Pazar günü için hiç üstüne yazılar

Uyandı… Yatağında hafiften doğruldu ve esnedi. Mahmurluk ve boşvermişlik içinde kalktı yataktan. Ne yeni gelen gün ne de hava durumu anlam ifade etmiyordu onun için. Fakat yılların verdiği alışkanlıkla gene de perdeyi araladı, camı açtı. Yağmur yağıyordu, gündüze inat karanlıktı her yer. İnatlaşmaları severdi bu yüzden havadan memnun bir şekilde kahvesini yapmak için mutfağa yürüdü. Suyun kaynamasını beklerken bir sigara yaktı ve radyoyu açtı. Tchaikovsky'in Swan Lake Waltz'ına kulak verdi. Gülümsedi… 
Emektar fincanına sıcak suyu ekledi ve kahvesini hazırlayarak, bilgisayarının başına geçti. Hiç umrunda olmayan bir ülkenin gündemine dair haberlere göz atacak, sosyal medyada kimin kimi dürttüğüne tanıklık edecek ve fırsat olursa oyun oynayarak öğle vaktine erecekti…
Öğle vakti camı kapatacak, perdeyi tekrar kendisini görünmez kılacak kadar çekecek, yatağına girecek ve hiçlikten aldığı keyifle kendini yeniden uykuya teslim edecekti.

Saçma bir diyalog

Bazı gerçekler var aklımızın ermediği…
Hadi ama ne saçmalıyorsun. Gerçek dediğin şey şu önümdeki fincanın içindeki simsiyah kahveden ibaret.
Basit düşünürsek öyle muhakkak.
Nasıl düşünmemi bekliyorsun? Zihnimin içinde bir CERN deneyi gerçekleştirmeli ve önümdeki kahvenin ardındaki saçmalıklara mı kafa yormalıyım?
Belki de yormalısın Kamil?
Kes şu saçma muhabbeti monşer. Sabah, sabah işe gitmeliyim, işten gelmeli, faturaları ödemeli, çocuklarla vakit geçirmeli, alışveriş yapmalı ve bir sonraki günde erkenden işe gidebilmek için erkenden yatmalıyım. Bundan ala bir gerçek var mı?
Galiba haklısın Kamil. Öyle bir hayatın içindeyiz ki gerçek orada dursa da onu gidip alamayacak kadar meşgulüz…
Şimdi müsaadenle monşer. Fakat üzülme. Pazar günü iki bira içer, gerçeğe ereriz…
Kamil kapıyı çarpıp çıktı. Monşer, şaşkın bir yüz ifadesi takınarak sigarasından küstah bir duman çekti ciğerlerine ve üfledi… Eve gidip yatmanın iyi bir fikir olduğuna inandı…

Eylül geldiyse demek

Havaların soğuması iyi bir şey diye düşündü Kamil… Güneşli uzun gündüzlerin yerini rüzgarlı, bulutlu ve hafif yağmurlu havaların alması mükemmel bir şey diye düşündü Kamil…
Artık güneşten enerji alıp jeotermal bir şekilde çalışan makineler misali insanlar “güneş, keyif” etiketleriyle fotoğraf paylaşamayacak, budalaca tebessümlerini suratlarına yapıştıramayıp, “çok soğuk” diye şikayet edip duracaktı…
Oh olsun” size diye içinden geçirdi Kamil. Kendisi için ve havalar için bir kez daha memnun olup; artık gündüzlerin daha kısa gecelerin ise daha uzun olacağını düşündü. Sovyetik gündüzlerde çalışmanın daha rahat olacağını ve uzun soğuk gecelerde bir şeyler okuyup birkaç kadeh şarap içmenin daha büyük bir keyif olacağı fikrine kaptırdı kendini. Vücudunun birlikte olmaktan mutluluk duyduğu yatağında daha uzun süre geçirecek olmasından, yorgan altında okunacak kalın ve iç sıkan bir Rus romanına zihnini teslim edebilecek olmasından hoşnutluk duydu…
Uzun zaman sonra gülümsemeyi başaran Kamil, evin koridorları içerisinde kimsenin görmüyor oluşunun verdiği cesaretle dans ede ede mutfağa adımlayıp, kahvenin suyunu ısıtmaya başladı…

Kaç Kamil kaç

Kamil hep olması gereken yerde olmadığından şikayet eder ve olduğu yerden asla memnun olmazdı. Şimdi olduğu yerden çok uzakta bir yerlerde olmalı, gecenin sessizliğine kendini kaptırıp, sıcak sıcak kahvesinden bir yudum alabilmeli ve huzuru hissetmeliydi…s
Lakin istemek bu hayatta çok sıradan bir şeydi ve milyarca insana özgüydü. İstemenin fazlasını yapmalı, istedikleri için bir yön çizebilmeliydi… İyi de tutsak insanlar yön çizemezdi ki…
Kamil de tutsak birisiydi. Sabah 4'e kadar da uyumasa sabah 9 da işinde olmalıydı. Bütün gün iç sıkıntısından dem vursa da sızlanmadan işini yapmalıydı. Ay sonu gelecek kredi kartı ekstresini ödemek için, faturalarını ödemek ve dışarı çıkıp iki, üç şişe küstah bira şişesiyle “hoş olmak” için razı gelmişti tutsaklığa…
İhtiyaç bile denemeyecek “maddi” bazı endişe ve kaygılar herkes gibi onu da esir etmişti işte. Bir of çekti Kamil…
Saate baktı. 03:13 yazıyordu. Sessiz ve karanlık öyle muhteşemdi ki; “Keşke hiç sabah olmasa, hiç güne başlamasam” diye düşündü. Beyaz tavana odaklanıp, olmayacak her türlü şeyin hayaliyle uykuyu bekleyen Kamil'i bu sefer hiç beklemediği bir şey karşılamıştı.
Hissiyat ve talepleri adeta yargıç tarafından reddedilmiş de eline kocaman bir “REDDEDİLDİ” kağıdı verilmiş gibi şoka uğramıştı Kamil. Beyaz duvara kilitlenen gözlerinin içi kızarmış, bugüne kadar attığından bihaber olduğu kalbinin sert ve hızlı çarpıntılarına kulak kesilmişti. Nefes alıp verdiğini fark etmeye başlamıştı. Bilmek kötü bir şeydi… “Ölüyor muyum?” acaba diye düşündü Kamil. Bir süre bütün bu tepkimenin büyük bir şaka olacağına inandı ve geçeceğini düşünerek, 10 dakika boyunca derin derin nefes almaya devam etti.
Fakat çare etmedi. Kamil'in nefes alışverişleri hızlandıkça kolları, bacakları uyuşmaya başlıyordu… “Tamam” dedi Kamil; “Demek bu kadar çabuk gelecektin” diye söylendi. Kalp krizi geçiriyor olmalıydı…
Titreyen elleri, çarpan kalbi ve her an kesilecek gibi olan nefesiyle birlikte yatağından kalktı Kamil. Bir taksi çağırıp, hastaneye dedi…
Kimbilir belki doktor yarın işe gitmemesi gerektiğini söyler ve kendisine bir rapor verirdi… Kamil bu ihtimali düşünürken çarpıntısı azalmış, nefes alıp verişi normale dönmüştü…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Anıl Boduç Arşivi