İktidar neden telaş içinde

Bir yanda yerel mevzilerini kaybetse de koruduğu merkezi iktidarını hatırlatmak zorunda kalan Ak Parti’nin gizlenemeyen endişesi, diğer yanda birinci parti olarak belediyeleri kazanan CHP’nin yerellerdeki iktidarını yaşama geçirme telaşı. Peki, Türkiye’nin anayasal ve meşru iki iktidar düzeyinin dayanağı olan kamusal kaynaklar ve sorumlulukların yönetimi, yurttaşların yaşamını nasıl etkileyecek?Bu sorunun yanıtı basit eğer AKP; CHP'li ve muhalif yerel yönetimlerin yatırımlarını engellemez makul konularda sıkıntı çıkarmazsa bu AKP'nin lehine artı puan yapar. Aksi AKP'yin bugün tutunduğu yüzde 29 lardan da aşağı çekeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok. Dostlar

Seçmen sürprizi seviyor

Elbette favori olarak girilen seçimlerden yenik çıkmak gibi bir gerçekte var. Daha yeni yaşadık. . Bizim yakın siyasi tarihimizde bunun birden fazla çarpıcı örneği vardır. En çarpıcısı, anketlerin ve gazete manşetlerinin günler öncesinden galip çıktığını ilan ettiği Bedrettin Dalan’ın İstanbul belediye başkanlığını kaybetmesidir (1989).ve yerine Adalar ilçesi hariç tüm İstanbul'u alarak seçilen Nurettin Sözen örneğidir.

Eskilere dönersek

Favori bilinen partilerin seçimi kaybetmesiyle iktidar değişiklikleri yaşandığı da olmuştur. Bunun en bilineni de, aynı zamanda CHP il başkanı da olan İstanbul’un vali ve belediye başkanı Fahrettin Kerim Gökay’ın CHP İstanbul mitingindeki muazzam kalabalığı göstererek “İşte Paşam İstanbul” diye övündüğü İsmet İnönü’nün 14 Mayıs 1950 seçiminde büyük hayal kırıklığı yaşayarak seçimi kaybetmesidir. Seçmenin sürpriz yapma alışkanlığı başka demokrasilerde de varlığını çokça hissettirmiştir.İktidar partileri dıştan kendilerinden emin görünseler bile, bu sebeple, içlerinde hep bir endişe taşırlar. Ancak bu defa AK Parti’den endişeden daha fazlası dışarıya yansıyor.

Peki de, telaşın kaynağı ne?

Bu soru üzerinde düşünürken, aklıma gelen seçenekleri birer birer eledikten sonra elde tek bir gerekçe kaldığını fark ettim: AK Parti kesiminin itibar ettiği yorumcular… Gazetelerde köşesi olan, televizyonlardaki tartışma programlarında görüş açıklayanlar AK Parti sözcüsü kadar seçimlerin sonuçlarından emin görünmüyorlar. Kalemlerinde ve ağızlarında hep aynı terane: “Türkiye’ye karşı olanlar AK Parti’yi iktidardan etmek için elbirliği halindeler; hemen her alanda görülen olumsuzluklar onların eseri; halkımız seçimde kumpasçılara tokatını vuracak ve liderine sahip çıkacak…”
Hayır, yanlış anlaşılmasın, bu söyleme itiraz etmek niyetinde değilim, ancak siyaseti yakından gözlemekle geçen uzun yılların alışkanlığıyla seçmenlerin hangi güdülerle oy kullandığına dair bilgilerim, bu tür savunma tarzının ikna için yeterli olmayabileceğini bana düşündürüyor.
AK Parti seçmenlerinin partilerine sadakati diğer partiler seçmenlerinden daha fazla. Diğer partiler seçmenlerinden bir başka farkları da, AK Parti’ye oy verenlerin büyük çapta lider ve ideoloji tercihinde bulundukları gerçeğidir. “AK Parti seçmenleri arasında eğitim ve gelir seviyesi arttıkça parti sadakatinin azaldığı görülmektedir” deniliyor hazırlanan bir raporda. Ve “Her durumda oyum AK Parti’ye” diyenlerin eğitimli orta sınıf AK Partili seçmenler arasındaki oy oranının yüzde 38’e düştüğü de ayrıca belirtiliyor.
AK Parti çizgisinde olduğu bilinen kalemler ile yorumcuların ‘sadakat’ kavramı üzerinde bolca durmaları, ‘uluslararası kumpas’ söylemiyle safları sık tutmaya davetleri 7 Haziran seçiminde fazla bir işe yaramamış, raporda altı çizilen özelliklere sahip seçmen kitlesi oyunu esirgemekte tereddüt göstermemişti. O kitle önümüzdeki seçimde ittifaksızlık sebebiyle kendini daha da serbest hissetti ve gereğini de fazlasıyla yaptı.

Doğru tavır koyamadı

Seçimin ardından Erdoğan ne diyecekti? AKP cephesinde nefesler tutuldu. Erdoğan bayram tatili nedeniyle yazlık sarayına çekildi, söylenene göre kimseyle görüşmedi.Ve yine söylenene göre partide yer yerinden oynatacak köklü değişiklikler yapmayı planlıyordu.e yine söylenenlere göre bugüne kadar izlediği politikayı tamamen değiştirecekti. Nefeslerin tutulma nedeni buydu…Aslında kötü yönetimden şikayet edenlerin de gözü kulağı Ankara’daydı. Yapısal reform müjdesi derin bir nefes aldırırdı. Erdoğan ‘güçlüyüz, yenilmedik, bizi kimse yenemez, biz bitti demeden bitmez’ minvalinde konuşma yaptı. Memlekete değil, AKP teşkilatlarına hitap etti… Onları gaza getirmeye çalıştı!..Seçmenin mesajını doğru okuruz dedi ama daha ikinci cümlesinde okuyamadığı veya yanlış okuduğu ortaya çıktı. ‘Arızaları düzeltir tekrar yola koyuluruz’ dedi.

Arıza bizzat kendisinde

Rejimin arızası ne? Rejim Türkiye’yi derin ekonomik krize sokmadı mı? Tek adam rejimi nedeniyle hayat pahalılığı altında ezilmiyor muyuz? Keyfi kararlar nedeniyle ülkemiz göçmen deposu olmadı mı? Seçmen bu yüzden seçimde ‘yeter artık’ diye kırmızıya yakın sarı kart çekti…
Çünkü.Erdoğan liderliğindeki AKP’nin gittiği yol doğru yol değil… Seçtikleri yolun maliyeti ağır. Faturası yoksulun sırtında… Gittikleri yolun bedeli:Yüzde 80 enflasyon. Yüzde 80 faiz (tüketici kredisi) ..Merkez Bankası’nın 818 milyar TL zarar etmesi; 25 milyar dolar. Bize ne demeyin bu para bizim cebimizden çıktı. Bir bu kadar da bütçe açığı. Erdoğan ‘seçimin olmadığı dönemde 4 yıl içinde enflasyonla mücadeleyi inşallah zaferle sonuçlandıracağız’ dedi. Demek ki; Saray yönetimi seçim var diye enflasyonla mücadele etmedi. Seçim var diye rakamlar çarpıtılarak sahte cennet yaratıldı; Erdoğan bir kez daha seçilsin diye!

Seçmen Türkiye’yi kurtardı

Onur kelimesini en geniş anlamıyla felsefi bir ‘değer’ olarak tanımlarsak; Seçmen Türkiye’ye değer kattı da diyebiliriz…Daha doğrusu; saygınlık kazandırdı… 31 Mart seçimleriyle gelişmiş demokrasilerin Türkiye’ye bakışı değişti. Uzun yıllardır zihinlerde yer eden Türkiye algısı paramparça oldu. Türkiye bir gecede Ortadoğu ülkesi olmaktan çıktı, demokrasiyi içselleştirmiş ülkeler topluluğuna geri döndü. En azından eşiğine geldi. Bu seçimde iktidar partisi beklediği oyu alsaydı. Oy aranı yüzde 45/50 seviyesine çıksaydı. İstanbul, Ankara gibi büyük kentleri kazansaydı. AKP/MHP iktidarı ülkeyi kendi renklerine boyasaydı demokrasi notumuz kaç olurdu?

SON SÖZÜM; Acı gerçek bu. Ayrıca. Erdoğan enflasyonla nasıl mücadele edecek Faizi indirerek mi, faizi yüzde 50’lerde tutarak hatta daha da çıkararak mı? Erdoğan Yanlış Okumuş!

o2.jpeg

İNSANLAR YOKSUL İNSANLAR UMUTSUZ

Son derece başarısız bir yönetim var. AB ülkelerinin yıllık enflasyonu bizde aylık enflasyon olmuş. Çevremize bakıyorum; Rusya, Ukrayna, Ermenistan, Gürcistan, İran, Azerbaycan, Bulgaristan, Yunanistan. Hiçbirinde böyle bir enflasyon yok. Böyle enflasyon dünyada sayılı ülkelerde var. Türkiye ilk beşte. Avrupa Birliği bölgesinde enflasyon yüzde 4,5’lerde. ABD’de yüzde 3’lere indi. Biz de maşallah yüzde 70’lerde. Gıda fiyatları dünyada yüzde 10 düştü bizde yüzde 72 arttı. Adalet desen yerlerde sürünüyor. Her türlü mafya cirit atıyor. İnsanlar yoksul, insanlar aç, insanlar umutsuz. Gençler işsiz, gençler hayal bile kuramıyor. Ekonomik kriz ekonomik buhrana dönüştü. Bu şartlarda seçmen ülkeyi bu hale getiren iktidara hala oy verseydi, demokrasi adına yoksunluktan söz edilirdi. Çünkü kötü yönetime oy vererek kötü yönetimin devamını sağlamak mantıkla bağdaşan siyasal davranış olamaz. Eğer 31 Mart seçimlerinde böyle bir tablo ortaya çıksaydı, bu topraklarda yaşayan bizlere hiç de iyi gözle bakılmazdı.

Vatandaşlık kültürüne ulaşmadığımız, tebaa olmaktan kurtulamadığımız konuşulurdu. İtiraz kültürünün yerleşmediği söylenirdi. İnsanların kendi hak ve hukukuna, insanların kendi geleceğine sahip çıkamadığından bahsedilirdi. Bu toprakların demokrasiden çok uzak olduğu, patrimonyal yapının hala sürdüğü, itaat ve biat kültürünün kırılamadığı anlatılırdı. Batı’da üniversitelerde bu konuşulurdu. Eleştirilemeyen yalnızca itaat edilen ‘kutsal devlet’ anlayışının sürdüğü, kutsal devletle bütünleşen iktidar yapısının da kutsal kabul edildiği, ülkeyi iyi yönetse de kötü yönetse de boyun eğildiği dile getirilirdi. Tarikat geleneğiyle açıklayanlar da çıkardı. Şeyh ne derse doğrudur, karşı çıkılmaz, itiraz edilmez söylediklerine harfiyen uyulur anlayışının siyasete yansıması olarak kabul edilirdi. Dünya siyasetinde seçmen olarak zaten pek de parlak olmayan yıldızımız tamamen sönerdi.

Ama tam ters oldu.

Türkiye’yi yanlış değerlendirmişiz diyenler var. Seçmenin oylarıyla parlamenter demokrasiden tek adam rejimine geçmenin bir yol kazası olduğu yavaş yavaş dilendirilmeye başlandı. Seçmenin İslamcı tonu ağır basan otoriter rejimi sarsması, kırmızıya kaçan sarı kart göstermesi, bunu korkmadan, çekinmeden, cesaretle yapması Türkiye’ye değer kazandırdı. Türkiye’ye dünya siyasetinde saygınlık getirdi. Yanlış tanımışız dedirtti…

buyukkutu.jpeg

İKTİDARIN ÖNÜNDEKİ BEŞ ANA BAŞLIK

31 Mart yerel seçiminde yurttaşlar kendi beklenti ve tercihleri doğrultusunda belediye başkanı ve belediye meclis üyelerini belirledi. Büyükşehir, il, ilçe ve belde belediyesi olmak üzere 1402 tane yerel yönetimde seçilmişler iş başı yaptı. Yurttaşlar egemenlik üzerindeki haklarını, gelecek beş yıl için seçtikleri temsilcilere emanet etti. Şimdi yerelde iktidarı oluşturan temsilcilerin kararları, yönetim anlayışları ve uygulamaları önem kazanmaya başlayacak. Geleceğe yön verecek politikalar ve hizmetler ile bunların gündelik hayata etkilerini ise zaman gösterecek. Peki, siyasi parti veya temsilci fark etmeksizin, yerel iktidarın karar alıcılarını neler bekliyor?
Bu sorunun cevabını beş temel başlık altında toplamak yerinde olacaktır:

Dayanıklılık

Özgün çevresel, fiziki, ekonomik veya sosyal koşullar fark etmeksizin, dayanıklılık; her yerelin önceliği durumundadır. Covid-19 salgını, orman yangınları ve deprem gibi afetler, acı sonuçları ile önem ve ağırlıklarını gösterdi. Afetler kadar iklim değişikliği, ekonomik belirsizlik veya toplumsal sorunlar da yerel düzeyde farklı kırılganlıklar barındırıyor. Örneğin, şehirlerin deprem ve salgınlara karşı dayanıklı hâle getirilmesi kadar küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ) ekonomik şoklara karşı çevik olması da kalkınma ve istihdam için büyük önem taşıyor. Bu nedenle, her yerel iktidarın, önündeki farklı riskleri ve kırılganlıkları tanımlaması, bunlara karşı gerekli ve etkin tedbirleri planlaması en kritik önceliği konumundadır.

Kalkınma

Bir yerin ne kadar yaşanabilir olduğu, oradaki insanların ne kadar istikrarlı ve huzurlu olduğu, öncelikle, ekonomik faaliyetlerden geçiyor. Üretim, dağıtım, tasarruf ve yatırımların sunduğu gelirler, hem şehrin hem de hemşehrilerin gerçekliğini doğrudan şekillendiriyor. Her ne kadar ekonomik politikalar ağırlıklı olarak uluslararası ve ulusal ölçekteki dinamikler ile kararlara bağlı olsa da yerelin yapısı tayin edici oluyor. Mesela, yerel ekonomik fırsatlar, organize sanayi bölgeleri olan yerler veya tarımsal alanlara göre ya da kalifiye iş gücüne bağlı olarak şekilleniyor. İstihdam, gelir ve geleceğe dair planlar ekonomik kazançlar ile tayin ediliyor. Yerel yönetimlerin kendi gerçeklerine göre, doğa ve insanı koruyan biçimde, kalkınmaya dönük politika, yatırım ve projeleri gibi yapısal sonuçlar üretmesi gerekiyor.

Yaşam kalitesi

Bir ilçenin ya da ilin niteliği, sunduğu koşullar ve imkânlar, insanların yaşam kalitesi üzerinde doğrudan etkilere sahiptir. Barınma, ulaşım ve diğer altyapısal alanlar kadar sağlık, eğitim ve toplumsal hayata katılım koşulları da yaşam kalitesini belirliyor. Elbette, bunlar da ekonomik ve sosyal statüye göre farklı olabiliyor ama yerel fiziki koşullar her kesimi bir noktada ortaklaştırıyor. Yerel iktidarı elinde tutan karar alıcılar, farklı birey ve kesimlerin yaşam kalitesi düzeyini hesaba katarak onların refahı ve yaşayış hallerini güçlendirebildikleri oranda, onları memnun edebiliyorlar. Daha sağlıklı, gelişmiş ve mutlu yeni nesiller, yerel koşullara bağlı olarak ortaya çıkabilirler. Aynı zamanda, yaş almış ve çalışarak emekli olmuş milyonlarca şehir sakini; huzurlu, gerektiğinde bakım altında ve daha insanca yaşam koşullarına erişebilirler.

Toplumsal barış

Hçbir birey kendisini güvende ve kabul edilmiş hissetmediği bir yerde huzurlu ve mutlu olamaz. Oraya ait hissedemez. Sokak ve mahalleden başlayan komşuluk ilişkisi, şehrin geneline varan hemşehrilik bilinci ve kimliğinin gücü sayesinde toplumsal kaynaşma, barış ve huzur düzeyi yüksek olabilir. Kişiler, farklılıklarıyla beraber saygı, güven ve dayanışma içinde yaşayabilirler. Yerel iktidar sahipleri, mevzuatın da öngördüğü biçimde, kendi yönettikleri bölgelerde, toplumsal yaşamın niteliği üzerinde olumlu etkiler üretmekle sorumludurlar. Bunun için gerekli politika, yatırım ve faaliyetler üzerine düşünmek durumundadırlar. Eldeki kaynaklarla, toplumun katılım ve katkısı ile daha iyi bir toplumsal yaşayışı güçlendirebilirler.

Demokrasi

İnsanlık tarihinin belki de en uzun hedeflerinden birisi demokrasiye erişmek oldu. Bunun için bin yıllara yayılan mücadeleler verildi. Bir arada yaşamanın, geleceğe yön vermenin ve ortak meselelere yönelik birlikte ve şiddetsiz çözüm üretmenin yolları arandı. Kimisi şehir meclisi ile kimisi sovyetlerle kimisi de parlamento veya kongre gibi mekanizmalar ile halkın yönetime katılımını sağlamayı denedi. Dünya genelinde geldiğimiz durum ortada. Açık olan şey ise temsili, müzakereci, katılımcı veya doğrudan ama her şekilde demokrasinin güçlendirilmesi gerekiyor. Bunun sağlanmasında ise iyi yönetişim hakkına daha fazla önem vermek, yerinde olacaktır. İyi yönetişim hakkını şu şekilde tanımlayabiliriz; her birey, kendi yerelinde tanımlanmış bir biçimde yönetime katılıma, şeffaf yönetilme, hesap sorma, adil ve kapsayıcı davranılma ile hak temelli hizmetlere ulaşma hakkına sahiptir. İşte belki de yerel iktidarın önünde duran en önemli zorluk bu hakkın tesis edilmesi ve güçlendirilmesidir. Güven iklimi yaratmak, bunun için komşu ve hemşerileri uygulamalar ile kazanmak büyük önem taşıyor. Herkesi memnun etmek mümkün olmayabilir ama herkesin güveni kazanılabilir.

Sonuç;

Yukardaki başlık konuları ve bunları içeren alanlar arasında bağlantılar mevcut. Kimi alanlar arasında sebep ve sonuç ilişkisi bulunuyor. Örnek vermek gerekirse, sürdürülebilir kalkınma için dayanıklılık önkoşuldur. Yaşam kalitesinin güçlenmesi ise kalkınmanın adil ve kapsayıcı olmasından geçiyor. Ancak, yerel iktidarın karar alıcılarının bu başlıkları gündeme alması, detaylı olarak incelemesi ve aralarındaki bağlantıların özgün koşullara göre değerlendirilmesi durumunda daha bütünsel, kapsayıcı ve etkin sonuçlar elde edilebilir. Önümüzdeki süreçte farklı siyasi, kültürel ve idari yönetme tarzları olsa da her yerel iktidar sahipleri ve liderleri yukarıdaki beş başlık altında ele alınanları önünde bulacak. Bu konular hakkında farkında olarak veya olmayarak belirli tavır ve tutumlar alacak. Bunlara göre, emanet edilen yetki ve kaynakların hakkını verip vermemeleri, seçmenler tarafından tekrar test edilecek. Güven veren, olabildiğince farklı kesimi memnu eden ve daha iyi bir geleceği kuran yerel iktidarların ise yurttaşların teveccühüne nail olma ihtimalleri yüksek olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi