmaya başladık, derken birikim olunca ( çok kitap okuyunca, çok şiir okuyunca) olmaya başladı bir şeyler. Şiir ilhamla da olur ama edebî yönü çok fazla okumanızla ilgili şey. Şu sıralar yazamıyorum ! Bir tıkanma dönemi belki de ! En son bir arkadaşımın türküsünün başına yazmamıştım ve ısmarlama olmuştu. Herkes beğenmişti fakat ben her zaman içimden geleni yazmayı tercih ederim. Bu aralar olmuyor dediğim gibi, şiir böyle bir şey!


Pandemi sürecinde birçok sanat dalı gibi tiyatroda ağır yara aldı. Bu konu hakkında oyuncu olarak sizin durum değerlendirmenizi alabilir miyiz?

Pandemi tüm dünyayı kasıp kavurdu. Dünya tarihinde ilk kez tüm dünyanın ortak bir hikayesi oldu, bu da ilginç. Herkesin torunlarına anlatacağı ortak bir hikaye var. Pandemi de bana ilginç gelen şey; “ büyük insanlık, birçok şeyi yapan , yaratan, uzaya giden, atomu parçalayan, büyük insanlık bir küçük virüsle şu anda çaresiz durumda.” Çok ironik ! Sektöre gelirsek bütün sektörler aynı ama bazı sektörlerde evden çalışılabiliyor , farklı yöntemlerle para kazanabiliyor. yalnız bizimki direkt yerinde çalışıldığı için ve sermayesi insan olduğu için toplulukların bir arada olması gerektiği için “ müzisyenlik gibi, tiyatro gibi “ bu biraz daha zorluyor tâbi. Fakat her zaman dediğim gibi; sektör değiliz, haklarımız yok, yasa da yerimiz yok ve savunmasızız. Bu yüzden bunun bir an önce çalışması yapılmalı ve koruma yasasının olması lazım. Yardımlara ya da bireysel inisiyatife... Yalnız bırakmamalıyız ! Topluma hizmet veren ve çoğu zaman haklarını alamayan ayrıca kazanamasa da bu işi gönülden yapan insanlar topluluğuyuz ve çok da fazla değiliz. Devletin yardım edemeyeceği kadar fazla değiliz. Örgütlü olmalıyız, yasamız olmalı, yasa da yerimiz olmalı ve devlet güvencesi altında olmalı.

Kenan İmirzalıoğlu oyunculuğa Deli Yürek dizisiyle başladığında birlikte çalıştınız. Yıllar sonra da birlikte başka projelerde bir araya geldiniz. Varsa anınız anlatabilir misiniz?

Evet Kenan İmirzalıoğlu ‘nun oyunculuğa ilk başladığı diziydi Deli Yürek. Benim de televizyon oyunculuğunda ilk projemdi. O projeden sonra Karadayı’da yıllar sonra bir araya geldik. Son Osmanlı Yandım Ali’de vardı ama Karadayı’da güzel bir jesti oldu. Yanındaki insanlara beni tanıttı ve biz oyunculuğu bu abilerden öğrendik dedi. Bu cümleyi kurması her şeye değerdi. Bir de ilginç bir şey var; sette çekimi bekliyorum yanıma uğramayan çaycı arkadaş çay istediğimde unutup getirmeyen arkadaş Kenan benimle hasbihâl ettikten sonra, “ Kahveniz nasıl olsun? Nasıl içersiniz? “ demesi çok ironikti. Güzel abim, çaycı abim böylelikle bir anı olarak kaldı ben de o anlar...

murat taygur

Murat Bey sinema sektöründe ya da dizi sektöründe yapımcıların farklı meslek gruplarından olması ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Evet bu çok güzel bir soru. Sektörde yapımcıların hepsi demeyeyim de bir kısmı bu sektörden olmayan insanlar olabiliyor. İnşaat sektöründen,  gıda sektöründen ya da parası olup film yapayım diyenler oluyor. Bu durum tâbi ki sanata ve sanatçıya verilen değeri değersizleştirebiliyor. Bu sektörü, kültürünü, ahlâkını, terbiyesini bilmedikleri için sadece parasal hesap kaygıları sebebiyle insanların kalplerini kırabiliyorlar ve işi mahvedebiliyorlar. Yani yemeği aşçı yapmalı ya da restoran sahibi yaptığı işi bilmeli gibi bir şey ! Mesela duyduğum bir şey; geliyor bir yapımcı oyuncu kastını yaparken oyuncuları seçiyor ve şu röle de atıyorum üç bin TL’lik bir adam bul diyebiliyor. Bu çok acı bir durum. Domates mi alıyorsunuz pazardan ? Üç bin liralık adam bul, bin liralık adam bul ! Dublajda birgün başıma geldi; yahu Muratçığım ben adamı 50 liraya oynatıyorum sen 300 TL’ye dublajını yapıyorsun dendi. Nereden bakarsanız saçma sapan bir cümle. Oyuncu oynat dublajını hem oyununu oynasın ve bana gerek kalmasın. Ben başka işlerde yaparım. Ama sen orada işi bilen oyuncu oynat o zaman hakkını ver ! Kahveden adam getirme ya da fabrikadan toplama. Böyle yani, bu işi bilmeniz gerekiyor eğer işin sahibiyseniz.

Peki sizce bir oyuncuya tek tip rol verilmesi ne kadar doğru ? Böyle bir durumla karşı karşıya geldiniz mi?

Aslında bunun bizdeki ismi kod , koda girmek. Yani adamın eli yüzü düzgündür, sarı saçları vardır ve bir yuvarlak gözlüğü takarlar doktor yaparlar. Aaaa yakışmış bu rol buna diyen bir sürü kast direktörü , yapımcı bilmem ne o adamı hep doktor rolüne çağırır. O adam ömrünün sonuna kadar doktor rolü oynar ya da ne bileyim bir mankeni oynayan biri mankeni, bir diğeri kötü adam oynar yüzü buna müsaittir gibi gibi... Ama oyuncu her rolü oynar bence ! Koda sokmamak lazım. Bende bu kısır bir döngü ve bunu yapıyorlar. Örneğin benim başıma da geldi, isim vermeyeceğim bir kast direktörü ben çok fazla kötü rol oynadığım için; bir baba rolü vardı, çocuklarını arayan hapse girip çıkmış ve çocukları kayıp ... Rol dram ve bana sen dram oynayabilir misin ki, seni göndereyim ya da dosyanı göndereyim dendi. Öyle kaldım ne denir ki, bu insana bu cümlesinden sonra... Bu arada şeye de değinelim; komedyen her türlü rolü oynayan demek, komik oynayan demek değil ! Bunu da hatırlatayım istedim. Çünkü komedyen kelimesini yanlış kullanıyorlar, yanlış kullanılıyor.

ACELE ETMİYORUM

Son olarak yeni projelerinizden biraz bahseder misiniz?

Göç Mevsimi var vizyona girecek olan. Cem Davran ‘ın da rol aldığı. Onun dışında bir tane bir dizi yazıyorum; “Baykuş Hikayeleri” diye... Ayrıca polisiye bir hikâyem var o da dizi olabilir. Bir de Metin Göktepe’ye atfettiğim sinema filmi yazıyorum 5 yıldır devam ediyor o proje üzerinde yoğunlaşmam. Hikâye neredesiniz, Metin Göktepe’yi de gazeteci olarak koydum filme, özellikle üzerinde durduğum bir hikaye o sebeple çok fazla acele etmiyorum. Bir Cumhuriyet Savcısı’nın gerçek hikayesi ama biraz değiştirdim kadın yaptım karakteri çünkü ismini kullanmamı istemedi hikayenin sahibi. Bakalım güzel şeyler olacak  diye düşünüyorum. En sevdiğim sözdür: “ Ars Longa Vita Brevis” evet Sanat uzun Hayat kısa.... Şu Pandemi hele bir geçsin güzel günler göreceğiz...

DİLEK BOZKURT

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.