Hüseyin Avni Dede: Fildişi kulelerinin dışında bir bohem

Hüseyin Avni Dede: Fildişi kulelerinin dışında bir bohem
Bohem şair olarak bilinen Hüseyin Avni Dede, hayatının bilinmeyenlerini Damga'ya anlattı. Şimdiye kadar yazdığı şiirlerden ve kitapçılık kariyerinden söz eden Dede, kendisine “bohem şair” denilmesini ise şöyle değerlendirdi; “Bohem şair tanımını seviyorum ama ben fildişi kulesinde bir bohem değilim. Oranın dışında halkla iç içeyim.”

Beylikdüzü Sevgi Barış Festivali'ne konuk olan bohem şair Hüseyin Avni Dede ile Damga  okuyucuları için keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Adres şiirinin kendisinde büyük iz bıraktığını söyleyen şair, bu şiiri olgunluk evresinde yazmış olmasından ötürü  diğer şiirlerinden ayrı bir yere sahip olduğunu söyledi. Şairlik yolculuğunu da anlatan Dede, “1964 yılında şiir yazmaya başladım. Babam şair Durmuş Dede’nin etkisiyle şiir yazmaya başladım demek yanlış olmayacaktır. Tâbi bu içten gelen bir şey. Sırf babam şairdi diye yazdım demek de doğru olmaz. Şiir yazmak benim için bir iletişim biçimi aynı zamanda” diyor.


Avni Bey öncelikle şunu belirterek giriş yapmak istiyorum. Beylikdüzü Sevgi Barış Kutlamalarında sizi görmek onur ve mutluluk verici. Hoş geldiniz. Burada olmak sizin için nasıl bir duygu, biraz duygularınızdan bahseder misiniz?
Vallahi sanki şöyle bir yaz günü ve pikniğe gelmiş gibi hissediyorum. Bir de burda tanıdık eş dost görüyorum, uzun zamandır görmediğim insanlarla karşılaşıyorum. Çoğu buraya gelmiş, emekli olmuş. Mesela yirmi senedir görmediğim insanlar bunlar, onlar da beni gördüklerinde bayağı bir heyecanlanıyorlar ve ben de onların sayesinde o heyecanı paylaşıyorum. Böylelikle tabi eski günlere Dönüyoruz. Bir bakıyorum 98’li – 99’lu yıllarda tanıdığım insanlar. Bana diyorlar ki ; sen hiç yaşlanmamışsın ama ben onlara aynı şeyi söyleyemiyorum,  çünkü onlar çok değişmişler. 15 – 20 sene içinde bayağı farklı şeyler olmuş.  Ama tâbi onlarla mutluluğu yaşıyoruz, birbirimizi kaybetmiş gibiyiz.  Tekrar numaramı veriyorum ve zannediyorum ki tekrar ziyaretime gelecekler. Bu gibi güzel şeyler oluyor.

hüseyin avni dede
 

Beylikdüzü halkının size olan ilgisini nasıl buldunuz?
Vallahi umduğumdan daha güzel bir ilgi. Çünkü buradaki insanların çoğu beni Beyazıt Meydanı’ndan tanıyor. Ve orda o zamanlar çoğu üniversiteliyken şimdi mezun olmuşlar.  80 mezunları, 85 mezunları, 90 mezunları buraya yerleşmişler ve burada bir hayat kurmuşlar. Ve buradan da Beyazıt’a uzun süre gelmeyenler olmuş arada. Tâbi beni burada görünce seviniyorlar. Onlarla sohbet ediyoruz, fotoğraf çektiriyoruz böylelikle onların arasında kendimi bir  aile gibi mutlu hissediyorum.


Gözlemlediğim bir şey var insanların size olan sevgisinin yanında büyük bir saygı duydukları, siz bunun nedenini neye bağlıyorsunuz?
Sağ olsunlar. Ben genelde onlara hep yakın olduğum için onlardan aldığım enerjiyi yine onlara iletiyorum.  Mesela ben Çınaraltı’nda olduğumda okula giden öğrenciler beni görmeden gitmiyorlardı. Ben onlara selam verdiğimde sınıfta (imtihanda) başarılı olduklarını dile getiriyorlardı ve beni görmeden geçmiyorlardı. Akşam okul çıkışında da yine kimisiyle el kaldırarak, kimisiyle göz göze Selamlaşmaya devam ediyorduk. Herkesin ailesinin bir parçası olduğum için o sevgi oradan da kaynaklanıyor. Beni bir abisi, kardeşi, babası, dedesi olarak görenler var. Ve tabi güvende önemli.  Aramızda güvene dayalı bir bağ var insanlarla.... Kimisi geçerken valizini bırakıyor, birisi çarşıya gidecek arkadaşını yanımda bırakıyor ya da bir buluşma noktası olarak Avni Dede’nin yanı diyorlar. Bu durum senelerce sürünce de bir simge haline geldim. İstanbul Beyazıt’ın simge olayı da buradan çıktı aslında. O sevgi saygı da oradan başladı ve ben de bunu korumaya çalışıyorum.


Bir dizeniz var ;
“Şairini bulamadığı için mi
   İntihar etti
   Yazılmayan şiir
    Yoksa okunmayacağı için mi” diye. Ülkemizde şiir popülasyonunun olduğu bir durum var ama şiir kitaplarının satışının az olduğu gerçeği söz konusu, bu durumla ilgili siz ne söylersiniz ?

Tâbi ben orda biraz felsefe de yaptım aslında, o düşünen şiirler olayı... Orda gönderme var. Yani aslında şiir okunuyor, okunmuyor değil ama okuyucuya ulaşmıyor. Kitapçının vitrininde görünmeyen terde olursa kitap, bir de ismi duyulmamış bir insanın kitabıysa bu kitap o şairin kitabını pazarlaması mümkün değil! Ben de bunu bildiğim için babamdan da bir tecrübem oldu zamanında ve hep sokak sergileri açtım. O sokak sergilerinde de kendi şiirlerimi resimledim pano yaptım, oradan görüp okuyan bu şiir hangi kitapta diye soruyordu ben de kitabı gösteriyordum. O okunan şiirlerden dolayı kitabın da satışı oluyordu. Bazen de kalabalığı topluyordum onlara şiir okuyordum, esprili diyaloglarımız oluyordu. Onların da hoşuna gidiyordu. Ve böylelikle kitap satışını çoğaltabiliyordum. İşte okurla aramızdaki mesafeyi bu şekilde yok denecek noktaya getirip, bütünlük sağlıyorduk. Bunun da çok yararı oldu açıkçası.

Siz bohem şair sayılıyorsunuz, bir ara Bohem Şairler Festivali’ne de çağrıldınız galiba ?
Valla sağ olsunlar o festivale de katıldım. Benim bohemliğim devamlı dışarda ve insanlarla iç içe Olmam, o fil dişi kulenin dışında olduğum için böyle bir bohemlik yaşıyorum. Bu beni de mutlu ediyor, okuru da mutlu ediyor. Onlarla yüz yüzeyiz, okudukları şiirlerden sorular çıkartıyorlar ben de onlara bir cevap buluyorum ya da bir espri ile karşılık veriyorum. Böylelikle bohemlikte oradan geliyor.

Peki eviniz gibi olan Çınaraltı’ndan sürgün edildiniz, bu ağır bir söylem ama yaşadığınız şey size yapılan bir haksızlık olarak görüldüğü için bu tarz bir sürü haberler söz konusu oldu.  Orayla ilgili son durum nedir? Bildiğim kadarıyla Ekrem İmamoğlu’nun bu konuyla ilgili olumlu bir desteği olacaktı, oldu mu?
2015’te böyle bir belediye sorunumuz çıktı. Otuz bir bin sekiz yüz on altı imza toplandığı zaman biraz bir yumuşama oldu. Benim yerimde kalmamı sağladı o imza. Geçici bir kart verdiler bize işte o kartla sergimizi rahat rahat açabildik. Bu da 2018’ in 25 Haziranına kadar sürdü. Tâbi oradaki kavgalar gürültüler, yabancı uyruklu vatandaşların aramıza katılması, geçici karta sahip olmayanların da kavga gürültü durumu ve belediyeye saldırmaları bizi de etkiledi açıkçası. Sonra bize bir yasak geldi. O yasak kapsamında ben de sergi açamaz oldum. Geçen sene Ekrem Bey ile festivalde karşılaştığımda o işi halledeceğiz dedi.  Tâbi aradan bir yıl geçti. Geçen sene 2019 Eylül bu sene 2020 Eylül’deyiz. Ama bu pandemi olayı ve bu Beyazıt çevre düzenlemesi olayı da var. Bunlar da gecikmeye etkili oldu tabi. Benim orda kütüphanenin olduğu ön kısmı kazdılar, Mart’tan beri inşaat devam ediyor orada. Yalnız içim de bir ses var oraya bir çay bahçesi açılacak tekrardan orda insanlar toplanacak. Dört tarafı tek şekerli Çınaraltı yazısıyla süslenmiş tabelası ile  bir çay bahçemiz vardı. O el değiştirdi sonra başkaları derken en son belediye Beltur işletti. Ondan sonra uzun zaman öyle kaldı. Çay bahçesiz de orası pek turist de getirmiyor yani. Rehberler geldiklerinde oturacak yer arıyorlar orada mesela... Kapalı çarşıya geliyorlar oradan Süleymaniye’ye gidecekler o sırada grubun dinlenmesi lazım, gelip bizim orda dinleniyorlardı örneğin. Şimdi uzun zamandır bir çay bahçesi de olmayınca orası çıkmaz sokağa döndü. Son üç sene olacak kimsecikler geçmiyor oradan. Eskiden beni görmek için yolunu değiştirip geçtikleri yol, şimdi ben de mecburen göze batmayayım diye öğlen sonraları gelmeye başladım oralara. Yokluğumu da belli etmemek için Pazar hariç her gün bir şekilde gitmeye çalışıyorum oraya. Beni göremedikleri için üzülüyorum.  İki sene bitti üçüncü seneye girdik bayağı bir huzursuzluğumuz var. Dediğim gibi içimde bir ümit orası tekrar eski durumuna dönecek. Yine belli sayıda dürüst insanlar orda sergi açacak;  antikacılar olsun, eski para alıp satanlar olsun, bir çay bahçesi olsun yine orasını canlı hâle getirecek olan o dinamiği kazanacak. Bir şey olacak gibi hissediyorum. İnşallah temennim o.

Yazmaya kaç yılında nasıl başladınız Avni Bey?
1964 yılında şiir yazmaya başladım. Babam şair Durmuş Dede’nin etkisiyle şiir yazmaya başladım demek yanlış olmayacaktır. Tâbi bu içten gelen bir şey. Sırf babam şairdi diye yazdım demek de doğru olmaz. Şiir yazmak benim için bir iletişim biçimi aynı zamanda. 

Herkes şiir yazabilir mi sizce?
Severek yaptığınız sürece herkes şiir yazabilir diyebilirim bu soruya. Neden yazmasın severek yaptıktan sonra. Fakat gelip geçici bir heves ile yapılan bir durum olmadıktan sonra yaptığınız şey kalıcı olur, bunu unutmamak gerekir. Yani devamlılık önemli, yazmayı sevmek önemli. Aynı zamanda şiirde sesi biçimi de yakalamak lazım tâbi. Şiirde verdiğin mesaj önemli çünkü.

Sizin için ayırması güçtür ama siz de en çok iz bırakan şiiriniz hangisidir diye sorsam ne cevap verirsiniz? Ve nedeni?
Elbette dediğiniz gibi ayırması güç. Çünkü bütün şiirlerimi duygularımla yazan bir şairim ben. Yazmak için yazmış olmadım hiçbir zaman. Fakat illa biri öne çıkacaksa “ Acıya Kurşun Geçmez” önemli ikinci kitabım. En çok satan ve çokça ilgi gördüğünü söylemeliyim. Bu yönüyle beni çok mutlu ettiği için o kitabım ayrı bir yer tutar bende. Şiir matinelerinde okunduğu zaman şiirler o kitaptan herkes tarafından dikkatle dinlendi. Siz şiir dediniz ben kitap örneği verdim ama bu soruda aslında “Adres” şiirim de ele alınmalı. Hatta yer verirseniz şiire çok da memnun olurum. Çünkü Adres şiirim olgunlaşma evresinde çıkan bir şiir. Yazmaya olgunlaştığım dönemde kalemimden döküldü. Bu yönüyle önemlidir Adres şiiri benim için


Şöyle başlıyor Adres:

Yok bey kardeşim yok
Birine benzetiyorsunuz
Benim değil o elinizde ağlar gibi tuttuğunuz resim.
Türkan’dan başka ne nişanlım var ne de metresim
Şair derseniz tanırlar beni
İşte adresim

Caddemizin adı şairler caddesi 
Sokağımızın adı hıçkırık
Acılar çıkmazı on sekiz numara 
Ne zaman bir kuş olsam kanadı kırık
Uçmaya başlarım gözyaşlarımla...


Beylikdüzü halkı hep gülsün

Son olarak. Beylikdüzü’nde yaşayan sakinlere ve Damga Gazetesi okuyucularına neler söylemek istersiniz ?
Gazeteniz bölgede çok iyi işler yapan bir gazeteymiş onu sordum geçen gün öğrendim. Bu vesileyle başarılı işlerinizden ötürü ekibinizi ve sizi kutluyorum. Ayrıca bana da yer ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Beylikdüzü’nde yaşayan dostlarıma da şunu söylemek istiyorum; inanın onların böyle yaşam vadisi gibi bir yerde olmaları o kadar güzel ki o kadar mutlu etti ki beni. Huzur içinde olmalarını diliyorum. Çoğu arkadaştan da buradaki huzuru dinliyordum, Allah ağızlarının Tadını bozmasın, salgın hastalıklardan ve bütün hastalıklardan korusun. İstiyorum ki daha güzel günlere ulaşsınlar. Burada ki ağaçlar daha görkemli hâle gelsin. Biraz önce karşıda bir ağaç vardı, Baktım acaba badem mi diye yaklaştım ki söğüt ağacı. Onun önünde de Çınar Ağacı... Sekiz senelik bir şey gibi. Benim yavru Çınar aklıma geldi, Beyazıt’taki. O kadar Çınar ile buradaki Çınar arasındaki elektriği yakalıyor. Onu da yaşadım burada yani. İstiyorum ki Beylikdüzü’ndeki , İstanbul’daki, Türkiye’deki bütün insanlar mutlu olsun. Sevgi saygı, birbirlerine olan itimat, dürüstlük – doğruluk durumu hiç noksan olmasın. İnsan ilişkilerindeki evrensel duyarlılık kaybolmasın. Ve bu duygular sonsuza dek yaşasın istiyorum. Bu üçüncü yılım benim festivalde, hep sürmesini isterim ama her güzel şey gibi bu da bitiyor. 


DİLEK BOZKURT

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.