Mezarına bir tas suyu dökenin de avradını...

Tarih boyunca siyaset ve ahlâk konusu ayrı ayrı üzerinde en çok tartışılan, konuşulan ancak belirli bir sonuca ulaşılamayan konuların başında gelir.

Söz konusu kavramlar geçmişte olduğu gibi bundan sonra da güncelliğinden hiçbir şey kaybetmeyerek tartışılıyor, tartışılmaya da tartışılmaya devam edilecektir.

Ancak konu, siyaset-ahlâk birlikteliği şeklinde ele alınınca “çözümüne henüz ulaşılamayan olgu” olarak karşımıza çıkıyor. Başka bir deyişle, siyasetin ahlâk ile yan yana duruşu kafa karışıklıklarına, güncel tıkanıklıklara yol açan bir travma olarak algılanıyor.

Böyle bir beraberlik teoride hep mümkün olsa da realitede hep kısıtlı ya da ancak bazı zaman ve yerlerde görülebilir şeklinde ortaya konuluyor maalesef…

Çünkü insanın iktidar hırsı, ve doymak bilmeyen ihtirasları çıkıyor ön plana…

 Ahlâk, siyasetin temel yapı taşlarından biri olsa da günümüzde ki siyaset, real’de ahlakı bozan veya engelleyen bir mekanizma durumunda….

Siyasetin ahlâkı içine almadan işlemesi ya da siyasette siyasî alanın dışına çıkarılması, siyaseti de ahlaksız bir hale büründürmektedir. Bu günkü siyasilerin bize yaşattıkları da bu tezi doğrulamıyor mu?

Bilinçli ya da bilinçsiz bir süreçte, ahlâkı öteleyen ve kendi alanına gömülü bir siyasî faaliyet, kalıtsal olarak özürlüdür.

Ahlâki temelden yoksun ve ahlâki değer yargılarının süzgecinden geçmeyen bir siyaset, küresel skandallar dizisinde, rüşvet, hırsızlık ve yolsuzluk uygulamalarındaki çarpıcı artış hızıyla karşılık bulmaktadır. dolayısıyla devletin her üç erkinde (yasama, yürütme, yargı) de ortaya çıkan bu çürüme ve bozulma tüm iş ve meslek alanlarına yayılarak, toplumun demokratik temsile olan güven duygusunu zedelemektedir.

Sonuçta siyaset olgusu, yönetilenleri etkileme, yönetsel anlamdaki gücü ya da iktidarı elde etme, zorla alma, yeniden dağıtma ya da tahsis etme amacıyla yapılan bir toplumsal etkinlik değil miydi?....

Çünkü algılarla, ahlaki değerler hiçe sayılarak “Zafere giden her yol mübahtır” sözü, o yada bu şekilde kafamıza, vicdanlarımıza kazılarak benimsetildi bize…

Aklımda deli sorular… Cevapları basit ama uygulanmaları bu düzen de nerdeyse imkansız..

  • Gerçekten, siyaset ve ahlâk birbiriyle örtüşüyor mu?

  • Siyasi faaliyet değer ve yargılara göre icra edilebilir mi?

  • Ahlâk, siyasi meşruiyet çerçevesinde, siyasi temsilde temel kaynak olarak yerini alabilir mi?

  • Siyasette ahlâkı öteleme bir tercih mi yoksa bir zorunluluk mudur?

Biraz düşünün isterseniz…

En basit anlatımla, toplumsal alanda insanlar arası ilişkilerde bireylerin uymaları beklenen ve talep edilen davranışların temel değerini “iyi ve kötü”, “doğru ve yanlış”, “ güzel ve çirkin” şeklinde nitelendirmek, davranış ve eylemleri içermekse ahlak, varın bu toplumsal kavramları günümüz siyasetçileri ile siz bağdaştırın bakalım…

Rant ve çıkarları peşinde koşarken yalanlarla, algılarla, adalet olgusundan yoksun bir ruh içinde bizi yöneten, yönetmeye aday olan veya yönetmeye çalışan siyaset adamlarının “Ahlak” sözünden ne anlayabildiklerini tanımlamak ta sizin ödeviniz olsun…

Kazak Abdal yazmış böylelerine en güzel cevabı bize okumak, dinlemek düşsün artık…

Eşeği saldım çayıra otlayıp karnın doyura
Gördüğü düşü hayıra yoranın da avradını...

Münkir münafığın soyu yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu dökenin de avradını

Gammaz ile madrabazın malı vardır da yemezin
İkisin meyyit namazın kılanın da avradını

Kazak Abdal söz söyledi cümle halkı dahl'eyledi
Sorarlarsa kim söyledi soranın da avradını...

VESSELAM

.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Remzi Tanış Arşivi