Martılar simitsiz kaldı

İnsan denilen varlık galiba canlılar arasında en karmaşığı. Bireysel olarak içinde bulunduğu küçük topluluklarda tamamen ne istediğini bilen, hakkını arayan ve hak ettiğinin peşinde koşan insan, ne yazık ki ülke söz konusu olduğunda bu görevi yerine getirmekten aciz kalıyor. Bunun sebebi ne olabilir diye günlerdir kendime soruyorum.

Sabahın kör karanlığında okula giden çocuklar, çalışanlar yollara dökülüyor. İnatla saat düzenlemesi yapılmıyor. Kafalar geçim derdi ile o kadar dolu ki, bu tür meseleler önemsiz kalıyor. Kadına şiddetin ayyuka çıktığı bu dönemde, alınması gereken tedbirlerden birinin aydınlatılmış sokaklar olması gerekliliğini düşünüyorken üstelik.

***

Geçtiğimiz günlerde bir feribot yolculuğu yaptım. Aralık sonunda 75 lira olan geçiş ücreti, sayılı günler içinde oldu 95 lira. Eskiden vapura binen herkes, martılara atmak için simit alırdı. Fiyatı ekmek fiyatını geçince, ne simit alan var, ne de atan. Martılar bile nasibini aldı zamlardan.

Kurların, faizin düşmesi ne yazık ki gelen zamları geri götürmediği gibi, yağmur gibi gelen zamlara da engel olamıyor. Bir güne keyifli başlayalım diyorsun olmuyor. İşine gideceksin, arabana bindin ve benzinciye girdin, güne sıfır moralle başlıyorsun. Her gün şişiyor pompa fiyatı. Markette bir ürüne arkanı dönmeye gelmiyor, etikette rakam yükseliyor. Elektrik, doğalgaz faturalarını düşünürken en temel ihtiyaçlardan kısabildiğimiz kadar kısmaya çalışıyoruz.

***

İnsanca isteklerimize karşılık arayıp bulamama sebeplerimizi düşünürüm sık sık. Nasıl bir toplumda yaşamak isteriz, bunun için neye ihtiyacımız var? Eşitliğin, özgürlüğün olduğu, adaletli olduğundan şüphe edilmeyen bir dünya için ne gerekiyor?

Doğru veya yanlış seçimlerimizde bizi ikna eden nedenler nedir?

Aslında isteklerimiz ve beklentilerimiz bu kadar net iken, hala yanlış kararlarımızın neticesine katlanmak konusunda ısrarcı oluşumuzun mantıklı bir açıklaması var mı diye düşünüyorum. Belki de tüm bunları her şeyden, hatta kendimizden bile uzağa çekilip düşünmek için zaman ayırmalı.

***

Düşünün ki, büyük bir sitede veya kalabalık bir apartmanda yaşıyorsunuz. Burasının çevre düzenlemesi, teknik işleri ile ilgilenebilecek bir yöneticinin tayin edilmesi gerekliliği doğar. Yapılacak işlerin ne zaman, kaç liraya yapılacağı, kime yaptırılacağı da belli zamanlarda toplantılar düzenlenerek karar alınmasıyla olur. Yöneticiyi seçerken dindar olup olmadığı, hangi dine mensup olduğu sizin için ne kadar önemli? Bütçenizden ayırıp aidat olarak ödediğiniz paranın doğru yere gidip gitmediğinin takibini yapıp, hesabını sorabiliyorsanız, cebinizden çıkan vergilerin, sizin yaşam koşullarınızı iyileştirmediğini neden düşünmüyorsunuz?

***

Yöneticiniz işi aldıktan sonra yapılması gereken işleri yapmayıp orada yaşayanları mağdur ettiğinde, sebepsiz zenginleştiğinde, veya eski bir araç kullanıyorken birdenbire lüks bir araç edindiyse aklınıza düşmez mi paranızın çarçur edildiği? Ne olur bu durumda? Acilen bir toplantı düzenlenir. Oylama yapılır ve yeni bir yönetici seçilir. Yöneticinin yanında kim varsa, denetmen, sayman vs. hepsinin acil değişimini talep eder, oylarsınız olur biter. Demokrasinin gereği budur. “Çalıyor ama çalışıyor, adam müslüman her cuma namaza gider” demezsiniz değil mi?

Velhasıl, yıllardır sağa yata yata belimiz, boynumuz tutuldu. Dengeyi bulmakta zorlanıyoruz.

***

Çocuğunuza okul arıyorsunuz. İyi eğitim veren bir okul ve öğretmen ararsınız. Öğretmene, müdüre gidip dinini mi soruyorsunuz? Onun inançlı veya inançsız oluşu çocuğunuzun eğitiminde sıkıntı yaratır mı? Sadece derslerindeki başarısı ve eğitim alanında çocuğunuzu ne kadar geliştirdiğine öncelik verirsiniz. Baktınız olmuyor, alır başka bir okula götürürsünüz. Peki bu seçme işini ülke ve insanları söz konusu olduğunda neden yapamıyoruz?

***

Medenice ve mütevazice olan davranışlar bizi neden hayretler içinde bırakabiliyor? Avrupa’da bir bakanın / başbakanın işe bisikletle gitmesini, metrobüse binmesini, markette alışveriş yapmasını, küçük bir dairede oturmasını, çocuklarının diğer çocuklarla aynı okullarda okumasını, arabasıyla bir yere gittiğinde benzini kendi parasıyla almasını neden garipsiyoruz? Yemeğe çıktığında, tatile gittiğinde masraflarının karşılığını maaşı ile ödemesi neden bizim anlayamadığımız bir şey oluyor?

Bütün bunları yapıyor olmaları, o ülkenin kaynaklarının bizimkinden kıt olduğunu mu gösteriyor?

Biz de makam sahibi olan bineceği arabanın kapısını bile açmıyor, şemsiyesini tutan var, gözlüğünü silen var, sahurda mani okuyan davulcu kadrosu var, camiye girerken ayakkabısını giydirip çıkartan var!

Bir diğerlerine bir bizimkilere bakınca garip olan hangisi diye düşünüyorum.

***

İnsanlar kendilerine hizmet etmesi için oy kullanıp başa getirdiği insanlardan neden korkar? Korku duyulacak kişileri seçmek, hangi baskılanmış duygunun sonucu olabilir?

Hatta, halka din hizmeti vermek için gelen biri neden o halktan korkarak zırhlı araçlarla, korumalarla gezme gereği duyar? Herhangi medeni bir dünya ülkesinin siyasetçisinin elinde kutsal kitapla konuşmaya çıktığını, ibadet mekanında siyasal propoganda yaptığını izlediğinizde bunu olağan karşılayabilir misiniz?

Bir bakanın, bir memuru ya da halktan birisini azarlamasını neden normal görüyoruz? Hatta bizim seçtiklerimiz ve onlar tarafından seçilen diğer alt kadrolardakiler hangi yasal yetki ile birini “dil koparmakla” tehdit edebiliyor?

İşte bunları düşünüp sormaya başladığımız gün bazı şeyler değişmeye başlayacak.

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi