Maneviyat ve mutluluk üzerine...

Bir zamanlar, eski bir Hint kralı maneviyatın özünü keşfetmek konusunu saplantı haline getirmiş. “O nedir? Onu nasıl bulabilirim? Bulduğum zaman onunla ne yapmalıyım?”

Kafasında bütün gün bu sorular dönüyor ve günler geçtikçe de cevabını bulamadığı için canı sıkılıyormuş. En sonunda krallığındaki insanlara, bu sorulara cevap vermeleri karşılığında büyük ödüller vaad etmeye başlamış. Herkes kendince bir şeyler deniyor ama bulmayı başaramıyorlarmış. Sonunda biri, krallığı dışında yaşayan guruya danışmasını önermiş.

Bu kişinin yaşlı ve bilgin biri olduğunu söylemişler. Kral, sorularına cevap alabilmek için bilge adama gitmiş ve kafasındaki soruların hepsini sıralamış.

Bu bilge adam tek söz etmeden mutfağına gitmiş ve elinde bir buğday tanesi ile geri dönmüş.

Kralın avucunun içine bu buğday tanesini koymuş ve; “Bunun sayesinde sorularının cevabını bulacaksın” demiş.

Kralın kafası karışmış ama bilgisiz görünmemek için de fazla bir şey sormadan buğday tanesini alarak sarayına dönmüş. Bu değerli taneyi küçük bir altın kutuya kilitlemiş ve kimsenin bulamayacağı bir yere yerleştirmiş. Her sabah uyanıp kutuyu açıyormuş ve taneyi inceliyormuş. Fakat aradığı cevapları nasıl nerde bulacak anlayamıyormuş.

Haftalar geçmiş böyle. Bir gün oradan geçmekte olan başka bir guru, kralın sorularını cevaplayacağını söyleyerek kralla konuşmak istediğini söylemiş. Kral ona ezeli sorularını sormuş ve buğday tanesini anlatmış.

“Her sabah bir yanıt alacakmıyım diye bakıyorum ama hala hiçbir şey bulamıyorum” demiş.

Yeni guru; “Saygıdeğer kralım, bu çok basit” diye cevap vermiş. “Bu taneciğin bedenin beslenmesini simgelemesi gibi, maneviyat da ruhun beslenmesini simgeler. Eğer bu taneyi altın kutusunda kilitli olarak saklamaya devam ederseniz, sonunda, çoğalmadan ve insanları besleyemeden çürüyüp gidecektir. Ancak, onun ışık, hava, su toprak ile etkileşimine izin verirseniz büyüyüp çoğalacak ve sadece sizi değil diğer bir çok insanı da beslemeye yetecek kadar buğdayınız olacaktır. Sizin ruhunuz başkalarını beslemeli ve diğer maddelerle de etkileşime girerek çoğalmalı.”

***

Bir diğer hikayemizde halı dokumacısı olarak çalışan bir adamın öyküsü var. Bu adam halı dokumaktan coşkulu bir zevk duyuyormuş. Çalıştığı saatleri şarkı söyleyip ıslık çalarak mutlu bir şekilde geçirirmiş. Geceleri de küçük kulübesine uyumaya gidermiş. Bir gün zengin bir adam oradan geçerken, halıcının fakirane dokuma tezgahını görmüş. Merhametle dolarak halıcıya yüz dolar vermiş. “Al bunu ve git keyfine bak.”

Dokumacı parayı almış. Yüz dolar tüm yaşamı boyunca gördüğü paralardan fazlaymış. İşi bırakarak, virane kulübesine gitmiş. Parayı nerede saklayacağını düşünüyormuş. Ne yazık ki kulübenin güvenli olmadığına kanaat getirmiş. Hırsızlarla ilgili endişelenmekten ya da farelerin parayı kemirebileceği korkusuyla tüm gece uyuyamamış.

Ertesi gün yüz dolarını işe götürmüş ancak paranın güvenliği ile ilgili endişelenmekten şarkı söyleyememiş, ıslık çalamamış. Bir kez daha uykusuz bir gece geçirdikten sonra, parayı zengin adama geri iade etmiş ve eklemiş;”Bunu sen al, bana da mutluluğumu geri ver.”

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi