Gizem Duman Şeşen: Tiyatro savaş bile çıksa devam eder

Gizem Duman Şeşen: Tiyatro savaş bile çıksa devam eder
Kuzguncuk Sanat Tiyatrosu'nun kurucusu Gizem Duman Şeşen, Damga'ya konuştu. Tiyatronun kendisi için büyük bir tutku olduğunu ve insanlık tarihinde her zaman aksamadan varlığını sürdüreceğini belirten Şeşen, “Tiyatro her şeye rağmen, savaşın ortasında da olsa devam eder, edecek” dedi

Kuzguncuk Sanat Tiyatrosu'nun kurucusu Gizem Duman Şeşen ile Damga okurları için keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Oyunculuğa nasıl başladığından, tiyatrosunun kuruluş nedeninden, kuruluş aşamasında yaşadığı zorluklardan tutun da neden hiç odeyşın vermediğini ve sektörü neden acımasız bulduğunu ve Grup Gündoğarken'in solisti eşi Burhan Şeşen ile aynı sahnede oldukları "Canlanma" oyunu üzerine konuştuk.  Mezun olduktan sonra hiç odeyşın vermediğini söyleyen Gizem Duman Şeşen; odeyşın meselesine arkadaşlarının yaşadıklarını görünce kırıldığını bu sebeple odeyşın vermediğini ve üniversite yıllarında sektörün bu anlamda acımasız olduğunu görmesiyle beraber Kuzguncuk Sanat Tiyatrosu'nun sektörde iş bulamayan ve başka işlere yönelen arkadaşlarının durumundan “canımızın istediği her şeyi yapacağımız tiyatro” düşüncesi ile ve Kuzguncuk'u, mahalleyi çok sevmesiyle ortaya çıktığını belirtti. Odeyşın için birçok insanın görüşmeye çağrıldığını ve günün sonunda özellikleri belirlenen rolün çok tanıdık bir yüze verildiğine tanık olduklarını söyleyen Şeşen; odeyşınları çekenlerin de alelade kişiler olduğunu ve çekilen çekimlerin çoğu kez yönetmene dahi ulaşılmadığı bilgisinin konuşulduğunu duyduklarını söyledi.

Oyunculuğa ne zaman başladınız Gizem Hanım?
Oyuncu insanların hikayeleri genelde çocukluktan başlar. Benim de öyle bildiğimiz klasik çocukluktan oyunculuğa ilgimle, sevgimle ; ailemin ise hayır önce mesleğin olsun oyunculuğu, tiyatroyu sonra nasıl olsa yaparsınlarıyla beraber meşakkatli bir yoldan geçerek başladı aslında. Konservatuvarı kazanıncaya kadar gizli gizli oyunlara gitmeler mi dersiniz, dershaneden kaçıp gizli gizli tiyatro kurslarına gitmeler mi dersiniz öyle bir süreç. Tabi o zaman Yalova'da yaşıyordum konservatuvara hazırlanmak için İstanbul'a geldim. Okulu kazandıktan sonra da asıl hikaye orda başlıyor. Öğrenciyken birçok tiyatroda oynuyordum; çocuk tiyatrosu, yetişkin tiyatrosu çok aktiftim açıkçası. Sonrasında tiyatro kurmak gibi bir niyetim hiç yoktu. Yapı olarak heyecanlı ve sürekli tiyatro yapmayı seven biriydim, sahneden beş dakikalığına dahi inmesem olurdu öyle bir ruh hali anlayacağınız.  Üniversite ikinci sınıftayken mezuniyet projeleri olmaya başladı. Olağanüstü güzel projelerdi fakat o arkadaşlarımız sadece o gün oynadılar. Ve arkadaşların hepsi çok yetenekli insanlardı ama mezun olduktan sonra iş bulamamaya başladılar.  Bir tiyatroya başvuru yaptıkları zaman; en az 3 yıl profesyonel oyunda oynaman lazım deniyor, öteki tiyatro ise başka başka özellik istiyor ve genel olarak almıyorlardı açıkçası.  Sonra olanları duyunca çok üzüldüm ve yarın biz de mezun olacağız dedim, çok da acımasız buldum sektörü. Arkadaşlar ünlü değil, ünlü olmaları için de bir şey yapmaları gerekiyor, oynamaları lazım eee hiçbir yerde oynayamadan o popülariteyi de yakalayamıyorlar. Oynayamadan nasıl profesyonel olacaklar mesela? Çoğu kişi o zamanlarda başka işlere yönelmek zorunda kaldı ve dağılmalar başladı. Bunlara tanık olunca dedim ki ; "öyle bir tiyatro olsa ve canımızın istediğini yapsak?" Kuzguncuk Sanat tiyatrosu aslında bu mod ile  kuruldu.

Kuzguncuk Sanat Tiyatrosu böyle mi başladı diyordum ki giriş yaptınız? Öğrenciyken mi kurdunuz tiyatroyu yoksa?
Evet, öğrenciydim kurduğumda. Dolayısıyla benim oyunculuğa başlama hikayem ile tiyatroyu kurma hikayem birleşiyor. Mezuniyetten sonra hiç iş aramadım, hâlâ hiç iş aramıyorum. Hayatımda hiç odeyşın vermedim. Arkadaşlarım bu konuda çok örselenmişti ve çok hoşuma gitmemişti. Doğru yaptığım ya da yanlış yaptığım tartışılabilir ama o zaman o yaşımda, hayata bakışımda çok üzücü ve kırıcı bulmuştum. Biz hepimiz okulda çok özenerek ve severek eğitim aldık. Oyunculuğa öylesine girmezsin, o sınavlardan elini kolunu sallayarak geçemiyorsun ve bu iş tutkuyla-sevgiyle yapılabilecek bir meslek. Ve sonrasında mezun olup gerçek dünyayla yüzleşince çok acı oluyor bazı şeyler. Ben de arkadaşlarıma ne olacak ki beraber yapalım canımızın istediğini oynayalım dedim.
Mahalleye geldim Kuzguncuk 'a. O zamanlar ilk defa gelmiştim ve çok hoşuma gitmişti. Şimdiki Kuzguncuk ile hiç alakası yok. Mahalleden çıkmadan hayatta kalabileceğiniz bir mahalle düşünün. Doktor, beyaz eşya satan mağaza, saha, kırtasiye, postane, terzi, veteriner, butik, vs ne istiyorsanız her şey var. Mahalleden çıkmanızı gerektirecek bir durum yok.  Ne güzel bir yer burası, bir tek tiyatrosu yok; falan diyorum yüksek sesle konuşuyorum mahalle ile, o sırada Faik abi ; "Çok mu beğendin mahalleyi ?" diye sordu.  O zaman ki ve hâlâ mahallenin muhtarı Faik abi, neyini beğendin diye sorunca anlattım buradan çıkmadan hayatta kalabilirsin dedim,  ki o zaman Avm'lerin sıklıkla açılmaya başladığı dönemler. Faik abi, "biliyor musun burada yazlık sinema da var, kışın otopark yapıyoruz ama yazın açıyoruz" dedi. Aklımdan tek tiyatro yok, tiyatro da olsa tamamlanacak diyorum. Bu yüzden adı "Kuzguncuk Sanat Tiyatrosu" oldu. İki yıl gezici bir tiyatroyduk. Çocuk oyunları, yetişkin oyunları, sosyal sorumluluk projeleri, mahallelerde, köylerde, cezaevlerinde birçok projeler yaptık. Elimin kolumun uzandığı her yere gidiyorduk. Mezuniyet projem belgesel tiyatroydu, böyle olunca sosyoloji yüksek lisansımı yaptım. Toplum bilimini, disiplinini öğrenmem gerekiyordu.

Yazdığınız oyunlarınıza etkisinden bahseder misiniz sosyolojinin?
Tâbi, toplum disiplinini öğrenmem gerekiyordu, kafama göre bir oyun yazmıştım fakat sahneye çıkınca kazın ayağı öyle değilmiş. Kendimi eleştirdim çok sert konuşuyordum ya da radikal cümleler kuruyordum. Ben orada oynarken bir kadının hayatını belki de olumsuz yönde değiştiriyor olabilirdim. Her ne kadar çok okuyan, araştıran bir yapım olsa da toplum bilimi gerekliydi diye düşündüm.

gizem duman şeşen

Sert ve radikal cümleler dediniz, oynadığınız oyunlar üzerine tepki aldığınız oldu mu?
Tabii bir kadın derneğinden çok sert tepki aldım. Fakat onlar bu tepkiyi verirken kadınlar benimle ve çok mutlulardı. Mahalleden çok sevdiğim Ayşe ablamla projeler yaptık, evlerden kadınları toplayıp oyuna getirdik falan. Ama derneklerle çok kötü tartıştık, oyunda onların kampanyalarını da eleştiriyordum. Şiddet anlatılırken sadece kadın üzerinden anlatılmaz, sürekli şiddet görmüş kadınların görsellerini kullanıp meşrulaştırmak yanlış, ya da istismar konusu; istismar dediğimiz zaman bir sürü konu başlıkları akıllara gelebilir ama bizlerin aklına hep çocuk gelir bunun sebebi derneklerin bu algıya destek veriyor olmaları. Derneklerin beslendiği tarafları söyleyince kimsenin hoşuna gitmiyordu haliyle. Kurduğum cümleler belki yanlıştı, belki birilerinin işine gelmiyordu ama ben dur bu böyle olmaz dedim. Okuyan, araştıran ve meraklı bir yapım da olunca ki acayip meraklı bir tipimdir ama disiplinli çalışmak başka bir şey. Ben kendimi 3 ay kapatıp bir oyun için disiplinli bir şekilde okumalar yapan biri değilim. Başucumda kırk tane kitap var, hatta geçen Burhan'a onu söyledim başucu kitaplarını azaltmamız lazım çünkü bir kitabı alırken orada da şu var, burada da bu var derken ne okuduğumu şaşırır hâle geliyorum.  Ve "Aramızda Kalmasın " çok kıymetli bir projeydi, İstanbul 'da oturup Mardin 'e laf atmak kolay ama insanların gerçeğini bilmek lazım bu düşünceyle 7 bölge araştırdım, kadın üzerine okumalar ve zaman zaman saha çalışmaları derken oyunu 7 kez değiştirip sonrasında repertuardan kaldırmak zorunda kaldım. Sürekli bilgilerin güncellenmesi gereken ağır bir oyundu. İstatistikler çok önemliydi oyunda, belgelere dayalı bir oyundu. Haberlerden insanların gördüklerinin dışında bazen emniyetten, bazen İstatistik kurulan kurumlardan bilgi alınca haberlerden herkes 1 vaka öğrenirken ben 14 vaka ile karşı karşıya geliyordum. Hakikaten kaldıramadım ve ekip olarak da zorlandığımız bir projeydi.  Ciddi bir araştırma gerekiyor Tâbi tabi araştırma gerekiyor, sayılar güncelleniyor ve iyileştirme olan bir durum da yok. O iki yıl içinde şiddet oranında düşme-azalma ya da birtakım insanlar eğitime ulaşır hale geldi mi yok ? Hiçbir şey olumlu yönde gitmiyordu bu anlamda.




Psikolojik olarak oynadığınız oyun sizi etkiledi mi?
Etkilemez olur mu? 2013'te Gezi'de mezun oldum ben. Gündüz Gezi'de akşam oyundayım. Ülkenin kırılma yaşadığı bir dönemde ben de kişisel bir kırılma yaşıyordum aslında. İşlediğimiz oyun sadece İstanbul 'daki kadınları, çocukları, erkekleri anlatmıyor, yedi bölgeyi anlatıyordu ve bu coğrafya çok acayip bir coğrafya. Aslında her yerde kadının egemen ve baskın olduğu ama gelenek görenek, örf adet dediğimiz kimisi çok kıymetli ve sürdürülmesi çok değerli ama kimisinin büyük zararı var. Kadınların özellikle devam ettirdiği birtakım gelenekler var ki ben yaşamışım kızım, gelinim sen yaşama demiyor, diyemiyor çünkü o öyle devam ettiriyor. Dolayısıyla kadınında yer yer işbirlikçi olduğu durumlar oluyordu. Çok zor bir dönemdi o dönem. Yalnız sadece bu oyunu oynamıyoruz, çünkü kuruluş modumuz canımızın istediğini yapacağızdı. Bir tarafta bu oyunu oynarken bir tarafta bambaşka bir kadın hikayesi anlatıyoruz. Bir başka oyun mesela çok aşık, kariyerini hayatını her şeyini bir adama adamış Fransız dansçı bir kadının hikayesiydi eş zamanlı onu da oynuyoruz repertuar karışıktı anlayacağınız.

gizem-duman-sesen


Gezici haliniz bitti ve Kuzguncuk tiyatrosu oldu. Bir mahalleyi sevmeyle bir tiyatro doğdu diyebilir miyiz?
Evet evet aynen öyle Kuzguncuklu olmamama rağmen herkes soruyordu neden adı Kuzguncuk, oralı mısın ? Hayır sadece mahalleyi çok seviyordum. Tesadüfen karşılaştığım bir bilgi de çok heyecanlandırmıştı beni. Oranın çok eski bir tiyatro tarihi olmuş. Çok özel isimlerin kendileri için bir hikayesi. Bu kısmı hiç anlatmadım çünkü o kısma yaslanmak istemedim. Yıllar önce benzer bir hikayenin devamında  Kuzguncuk'ta benim tiyatro  yapıyor olmam çok etkilemişti beni bir mirası devir almış gibi hissetmiştim. Şimdi diyorum belki biri çıkar bir gün 5 sene 10 sene sonra devam eder.


Arkeolog olmak isterdim
Tiyatrocu olmasaydınız hangi mesleği seçerdiniz?

Bunu bana yakın zamanda yine sordular. Tiyatrosuz yaşayamaz bir ergendim. Çok tutkuyla bağlıydım. Okuyan, araştıran, merak eden bir çocuk sa olduğum için edebiyat, gazetecilik, arkeoloji ilgimi çekiyordu. Bu yönde ilerleyebilirdim. Mesela sosyoloji okurken çok keyif almıştım. Başka bir bölüm okuyor olsaydım da tiyatroyu bir şekilde yine yapardım.


Kuzguncuk Sanat Tiyatro'sunu kurma döneminde yaşadığınız zorluklardan bahseder misiniz?
Çok zordu, hiç param yoktu. Zaten herhangi bir tiyatro kuranın parası olmaz. Para kazanmak için yola çıkmazlar. Bir mekanın işletmesi ile ilgili çok şey bilmiyoruz ve bilmediğimiz için ya da başımıza başka bir şey geldiğinden kısa sürede kapatıyoruz tiyatroları. Bu konuda bilgi sahibi değiliz ne yazık ki, yolda öğreniyoruz bu kısımları. Yaşadığım evin tam on katı bir kirası vardı tiyatronun. Ben küçük bir yer sanıyordum, girdim ki kocaman. Cebimde para yok, vazgeçmeye çalışıyorum ama bir taraftan da çok heyecanlıyım. Kredilere başvurdum, bir ara bana yanlışlıkla bir kredi verdiler. Çıktı ama sonra aaa pardon yanlışlıkla vermişiz dediler.


Kullanamadınız mı krediyi?
Kullandım, beş altı gün içinde geldi. Az bir paraydı orayı tutmaya yetecek kadardı. Kısa sürede ödedim ve bir sürü şeye ihtiyacım var artık tiyatroda bir sürü malzemeye ihtiyaç var. Ben yine çekeyim dedim Türkiye 'nin en büyük bankalarından birinden almışım, kısa sürede de ödemişim tekrar verirler yani dedim. Sonra hayır olmaz dediler, genel merkezden biri ile konuştum sanırım, telefonda önceki krediyi yanlışlıkla vermişiz dedi. Hani çok iyi kredisi olan müşteriler telefondan da kredi alırlar bankaya gitmeden ya, bankaya gelmeniz gerekiyor deniyor falan ama ben de gelemem diyorum. Perşembe günü bu paranın bende olması lazım dedim vs sonra nasıl olduysa o kredi de çıktı. Çok programlayarak girmediğim için o binaya kendi kendine programlarını oluşturdu. Kapıdan giren herkes bir şeyle girdi. Herkes gelip ben de bir şey yapmak istiyorum diye geldi. Benim de kafamda bir şeyler vardı ama gelenleri geri çevirmiyorduk. Sonra program çok yoğun olmaya başlayınca bir filtre koymak durumunda kalmıştık. Bir zaman sonra dünyanın her yerinden insanlar gelmeye başladı. Uluslararası konserler, film gösterileri, oyunlar vs. Tüm bunları yaparken de hiç röportaj vermez, hiçbir yerde haber yapılmasına izin vermezdim.

Televizyon travma!
Televizyona nasıl bakıyorsunuz?

O benim galiba öğrencilik travmam. Bir arkadaşımı odeyşına götürmüştüm. Çok kolay bir cast değildi. Yukarı çıktı ve hemen geri indi, " Gizem gidelim buradan" dedi. Niye dedim, "bütün okul yukarıda " dedi. Birini arıyorlar ve aradıkları özelliğe göre birilerini çağırıyorlar. Ajans diyor ki şu şu özellikler tam sana göre aaa tamam diyorsun. O gün orada ise bütün okul ve tanımadığımız bir sürü insan oradaydı. Bu tavırlar ve odeyşınlar bunlar benim o zaman hiç hoşuma gitmedi. Şimdi hâlâ öyle mi yapıyorlar gerçekten hiçbir fikrim yok. Odeyşınları nasıl çekiyorlar, yönetmenler odeyşınlara bakıyor mu? Mesela x bir film için odeyşın açılırdı yüzlerce insan giderdi ve günün sonunda çok iyi bilinen bir ekran yüzü çıkar oynardı o rolü. Eee o zaman o kadar insan niye geldi? Ben bu odeyşın meselesine çok kırıldım ve bu sebeple gitmedim, girmek istemedim. Bir de şu var benim odeyşını kim çekiyor ki, bunu da isteyen yanlış anlayabilir hiç umurumda değil; o kadar okul okuyorsun, eğitim alıyorsun karşında öylesine birisi kameranın başında duruyor yönetmene falan ulaşamıyorsun. Herhangi bir yönetmenle  görüşeceksek bugün gideyim. Yönetmen gel birebir çalışacağız dese gideyim. Kime odeyşın veriyorum? Şimdi kameranın başında kimler duruyor bilmiyorum ama biz öğrenciyken alelade tipler kameranın başında dururdu. Bir de anlatırlardı arka planını izlemediler, bakmadılar bile derlerdi. Atıyorum kıvırcık saçlı bir arkadaş odeyşına giderdi sonra işe bir bakardık kısa sarı saçlı bir kız oynuyor falan. O zaman niye bunu çağırdın ? Bu işler bana incitici ve doğru gelmediği için hiç girmedim. Zaten sahnede hep çok mutluydum, tiyatroda çok mutluydum. Ürettiğimi o an görmek o reaksiyonu bambaşka bir duygu. Her zaman her şey yolunda gitmeyebilir ya da yolunda gidebilir ve seyirci oyunu beğenmemiştir bu da olabilir bunu o an hissetmek de çok kıymetli benim için. Televizyonu bilmediğim için bir şey diyemiyorum belki o da çok güzeldir.


Tam bu konuya değinecektim. O dönem tiyatro ile ilgili röportaj ve habere rastlamadım. Haberi yapılmadan nasıl duyuldu Kuzguncuk Sanat Tiyatrosu?
Özellikle istemiyordum. Çünkü ben mahalleye taşınmadan mahalleye daral gelmişti, setlerden ve dizilerden bıkmışlardı. Kuzguncuk plato gibi bir yer aynı zamanda ve çok uzun soluklu diziler çekilmiş bir yer artık insanlar ışık, kamera görmek istemiyorlar. Ben de nasıl bir manav dükkanı açarken, nasıl bir terzi dükkanı açarken haber yaptırmıyor röportaj vermiyorsa ben de o şekilde sessiz sedasız açmayı kafama koydum. Hatta yanımızda olan bir market ile eş zamanlı açılmıştık, " Akın senden daha çok çalışıp daha az kazanıyor olamam" diyordum. Akın 'dan çok farklı görmüyordum kendimi o mahallenin bir ihtiyacını karşılıyordu ben de bir ihtiyacını karşılıyordum çünkü. Haber yapılmamasını özellikle istiyordum. Röportaj hiç vermedim. Sadece bir esnaf röportajım var o da bütün mahalle esnafı varsa ben de buradayım diye olduğum bir şeydi. ( Gülüyor) Zaten seyirci kapasitesi altmış kişi, kursiyer kapasitesi daha yüksek oluyordu programlama dolayısıyla falan ama dışarıdan gelenleri kaldırabilecek bir durumda değildi. Ve istiyordum ki akşam mahalleli çocukları altta atölyede vakit geçirirken onlar da yukarda keyifle müziklerini ya da oyunlarını izlesinler. Kara tahtamız vardı, insanlar sabah işe giderken bütün programları görüyorlardı. Önerilerini de önemsiyorum, yerine getiriyordum. Bazen şu konuda söyleşiler mi yapsak, ya da filancanın şöyle bir atölyesi var yapalım veya film okumaları yapıyorduk, İran sinemasını konuşalım vs talepleri de yerine getiriyorduk.


Peki mahallenin dizi setlerinden bu kadar muzdarip olduğu bir dönemde sizi kabul etme konusunda mahalleli ile sorun yaşadınız mı?
Hayır hiç yaşamadım. Binamız yeşildi, dışında rüzgar gülleri vs vardı. Bir ara çocuklar için var olduk diye düşünüldük. Oradaki programlara da zaten çok hakimlerdi. Ne gürültü ile ilgili problemler yaşadım, ne başka bir şey çok destek oldular. Ben sabahın köründen gecenin yarısına kadar binada olan bir tiptim, her an ulaşılabilir haldeydim. Önerilerini de ulaşılabilir hâle getiriyordum, atıyorum bu gece bir fasıl mı olsa ya da bir Latin gecesi mi olsa dediklerinde tamam yapalım diyordum. Komşumuz ile nasıl iyi geçiniyorsak orada da durum böyleydi. Ben sorun yaşamadım umarım onlar için de benim düşündüğüm gibidir.


Gizem Hanım az önce tiyatronuzu kurma aşamasında yaşadığınız zorluklardan bahsettiniz? Türkiye’de imkansızlıklara rağmen tiyatronun ayakta kalmasını, tiyatro yapmaya direnen insanların durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tiyatro her şeye rağmen, savaşın ortasında da olsa devam eder, edecek. Geçmişten günümüze bu bir gerçek, böyle devam ediyor ve herkes bu mücadeleyle taşıdı bu günlere tiyatroyu. Bizim toplumumuzda ne yazık ki tiyatro ihtiyaç olarak görülmüyor. Pandemide şey dedim mesela; buzdolabında peyniri bitse ya da  iki aydır et yemiyoruz diyen vatandaş şunu hiç söylemiyor: " İki yıldır ben hiç tiyatroya gitmedim." Çünkü tiyatroyu çok lüks, çok ekstra bir şey ya da uzak ulaşılması güç pırlanta gibi falan görüyorlar. Bir taraftan da hoşuma gidiyor, havalı ama hiçbir işe yaramıyor. İnsanların konsere gitmeye, topluluk içinde var olmaya çok ihtiyacı var. Pandemide de denedik, sosyalleşmeden olmaz. Başka türlüsü yapılır, özel prodüksiyon, özel çekimler vs yine izlersin ama o seyirci ile buluşma aynı anda verilen reaksiyon gibi olmaz. Devam edecek, daha büyük bir pandemi yaşayalım yine edeceğiz. Büyük yara aldık mı? Evet aldık, çok zorlandık. Ekonomik anlamda büyük yara aldı tiyatro herkes bir alabora oldu ve ben kendime, aileme yaşantıma dönüp bakınca çok da bir değişiklik göremedim. Pandemi olmadan önce biz zaten pandemideydik. Pandemi öncesi maç olur oyunlar iptal, şehit haberi gelir oyunlar iptal, bilmem ne olur her şeyde ilk olarak oyunlar, konserler iptal olur. Biz zaten yaşıyorduk bunu ve o kadar kıt kanaat sınırda yaşamaya alışmışız ki ekonomik olarak da artık bu bizim normalimiz olmuş.
 

SÖYLEŞİ: DİLEK BOZKURT

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum