Lili Marlen türküsü

Ahmet ve ben gecenin karanlığına aldırmadan
adımlıyoruz yolları.
Ahmet, kederli bir sigara tüttürmüş.
İzmaritin ucunda arada bir yanıp
duran ateş, kılavuzumuz misali yürüyoruz.
Yağmur yağıyor. Emektar deri ceketim ıslanmış,
dudaklarıma kavgaya hazır bir
türkü düşmüş; Zagreb radyosunda Lili
Marlen türküsü; "Marş söylemeden ölmek
bize yakışmaz... " diye diye yürüyorum...
Yanıbaşımızda sahipsiz, aç ve sevgiye
muhtaç köpekler gelip geçiyor. Biz yürüyoruz.
Ne kavgaya, ne Lili Marlen'in hakkını
verecek bir mücadeleye. Tam tersi uyumak
için evlere... Önce Ahmet ayrılıyor, "Hadi
cankuş görüşürüz" deyip demir kapıyı açıp
içeri giriyor ve 5 katlı bir binanın içinde
kayboluyor. Yalnız kalıyorum. Gece, yıldızlar,
köpekler, dudaklarımda bir Lili Marlen
türküsü ve ben... Arada bir sevdiğim kız
geliyor aklıma ama çabuk çıkıyor. Bu saatte
daimi düşünecek kadar sevememişim
henüz... Aldırmıyorum; yol belli eğ başını
demişler. Yürüyorum...
Az ötede bizim Mert beliriyor. O da eve
girecek belli ki; "Boduç, naber?" diye sesleniyor.
"Sus lan diyorum bağırma saat kaç
haberin yok mu?" "Kaç" diye soruyor, rakı
kokan nefesiyle; "3 diyorum..." "Olmuş mu
o kadar yaa" diye ekliyor... Oldu, oldu
diyorum...
"Niye bu saate kadar dışarıda kaldın
Mert?" diye ekliyorum; "Hadi ben kaldım,
sen sanki Darülezece'den mi dönüyordun?
dedi... Haklıydı Mert, hazır cevaptı adam
bir kere...
"Yok... Kafam bozuktu biraz" diyebiliyorum;
"Yenge mi üzdü?" diyor,
"S... et boşver. Hadi evine git" diyorum;
Mert, yırtılmaya yakın üç beş senelik kot
pantolonun göt cebinden bir kısa Marlboro
paketi çıkarıyor... Bir dal kalmış. Güç bela
paketten kurtarıp yakıyor... "Şimdi biz eve
gideceğiz, uyuyacağız ya..." "Evet uyuyacağız"
diyorum... "Hiçbir şey değişmeyecek.
Sen gündüzün üçünde yürürken bile gecenin
üçündeymişsin gibi yürüyeceksin"
dedi... Şöyle bir baktım Mert'e; iyi geceler
dileyip, apartman kapısından içeri girdim...
Merdivenleri çıkarken anımsadım;
Bu geceyi atlattık ama ya sabah? Sabah
seni atlatmak mümkün olacak mı? Yo, yo
olmayacak ve Mert haklı çıkacak. Sokaktaki
sevgiye muhtaç, sevgisizlikten yakınan
yırtıcı bakışlara sahip itler gibi biliyorum
bu gerçeği.
Geçmeyecek, bitmeyecek. İkinci kata
varmışım bir Lili Marlen türküsü yine yapışıyor
dilime; "Biz insanlar yemin ettik;
imanımız var..."

Seni seviyorum dedi Kamil...
"Seni seviyorum" dedi Kamil. Leman,
Attila İlhan'ın deyimiyle; "Fena halde
Leman" bir kızdı. Kamil'i de bu fenalığı sürüklemişti
buraya. Nasıl olduysa olmuş ve
Leman'a seni seviyorum demişti. Üzerlerine
neon ışıklarının vurduğu karanlık bir
gecede, ıssız bir sokakta yürürken çıkıvermişti
bu kelime Kamil'in dudaklarından.
Sanki geceden kaçmak ister gibi, ıssızlığın
ortasından sıyrılmak ister gibi, serseri ruhunu
aydınlatan neon ışıklarından kaçmak
ister gibi sanki Leman'a ansızın sarılıp,
bağlanmak ister gibi...
Hiçbir şey demedi Leman. Bir süre öylece
durup sokağın ortasında birbirlerine
baktılar. Kuşkusuz Kamil'in hayatındaki en
güzel beklemek bu olmalıydı... Lakin hayat
bu. Asla yolunda gitmemek üzere kurulu
bir tezgah. Leman'da bunun hakkını verdi;
"Sarhoşsun Kamil. Sonra konuşalım" dedi
ve adımlarını hızlandırarak ilerlemeye başladı.
Ardında bıraktığı Kamil'den umarsız
arşınladı kaldırımı, geçti neon ışıklarını,
geçti karanlığı ve ıssızlığı. Şimdi sokağın
ortasında tek başına kalmıştı Kamil...
Sarhoş Kamil, iyi olmayan Kamil, ne
dediğini bilmeyen Kamil; hak etmişti karanlığı,
neon ışıklarını ve ıssızlığı...
Yüzünü buruşturdu, başını göğe kaldırıp
Tanrı'ya sitem eden bir bakış fırlattı Kamil
ve ardından 10 yıldır giydiği ceketinin cebinden
bir Camel Soft paketi çıkarıp, kederli
bir sigara yaktı. Leman'ın geçip
gittiği kaldırımda yürüyordu. Sigara dumanı
ve kendinden emin olmayan adımları
eşlik ediyordu artık o'na. Sanki oracıkta
düşüverecekti. Sanki oracıkta yığılıp kalacak
ve talihsizliğine teslim olacaktı...Fakat
bunun mümkünatı yok.
Kamil yarın işe gidecek. Sabah herkes
uyurken evden çıkacak ve dümenin başına
geçecekti. Yığılıp kalmasına imkan yoktu.
Hatırladı Kamil; zayıf, cılız ama mağrur
görünmeye çalışan adımlarıyla geçti
kaldırımdan...

Yaşar Kemal'a dair
Kızlarağası Hanı'nın içindeyim. Cevahir
Bedeste'nin kapısının tam karşısında
alımlı, hoş bir kadının bana gülümsediğini
görmüştüm. Önce "salak" durumuna düşmeyelim
"belki başkasına gülümsüyordur"
deyip hafiften kaçak bakışlar attım ama
orada benden başkası yoktu. Birkaç saniye
süren bu değerlendirme sonrası ben de o
hoş kadına gülümsedim. Birkaç saniye
daha bakıştıktan sonra başıyla kibar bir
selam verip yoluna devam etti o kadın.
Keşke hayat bir film olsaydı da ıssız adam
misali peşinden koşsaydım ama buna
imkan yok. Bizimkilerle buluşacak, biraz
nargile içip ileride ne kadar büyük gazeteciler
olacağımıza dair birbirimize anlamsız
gazlar verecektik... Velhasıl kadın gitti ben
de yoluma devam ettim. bir süre sonra da
düşündüm. "Tanıdık mıydı?" dedim. ama bu
imkansızdı. O halde niye öyle içten bakıp,
gülümsemiş olabilirdi? "Yakışıklı adamsın
oğlum" diyen iç sesime, öteki iç sesim
"Hadi lan Kamil" diyerek beni tekrar bir
gülümsetti. Daha sonra görsel hafızam
renk verdi! elimdeki "Yer Demir Gök
Bakır" kitabına baktım. O hoş kadının
elinde de kapağından anımsadığım kadarıyla
"Binboğalar Efsanesi" vardı... Bizi gülümseten,
birbirimize sessiz ama çok tanıdık
bir selam verdiren şey #YaşarKemal'di
tabii. Ne güzel adamdı Yaşar Kemal. Tülsü'nün
Hikayesi misali bir anı bıraktı aklımda.
Allah rahmet eylesin gani, gani...

Bir ütopya karaladım
Arturo Bandini ve ben çok içki içtiğimiz
için onun adını tekrar söylememe ve sizle
tanıştırmama gerek var mı bilemedim.
Daha dün Arturo ile oturduk bizim macır
birahanesinde beş altı şişe bira yuvarladık.
Doğrusu Arturo da ben de üzgündüm.
Bizim Arturo'nun başında bu aralar kavak
yelleri esiyor; öyle sanıyorum ki bir sevdiği
var fakat sevdiği hatunun da başka bir sevdiği
var. Eh buna içilmez de ne yapılır
değil mi? Dibe vurup sükut-u hayale uğradığımız
o anda birkaç şişe küstah birayla
teselli aradığımız çok olurdu. Hatta arada
bir Zeze de uğrardı yanımıza. Hani şu delifişek
olan Portekizli çocuk. Şeker Portakalı
günlerinden eser yok tabii. Daimi bir
mavra daimi bir boşvermişlik. Ne olacak
bu çocuğun hali bilmem. Hoş benim de
halim iyi görünmüyor...
Geçenlerde Nick Belane de bizim macır
birahanesine geldi. Pulp'tan yeni fırlamış!
Oturdu geldi bizle içmeye. Hem Zeze ile
hem Bandini ile taşak geçer gibi; uzaylılar
peşimde hatta çok güzel uzaylı bir hatunla
geçenlerde yattım filan deyip duruyor.
Yeter dedim Nick bu kadar içme. Hassiktir
deyip küllüğü fırlattı üstüme ve çekti gitti.
O giderken uzaklardan bir nal sesi duyduk.
Muhtemeldir İnce Memed rakı içmeye geliyor.
Hemen garsona seslendim; bir arnavut
ciğeri attırın Memed geliyor..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Anıl Boduç Arşivi