Quo Vadis Türkiye?

''Quo Vadis'', dünyanın bütün dillerinde kullanılan ''Nereye gidiyorsun'' anlamına gelen Latince bir deyiştir. Quo Vadis Polonyalı Henryk Sienkiewicz'in 1895'te yazdığı Nobel ödüllü, filmi de çevrilen, tarihi romandır aynı zamanda...

Efsaneye göre, Hıristiyanlığı yaymakla görevli havarilerden Peter, İmparator Neron'un zulmünden ve muhtemel bir çarmıha gerilmekten kurtulmak için Roma'dan kaçar. Yolda giderken, sırtında haçını taşıyan Hazreti İsa'ya rastlar. Peter sorar:

"- Quo vadis?."

İsa cevap verir..

"- Roma'ya tekrar çarmıha gerilmeye.."

Ne zaman ''Türkiye nereye gidiyor'' diye kendime sorsam, ''Quo Vadis?'' deyişi aklıma gelir... Medya olarak da pek severiz bu başlığı... Bugünlerde bu soruyu daha fazla soruyorum:

''Quo Vadis Türkiye?''

Çevremde en sık duyduğum lafların başında, ''Bunlar seçim yaptırmayacak'' lafı geliyor... İnanmak bile istemiyorum, şiddetle karşı çıkıyorum, ''Kimsenin cesareti yetmez'' diyorum. Gerçekten de inanmıyorum; kesinlikle bu ülkede 2023'te seçim olacaktır...

Çünkü henüz ''dönülmez akşamın ufkunda'' değiliz. Türkiye'de ''seçim yaptırmamaya'' kimsenin gücü yetmez...

Neye güçleri yeter? Sedef'i tutuklamaya, Sezen'i hedef göstermeye... Çok şükür ki ülkemizde kelimenin tam anlamıyla faşizm veya bir diktatörlük yok... Peki ne var?

''Faşizmin'' ya da ''otoriterliğin'' diyelim, biçim değiştirmiş, post-modern hali var... Faşizmin bu yeni biçiminin adı ''kontrollü faşizm''dir... Nazi faşizminin ve komünizmin yıkılmasının ardından geliştirilen, otoriterliğin post-modern halidir ''kontrollü faşizm''...

Direkt faşist uygulamalar yoktur veya kısmen yoktur... ''Mış'' gibi yapar kontrollü faşizm... Arada yüzünü gösterir, sonra biraz geri çeker... ''Sembolik faşist numaralar'' yapar ki, tüm halk bilsin, aynısı başlarına gelebilir...

Dünyanın söylemi değiştiği için, demokrasi söylemini de dejenere ederek, kullanır bu yeni anlayış... Demokrattan daha çok ''demokrasi'' sözcüğünü kullanır, ''faşistliği'' muhalefete etiketlemeye çalışır... Tıpkı, bu ülkeye ama öyle ama böyle de olsa, son tahlilde demokrasiyi getiren CHP'ye, kendisini çok çok yenilemesine karşın hala yapıldığı gibi...

''Kontrollü faşizm''de değişmeyen, bir inancın kullanılmasıdır. Bu inanç, milliyetçilik de olabilir, dini inanç da olabilir, ideoloji de olabilir... Suudi Arabistan'da ''dini faşizm'' vardır, Kuzey Kore'de ''komunist faşizm''...

Ama her şeye rağmen ileri giden dünyada, Suudi Arabistan örneğinde gördüğümüz gibi, ''şeriat uygulamaları'' bile yumuşamak zorunda kaldı... ''Kadınlara tek başına araç sürme'', ''tek başına yolda yürüyebilme'' gibi yeni haklar verilmesinden başlanarak, ''kadınlara oy hakkı verilmesine'' kadar uzanan süreçler yaşanmaya başlandı...

Biz bu süreçleri Mustafa Kemal Atatürk sayesinde, 100 yıl önce yaşamaya başladık, Allah Atatürk ve arkadaşlarının hepsinden razı olsun!

Ama, hep bir ileri bir geri gider demokratik haklar ''kontrollü faşizm''de...

Tıpkı, İstanbul Sözleşmesi'ni imzalayan iktidarın daha sonra sözleşmeden geri çekilmesi gibi...

Sedef Kabaş uzun süre hapiste tutulacak; sonra bir başkası cezaevine konulurken, Sedef serbest kalacak, ''uslanıp-uslanmadığına'' bakılacaktır...

Eski faşist rejimlerde olsa, muhalif ölene kadar içerde tutulurdu, şimdi ''muhalifin ipini ellerinde tutmaya'' çalışıyorlar... Yani ''kontrolde'' tutmaya...

Keza, Sezen Aksu'ya camiden '' dilinin kopartılacağı'' mesajı verilir... Üzerinde bir baskı oluşturulur... Dili kopartılmaz ama, susup-susmadığına bakılır... Susmazsa da hedef olur, Uğur Mumcu'nun, Hrant Dink'in hedef olduğu gibi...

Bizde suç ve ceza, artık üç ana başlık altında toplanmış durumda. Hani yeniden ceza yasası çıkarılsa, öldürmek-yaralamak-çalmak içine konulurken, ''duruma göre mübah ya da mübah değil'' denilip, geçilecek.. Ama 3 ana suç maddesi değişmeyecek:

Birincisi cumhurbaşkanına hakaret...

İkincisi, dini değerlere saldırı...

Üçüncüsü, milli değerlere hakaret...

Bu üçüne, yasa koyucu ve uygulayıcılarının kafasına uyacak şekilde dikkat edersen, bu memlekette yaşayabilirsin... Sadece, ''nefes alıp vermek'', yaşamak sayılırsa tabii...

Cumhurbaşkanının adını bile ağzına almayacaksın, ''dini veya milli olmayan laflar'' etmeyeceksin... Ondan sonra nefes almak bedava...

Ama sorun şu ki, hava bedava da, su pek bedava değil. Suyun muadilleri, doğalgaz-elektrik vs. hiç ama hiç bedava değil...

Hani bizde şarkı sözü bile olmuş, ''Yakarım, Roma'yı da yakarım'' diye bir laf vardır ya... Bu sözler, ''aşkı veya inancı uğruna herşeyi yapabilmek'' anlamında tüm dünya dillerine olduğu gibiTürkçeye de yerleşmiştir...

''Roma'yı yakmak'' deyişinin temeli, Quo Vadis filminde, ilk Hristiyanlara eziyet eden Roma İmparatoru Neron'dan gelir... İmparator Neron zaman zaman bilinçli olarak Roma şehrinin bazı izbe mahallelerini yaktırmıştır.

İktidarı uğruna, halkına gözdağı vermek uğruna,  kendi memleketini bile yakmayı göze alır Neron, çoğu tarihçiye göre...

''Tarih tekerrürden ibaret'' derler... Ne kadar benziyoruz değil mi?

İktidarda kalmak uğruna, Türkiye batsa da sanki kimsenin umrunda değil...

İlk Hristiyanlar, ilk Müslümanlar gibi, zaman içinde zulümden kurtuldular...

Quo Vadis romanında atıfta bulunulan ilk Hristiyanlar gibiyiz biz...

''Demokrat'' olanların ya da mevcuda alternatif sunanların hikayesidir Quo Vadis! Veya hep sorduğumuz sorudur Quo Vadis...

Yine soruyoruz işte, Quo Vadis Türkiye? Nereye gidiyorsun Türkiye?

Ünlü efsanede sorulduğu gibi... Neron'un zulmünden kaçan Peter, Hazreti İsa'ya rastlar ve sorar:

"- Quo vadis?."

İsa cevap verir..

"- Roma'ya tekrar çarmıha gerilmeye.."

Hz. İsa, çarmıha gerilmekten, korkmamıştır da, kaçmamıştır da. Tıpkı Hz. Muhammed'in de inancı uğruna her türlü eziyete katlandığı gibi....

Sonunda kazanan, zulme uğrayan Hristiyanlar olmuştur... Ama kazanan Hristiyanlar da, asırlar sonra, öncüllerinin uğradığı zulmü, başkalarına uygulamıştır... Ta ki, medeniyet ve demokrasi gelişene kadar...

Müslümanlığın ortaya çıkış öyküsü de benzerdir... Zulme direnilmiş, sonunda zalim putperest iktidar sahiplerine karşı kazanan taraf olmuştur... Sonrasında da, hala süren ''Müslümanın Müslümana zulmünü'' yaşıyoruz maalesef; taaa mezhep kavgalarından başlayarak...

Hani ''Quo Vadis?'' efsanesinden yola çıkarak, dedim ya, ''Neron'un zulmüne uğrayan ilk Hristiyanlar gibiyiz bizler de'' diye...

Bu ülkeyi padişahlık rejiminden kurtarıp, laik-demokratik devlete geçiren bu ülkenin ''ilk demokratları''nın uğradığı zulüm de halihazır bitmek bilmiyor... ''İktidarı uğruna tüm Roma'yı yakabilen Neron'un ruhu'' aramızda dolaşıp duruyor... Nereyi yakacağını bilemiyor... Ama Türkiye, siyasi yönetim anlayışından kaynaklı ekonomik sıkıntılarla yanıp tutuşuyor...

''Quo Vadis Türkiye?'' sorusuna yanıt bulmaya çalışıyorum... ''Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete'' diyesim geliyor, ama hala direniyorum...

Çünkü bu ülkenin demokratları olarak, aslında Hazreti İsa'nın yolundan, Hazreti Muhammed'in yolundan gidiyoruz...

Zulme karşı çıkarken hepimiz birer ''Hz.Muhammed''iz...

''Quo Vadis mi?'' diyorsunuz hala?

Çarnıha gerilmekten korkmadan, korkunun ve baskının üstüne üstüne, Hz. İsa'nın yolu, Hz. Muhammed'in yolu neredeyse, oraya gidiyoruz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hakan Aygün Arşivi