Pandemide kör dövüşü

Bu yaşıma geldim halen Türk kahvesi pişirmeyi öğrenemedim. Evime gelenlere ikram edemiyorum.

TÜRKİYE ilginç bir o kadar da büyük bir ülke. Her gün dağ gibi sorunlarına yenilerini eklemeyi beceriyor. Her gün bir başka konuda daha büyük sıkıntıları üzerinde taşıyor. Bu kör dövüşü bu anlamsız egolar ve bu anlamsız çıkar ilişkileri hergün ülkemizi biraz daha geriye biraz daha ortadoğu'ya hatta uzakdoğunun kanlı coğrafyalarına itiyor. Sanki bu ülke dün 102. yıldönümünü kutladığımız Manda ve himayeyi red eden Sivas Kongresini yapan Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının torunlarının ülkesi değil. Sanki bu ülke Atatürk ilke ve devrimlerine sarılan milyonların sessiz çoğunluğun ülkesi değil. Sanki bu ülke bu cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi değil.

Önceliği veleceğimiz olan evlatlarımızın eğİtimine vermemiz gerekmektedir. Çocuklar ve gençlerin yüz yüze eğitimin geri kaldıkları bir buçuk yılı telafi etmek; gelişimlerindeki gerilemeyi düzeltmek amacıyla öğretmenler, veliler ve öğrenciler hep beraber bundan sonra yüz yüze eğitimin devamlılığı için iktidarın üzerine düşeni yapmasında ısrarcı olalım, tüm tedbirlere uyalım ve aşı olalım. Unutmayalım ki basit bilimsel önlemlerle okullar birçok ortamdan çok daha güvenlidir.

Şimdi gelelim konu başlıklarımıza ve durumumuza.Bakınız günlük resmi rakamlara göre Corona virüs pandemisinde vakalar 20 binlerde, ölümler 300 civarında seyrediyor. Farkında mıyız; Ağustos ayı, toplam 5378 vefat (günlük ortalama 174 ölüm) ile COVID-19 pandemisinin başından beri en çok kayıp verdiğimiz 4. ay oldu. Aktif vaka sayımız ise 500 bin sınırına dayandı.

Bu ay toplam 5378 canımızı yitirdik. Başlangıçtan bu yana açıklanan rakamlara göre toplam vaka sayısı 6 milyon 500 bine dayandı. Aylara göre ortalamamız yüksek. Okullar açılmalı ama tedbir elden bırakılmamalı. yaz döneminde biz maskeyi de mesafeyi de unuttuk bugünkü rakamların yüksekliği ölümlerin artışı.


Salgını baskılayabilir

Tıp dünyasının en prestijli dergilerinden The Lancet Infectious Disease’de 27 Ağustos’da yayınlanan bir makale tahmin edilen kötü sonucu doğrulayan bulguları yayınladı: Delta varyantıyla enfekte olan Covid hastalarının hastane yatışları (yani hastalığı ağır geçirme riskleri) daha önce sık görülen Alfa varyantıyla enfekte olanların hastaneye yatışlarına göre iki kat daha fazla (tam olarak 2.26 katı).

Biliyorum, pandeminin başından beri ortalığa saçılan ve bazıları birbiriyle çelişik sonuçlar veren makaleler yüzünden artık bu sonuçlarla pek ilgilenmemeye başladınız. Haklısınız. Gerçekten özellikle pandeminin ilk aylarında araştırma yöntemi sorunlu olan olmayan, irili ufaklı, birçok makale, daha hakem tarafından incelenmeden, “preprint” olarak yayınlandı, hatta daha kötüsü doğrudan medyaya servis edildi. Bu da bizi bilgi yorgunu yaptı ve bu çelişik verilerin hangisinin doğru olduğunu bilemez olduk. Yalnız yukarıda sözünü ettiğim makale farklı. Birincisi çok geniş bir örnekleme dayanıyor. İngiltere dünyada Koronavirüs örneklerinden gen dizilimi analizini en yaygın yapan ülke. Aynı zamanda sağlık hizmetleri neredeyse tamamen kamusal. Yani Covid olup hastaneye başvuran herkes Ulusal Sağlık Hizmetinin veri tabanına giriyor. İngiltere Halk Sağlığı idaresi 29 Mart-23 Mayıs tarihleri arasında gen dizilimi analizi yapılan 42 binden fazla Covid pozitif hastanın aşı durumlarının, hastaneye yatışlarının, hastanedeki seyirlerinin verisini birbirine bağlayarak bir analiz yapmış. Yani büyük bir örneklem var elimizde. Metodolojisi sağlam bir çalışma. Dolayısıyla bu sonuçların bizim bilgi dağarcığımızdaki ağırlığı, az sayıda hastayla yapılmış, örneklemi uygun yöntemlerle belirlenmemiş birçok araştırmaya göre çok çok fazla olacak.

Makale aşı olmamış Covid hastaları arasında Delta varyantıyla enfekte olanların, daha önce sık görülen Alfa (ilk olarak İngiltere’nin Kent bölgesinde görülen) varyantıyla enfekte olanlara göre iki kattan daha fazla hastaneye yattıklarını bulmuş. Yani hastalığı daha ağır geçirdiklerini. Bu klinikte hasta gören birçok uzmanın Delta varyantının daha ağır hastalığa neden olduğu şeklindeki gözlemini doğrulayan güçlü bir sayısal bulgu. Aynı makaleye göre aşısız olanlarda görülen bu eğilim aşılı oldukları halde enfeksiyonu alıp hastaneye yatanlarda da devam ediyor. Ama aşılı olup hastaneye yatacak duruma gelenlerin sayısı, tahmin edileceği gibi çok çok düşük, ve bu küçük sayılar yukarıdaki kadar kesin doğrulukta bir oran hesaplamayı olanaklı kılmamış.

Sonuçta hem daha hızlı ve kolay bulaştıran, hem daha ağır hastalığa yol açıyor.

Günlük resmi rakamlara göre vakalar 20 binlerde, ölümler 250 civarında seyrediyor. Turizm açısından önemli şehirlerde (Muğla, Antalya, İzmir vb) mucizevi bir şekilde resmi vaka sayıları düşük. Tabloyu yakından izleyen birçok insan, tutarsızlıklardan dem vuruyor. Geçen sene bugünlerde yaşadığımıza benzer bir durum.

Resmi sayılar ne kadar tutarlı tartışmasını bir yana bırakalım. Resmi sayılarla oluşturulan tabloda dahi Rize, Bingöl, Batman, Bayburt gibi illerde 7 günlük vaka ortalaması yüz binde 400’ün üzerinde. Rize hariç diğerlerinde aşılama oranları da Türkiye ortalamasının çok altında. Bu illerin yoğun bakım kapasiteleri de düşük. Hiçbir yerde olmasa bile, hiç olmazsa bu illerde çok acil ve sıkı tedbirlere, toplumun mobilize edilmesine, tedbirlere uyumun ve aşılamanın hızlanmasına ihtiyaç var. Gerçi buna bütün ülkede ihtiyaç var, ama her şey normalmiş gibi yapılıyor.

Biz aşılıyız diyenlere hatırlatmak istiyorum, hastalığı alma riskiniz sıfır değil, hastaneye yatma riskiniz düşük ama sıfır değil. Kimse için dilemem ama trafik kazası ya da beyin kanaması nedeniyle yoğun bakımlara gittiğinizde kapıda kalma riskiniz yüzde yüz. Kısacası bu virüsün önünü kesmeliyiz, salgını kontrol altına almalıyız. Başka çare yok. Ortalığa yayılan rehavetten, en çok bizi yönetenler, ama hepimiz bir miktar sorumluyuz. Pandemiden çıkıp çıkamayacağımız silkinip kendimize gelip gelemeyeğimizle, dahası bunu ne kadar erken ya da geç yapacağımızla ilgili.

Okullar için gerekli tüm tedbirler alındı deniyor. Sınıf mevcutları aynı, ders saatleri aynı, mekanik havalandırma yok, hava nemlendirici yok… Sadece dezenfektan ve maske ile olmaz bu iş.


Az aşı eşittir felaket

Prof. Dr. Zafer Cantürk, Türkiye genelinde artan corona virüsü kaynaklı ölümlere dikkat çekti. Son iki aydır corona virüsü vaka sayılarının stabil olmasına rağmen ölü sayılarının giderek arttığını belirten Prof. Dr. Cantürk, yeni varyantların daha tehlike olduğunu söyledi.

En az iki doz aşı yaptırılmasının hayati önemi olduğunu belirten Prof. Dr. Cantürk, “Vaka sayıları, Türkiye genelinde de Kocaeli genelinde de belirli bir limitte seyrediyor. Günlük vaka sayısı 17 bin ile 23 bin arasında değişiyor. Fakat ölüm sayıları 300’e yaklaştı. Bu sayı, bizim daha önce 30-40 bin vaka sayılarını gördüğümüz süreçte karşılaştığımız ölüm sayısıydı. Vaka sayıları stabil giderken ölüm oranları artıyor. Bu da bu süreçte değişen varyantların daha saldırgan olduğunu gösteriyor. Vatandaşların bir defa aşıdan imtina etmemeleri gerekiyor. Birinci doz aşısını olmamış illerdeki vatandaşların birinci dozlarını yaptırmaları, birinci dozu olmuş kişilerin de ikinci dozu muhakkak yaptırmaları gerekiyor” diye konuştu.


117 hastanın 111'i aşısız

Houston Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmayı örnek göstererek corona virüsle mücadele konusunda aşının önemini vurgulayan Prof. Dr. Cantürk, şunları söyledi:

* Son zamanlarda corona virüsü verilerinin arttığını görüyoruz. Bu arada literatürü biz de gözden geçiriyoruz. Houston Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmanın sonucu var.

* Bu araştırmaya göre, hastaneye yatırılan 117corona virüsü hastasının yalnızca 6’si aşılı, geriye kalan 111’i aşısız. Yoğun bakıma yatırılan 28 hastanın 26’sı aşısız ve yalnızca 2'si aşılı.

* Ayrıca aynı araştırmaya göre, entübe olan 14 hastanın da tamamının aşısız olduğu rapor edilmiş.

* Bize baktığımız zaman da durum bundan farksız değil. Bizde de benzer şeyleri görüyoruz.

* Yoğun bakımda yatanların daha çok; aşısız, aşılarının birinci dozunu olmuş ama ikinci dozunu ihmal etmiş ya da ikinci dozunu olmuş fakat üzerinden antikor oluşacak kadar süre geçmemiş kişilerden oluştuğunu görüyoruz.


Dikkat edilmesi gerekenler

İki doz aşının yapılmasının ardından vücutta oluşan antikorun zamanla düştüğü gerçektir. İkinci dozdan sonra üçüncü doz meselesine gelindiğinde, bu aşıların ne kadar süre etkin olduğuyla ilgili çeşitli görüşler var ama net rakamlar henüz yok. Bakanlığımızın ve Dünya Sağlık Örgütü'nün önerileri, üçüncü doz kavramını getirdi. İki doz aşı olmuş ve üzerinden belirli bir zaman geçen kişilerin mutlaka üçüncü dozu olması gerekiyor. Bu aşılama işi sadece kendini koruma adına değil, toplumu, dünyayı hatta insanlığı bu hastalıktan kurtarmak için önem arz ediyor.Hem Türkiye’de hem de dünya aşılamayı yüzde 80 civarına çıkardığımızda bu dertten kurtulmuş olacağız. Belki bu corona virüsü o zaman devam edecek ama ölümcül olmayacak. Halk sağlığı problemi olmaktan çıkacak. Bu nedenle herkesin aşılanma konusunda tereddütlerini bir kenara koyup insanlık için aşılamayı kabul etmeleri gerekiyor.


Öğrenciye aşı çağrısı

Yüz yüze eğitime geçiş kararının ardından öğretmen ve öğrencilerin de aşı yaptırmalarının, toplum sağlığı açısından son derece önem taşıdığını belirten Prof. Dr. Cantürk, “Bakanlık ve hükümet, aşılama konusunda tereddüt eden ve aşılamaya uymayan öğrenci ver öğretmenlerin okullarda devam edebilmesi için haftada 2 defa PCR testini zorunlu kılıyor. 2 defa PCR testi olmak yerine aşı olup hem toplum sağlığının geliştirilmesine katkıda bulunmak hem de kendilerinin hastalıktan korunmaları için aşı yaptırmaları önem arz ediyor” dedi

Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü "18 milyonu aşkın öğrencimiz var. Bu kadar kişinin hayatından 1,5 yıl çalınmış durumda. Türkiye bu riski göz önüne alarak ve iyi Prof.

Özlü: Yüz yüze eğitime mutlaka geçmeliyiz

Türkiye'nin tüm risklerine rağmen yeni eğitim öğretim yılında gerekli tedbirleri alarak yüz yüzü eğitime geçilmesi ve bunun sürdürülebilir hale getirilmesi gerektiği belirtildi. Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu üyesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü, Türkiye'de 18 milyonu aşkın öğrenci nüfusu olduğunu hatırlattı.

Özlü, bu kadar kişinin hayatından pandemi nedeniyle 1,5 yıl çalındığını kaydederek şunları söyledi:

Bu ülke için 18 milyonu düşünürseniz yani aşağı yukarı 25-30 yılı çalınması demektir. Bu telafisi çok zor bir durum. Onun için bunu daha da uzatmak çok yıkıcı olabilir. O bakımdan yüz yüze eğitime mutlaka geçmeliyiz. Bizi burada motife eden şey gençlerin bu hastalığa yakalanma ve ağır seyretme olasılığın yetişkinlere göre çok daha hafif olması. Fakat endişelendiren durum; delta varyantı nedeniyle özellikle lise üniversite yakın olan genç grubunda bulaşma ve bulaştırma oranlarının erişkinlere benzer noktaya ulaşmış olması.

O bakımdan Türkiye bu riski göz önüne alarak ve iyi yöneterek okulları açmaya çalışacak bunu yapmak zorunda. Bunu bazı ülkeler yaptı bazıları yapamadı ama dünyanın her yerinde eğitim zaman zaman kesintiye uğradı. Eğer düne göre bugünkü halimize bakacak olursak bunu yapma noktasında daha yakınız çünkü geçen yıl olmayan güçlü bir silah var; aşı. O bakımdan eğer aşılamayı hızlandırır veya yaygın hale getirebilirsek ve gerekli diğer hassasiyetleri de karşılarsak ben okulların açık olmaya devam edebileceğini sürdürülebilir olacağını en azından umut ediyorum.


BULAŞMA OLASILIĞI ÇOK YÜKSEK

Toplumumuzda geniş aile yapısı, komşuluk, akraba, arkadaşlık, dostluk ilişkileri çok fazla. Sıcakkanlı insanlarız. Dolayısıyla öğrencilerle teması olan aile bireylerinin mutlaka erişkinlerin aşılanmış olması gerekiyor en önemlisi bu. Haftada 6-7 saat okulda, kapalı ortamda 30-40 öğrenci bir arada olacak ve bu sürekli tekrarlanacak. Pozitif vaka varsa bulaşma olasılığı çok yüksek. Çünkü delta varyantı çok daha kolay bulaşıyor. Onun için öğrencinin bunu alması ve eve getirmesi topluma taşıması çok kolay. Bir şekilde öğrencilerle teması olan herkes bütün erişkinlerin aşılanması birinci derecede bu riski yönetmek açısından en etkili tedbir olacaktır.

16 yaş ve üzeri şu anda aşı yaptırabiliyor. Bu yaş grubunun özellikle delta varyantı açısından yetişkinlere benzer şekilde bulaşma ve bulaştırma özelliğine sahip olduğunu düşünürsek son derece uygun aşılanma açısından. 12 yaş üzeri veya daha erken yaşlara doğru aşının çekilmesi konusu henüz Türkiye'de uygulamaya geçmiş değil ancak bunu yapan ülkeler var. Toplumun aşılanmış olması yani yüzde 90'ı yüzde 100 aşılanmış bir topluma ulaşmak en ideali. İnsanlar aşı olmak istemiyorlar, buna saygı duyuyorum. Ancak şöyle bir durum var devlet kamu sağlığını korumakla görevli ve kapalı alanlara sosyal alanlara kalabalıklara karışmak istiyorsanız aşılı değilseniz o zaman tehdit oluşturmadığınızı belgelemeniz sizden istenebilir. Bunu bütün dünya uyguluyor pek çok ülkede bu var.

Maalesef ölüm sayıları çok fazla. Şu anda vefat eden hastalarımız kaybettiğimiz yurttaşlarımız genelde 30-35 yaş grubu ve önceden sağlıklı olan, kronik hastalığı olmayan kişiler. Bu olayı daha da üzücü hale getiriyor. Çünkü bu kişiler genel itibariyle yaşlarına ve sağlıklarına güvenip aşı olmayı raddenler veya aşısızlar. O bakımdan bunlarda ağır seyrediyor. Ben ölüm sayılarının önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Günde 300'e yakın ölümüz var.


OKULLAR AÇILIRKEN ÇEMBER DARALIRKEN

Pazartesi okullar açılıyor. Uzun süredir yüz yüze eğitimden mahrum kalan çocuklarımızın kayıpları büyük. Biliyoruz: Maddi olanakları iyi olmayan milyonlar açısından uzaktan eğitime erişim sorunlu işledi. Uzun süre, internete, tablete erişim sorunu yaşayan öğrenciler oldu geçen sene. Bir yandan da halk çoğunluğu ekonominin yeni sistemdeki “şahlanışı”ndan payını yokluk, işsizlik, pahalılık olarak aldı. Böyle olunca çocuklar, gençler geçici, güvencesiz işlerde çalışmaya, aileye ek gelir sağlamaya başladı. İleride pandemi dönemini, “öğrenciliğin işçileşmesi” olgusuyla da birlikte anacağız.

Yanlış anlaşılmasın: Pandemi, bu iktidarın ülkenin yüzde birini bile oluşturmayan ailelere sağladığı ayrıcalıklı ekonomi düzenindeki adaletsizlikleri daha belirgin biçimde yüzeye çıkardı; altını kalın kalın çizdi. Sorunlar sadece pandeminin ürünü değil; pandemi, var olanı hem pekiştirdi hem de görünür kıldı.


ENFLASYON VE HAYAT PAHALLILIĞI

Bugün hayat pahalılığı, pandeminin başladığı Mart 2020’ye göre çok daha can yakıcı. Maliyetler, zamlarla, vergilerle halkın sırtına biniyor. Halk kim mi? Halk, vergi muafiyetleriyle, ballı ihalelerle büyümeyen ve birilerinin zenginleşmesini teriyle, emeğiyle, vergisiyle karşılayan, asalak düzende kanı emilen çoğunluktur. Halk için bu eğitim-öğretim yılında bir önemli sorun pahalılıktır. Çarşıya, pazara çıkın; kırtasiyelere girin. Göreceksiniz. Kaleminden defterine, okuma kitaplarından servis ya da diğer ulaşım ücretlerine ve elbette gıdaya kadar her şey ateş pahası. Okullar pandemi koşullarında açılıyor. Bakınız, veriler alarm veriyor: Geçen yıl yaz koşullarında, 24 Ağustos’ta günlük can kaybımız 18’di. Bu yıl 24 Ağustos’ta 230 kişiyi kaybettik. Geçen yıl 2 Eylül’de can kaybı 45’ti; bu yıl 2 Eylül’de sayı 283’e çıktı. Eğitimin sürmesi, okulların açılması, çocukların pedagojik ve sosyal açıdan kayıplarının telafi edilmesi elbette şart. Fakat geçen yıla göre çok daha etkili ilerleyen, yaz döneminde çok daha ağır kayıplar verdiren bir varyant karşısında gerçekten yeterli tedbirler alınmış, çocuklarımızın ve halkın sağlığı açısından gerekli düzenlemeler yapılmış mıdır?

Okullara yeterli temizlik ödeneği, personeli sağlanmış mıdır? Yoksa yine bağış adı altında bu giderler de velilerden mi karşılanacak? Geride kalan, okulların kapalı tutulduğu aylarda kaynaklar fiziksel şartların iyileştirilmesi için harcanmış mıdır? Yeterli öğretmen ataması yapılmış mıdır? Sınıfların kalabalığını gidermek için yeni okullar ya da derslikler inşa edilmiş midir? Okul türleri arasında ideolojik ayrımcılık yapmaktan uzaklaşılmış; kontenjanları, sınıf mevcutlarını, yatırımları, tel tel dökülen “dava”ya göre değil, halkın ihtiyaçlarına göre belirleme aşamasına gelinmiş midir? Bunları sormak zorundayız. Çünkü eğitim, bu iktidarın en başarısız politika alanı.

“Maske takın, camlaırı açın” demekle de olmuyor. Türkiye farklı iklim kuşaklarına sahip bir ülke. İzmir’deki ekim ayı ile Erzurum’daki aynı mı? Havalar soğuduğunda, camlar açılamadığında, açık havaya çıkmak zorlaştığında ne yapılacak? Var mı bir strateji bu konuda? Yoksa yine plansızlıkla çocukların geleceği mi çalınacak?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi