Ömrümü hep sanata adadım

Ömrümü hep sanata adadım
62 yıldan fazladır sahnede olduğunu anlatan Tarık Pabuçcuoğlu, “Ben ömrünü her zaman sanata adamış birisiyim” dedi

"İkinci Bahar", "Hayat Bilgisi" ve "Kavak Yelleri" adlı dizilerin de aralarında bulunduğu çok sayıda yapımda canlandırdığı karakterlerle izleyicinin kalbinde yer edinen, dizi, sinema ve tiyatroya ömrünün 62 yılını adayan usta sanatçı, çocukluğunda Samatya’da yaptığı Karagöz gösterilerini, yatılı okuduğu Galatasaray Lisesi’nden tiyatro sahnesine geçişini, Münir Özkul ile yaşadığı anılarını AA muhabirine anlattı.


 

Tarık Bey merhaba. Geçtiğimiz aylarda "Bursa Bülbülü" filmi ve "Ah Nerede" dizisi için Bursa-İstanbul arasında mekik dokuyordunuz. Öncelikle Bursa maceranızdan ve çekimlerden bahsedebilir misiniz? Nasıl geçti?


Merhaba. Bursa maceram sürekli bir macera olamadı maalesef. Buradaki diziden oraya, oradan buraya gidip gelmelerle geçti. Ama Bursa Otoyolu'nu çok iyi ezberledim. Yani neresinde ne var artık çok iyi biliyorum. Nerede kahve içilir, nerede durulur, nerede tuvalete girilir, hepsini öğrendim gidip gelmekten. Çünkü bazen sabah burada çalışıp öğleden sonra orada çalıştığım oldu.


Bayağı tempolu olmuş desenize?


Evet ama yani Bursa yolu artık eskisi kadar uzun olmadığı için hakikaten benim burada, şu anda bulunduğum evden sete gittiğim sürede, aşağı yukarı Bursa'ya gidebiliyorsunuz. Dolayısıyla zaman açısından sorun olmayınca, set ha burada ha Sultangazi'de ha Bursa'da olmuş çok fark etmiyor.


Yani insanoğlu kuş misali diyorsunuz?


Aynen.


Bursa Bülbülü"nü Ata Demirer başta olmak üzere Melek Baykal ve siz, çok renkli bir kadro ile çektiniz. Nasıl geçti çekimleriniz?


Evet. Bütün cast çok güzel dizayn edilmişti. Hakikaten çok değerli oyuncular vardı. Benim o kadar uzun değildi işim. 7-8 gün kadar çalıştım. Melek Baykal eşimi oynuyordu. Çok keyifli bir set ortamı vardı. Hatta o kadar çok dikkatimi çekti ki. Aşağı yukarı, başladıktan bir hafta sonra şöyle bir baktım sete, set yüz kişi falan. Kostümcüsü, kamera arkası, profesyonel olarak yapılması gereken bir kadro oluşturulmuş. Ben hiç bu kadar kalabalık bir kadroyla çalışmamıştım daha önce. O kalabalığa rağmen herkesin yüzü gülüyordu, çok ilginç bir şekilde. O kadar kalabalığın olduğu yerde birisi üzgün olur, birisi kızgın olur, birisiyle çelişir, çatışır. Hiç olmadı inanın.


Mutlaka sizin de enerjiniz çok yüksek ama Ata Demirer'in fonksiyonu da var galiba?


Gayet tabii. Aslında Ata Demirer çok fazla müdahil olmadı yani yönetmen o olmadığı için. Senaryo onun. Çok şeker, çok güzel bir senaryo yazmış, gerçekten çok beğenecek seyirciler izledikleri zaman. Onun için çok fazla şey yapmadı. O da bizler gibi, bir oyuncuymuş gibi hep durdu. Tabii ki senaryoyu kendi hayatından esinlenerek, daha doğrusu gerçek olaylardan yola çıkarak yazdığı için tiplemelerde, duruşlarda, duygularda hep sorduk, 'Nasıldı o insan?' diye. Gerçek insanları oynadık. Dolayısıyla onu bilen bir tek Ata olduğu için tabii ki herkesle çok yakından ilgilendi. Çok keyifli bir çalışma oldu ve çok güzel bir film çıkacak ortaya.


Sizin oynadığınız karakter, Ata Bey’in hayatının neresindeymiş?


Benim oynadığım karakter, seksenli yıllarda Bursa'da bütün müzik piyasasının babalarından biri. Babalarından biri derken müziği, klasik Türk musikisini çok iyi bilen, Bursa'ya, konsere gelen bütün o zamanın assolistleri Zeki Müren, Safiye Ayla vs. onlara eşlik eden eski bir müzisyen.


Peki sizin musiki ile teşrik-i mesainiz nedir? Sesiniz iyi midir? Şarkı söyler misiniz?


Söylerim de şimdi burası müsait değil. Burada bir eko var. Biz 'hamam eko' deriz ona. Hamamda göbek taşında şarkı söylüyormuşum gibi olur. Onun için burada söylemeyim ama çocukluğumdan beri hakikaten nereden geldiğini bilmiyorum. Çünkü ailede bir müzisyen yok. Bir önceki jenerasyonda da hiç yok. Ama hatırlıyorum, ben ilkokul çağındayken evde taş plaklar vardı. O taş plaklardan Zeki Müren'i, Abdullah Yüce'yi, Müzeyyen Senar'ı zevkle ve büyük keyifle dinlerdim. Nereden geldiğini bilemem Allah vergisi bir şey o demek ki.


Bursa'daki çekimlerden minik anekdotlar var mı anlatacağınız, kamera arkası, eğlenceli anılar?


Aslında çok fazla yok. Neden yok? Çekim biter bitmez hemen İstanbul'a dönüp, gidip çekime girdim. Esas işin keyifli tarafı, orada bütün ekiple birlikte olur. Setteki bütün o muhabbet, setin dışında repo günlerinde vs. yaşamaktır. Ama ben onları da yaşayamadım. Biraz koşturmacayla geçtiği için çok fazla yok ama her dakikası çok değerliydi benim için. Çok teşekkür ediyorum gerçekten. Hem BKM yapıma çok teşekkür ediyorum, inanılmaz bir organizasyondu hem de Ata Demirer'e teşekkür ediyorum. Beni o muhterem beyefendi olarak görmek istediği için. Sanırım altından kalkabildim.


En son "Ah Nerede" dizisinde izledik sizi. 1975 yapımı Gülşen Bubikoğlu ve Tarık Akan'ın başrollerini oynadığı filmden uyarlanan, Bülent İşbilen'in çektiği proje, dizi olarak karşımıza geldi. Önce bir kıyaslama yapıldı dizi ile film arasında. Ama ikinci bölüm itibarıyla galiba başka bir konu örgüsüne geçtiniz. Aslında bu filmler çok değerli. O eski sıcaklığı aradıkları için mi insanlar film ile diziyi kıyasladı? Bunun sizin için negatif ve pozitif tarafı ne oldu?


Daha önce de bu soru sorulduğunda daha doğrusu bu eleştiri geldiğinde hep söylediğim bir şey var; biz 1975'li yıllarda çekilen o muhteşem filmin dizisini yapmayı düşünmedik. Öyle bir sebeple yola çıkmadık. Çünkü muhteşemi, en güzeli yapılmış. Yenisini çekmenin hiçbir alemi yok. Niyetimiz de o değildi hiç bir şekilde. Dolayısıyla 'O film mi daha iyi, yeni çekilen mi daha iyi' karşılaştırması çok anlamsız geliyor bana. Bizim niyetimiz o değildi. Zaten öyle olsa bir sinema filmi çekerdik ki ben onun yapılmasına çok sıcak bakmazdım. Ama biz bir dizi yaptık. Yani bir film uzunluğundaki şeyden her hafta bir tane yapmak için yola çıktık. Dolayısıyla o filmin aynısını yapmamız söz konusu değildi. Hep anlattığım şey şu; o filmi seyrettik, hala seyrediyoruz. Büyük bir beğeniyle, keyifle bütün izleyiciler tekrar tekrar seyrediyor ve hala çok beğeniyor. Ama o film. Bunun başladığı ve bittiği nokta var. Hikaye başlıyor ve bitiyor. Hikaye bittikten sonra o insanlar ölmüyor, o insanlar yaşamlarına devam ediyor. 'Ondan sonra ne oldu?' diye merak edenler için biz diziyi yaptık.


Orada, Allah rahmet eylesin, Hulusi Kentmen'in karakteri, o babacan, tatlı aile reisini, evin başındaki babayı Hakim Şerbetlioğlu'nu canlandırdınız. Yakınlarınız böyle bir benzerlik beklentisine girdi mi acaba Hulusi Kentmen ile aranızda?


Vallahi beklentiye girmek diye bir şey yoktu. Yani Hulusi Baba'nın yerini benim doldurmam asla mümkün değil. Söz konusu değil gayet tabii ki. Ama cüsse olarak, biraz yaş itibarıyla herhalde uygun gördüler. Ama esas orada sembolik olan bıyık tabii ki. Size de taksam o bıyıkları...


Biraz Hulusi Kentmen olurum.


Biraz Hulusi Kentmen olursunuz. Dolayısıyla elimizden geldiği kadar, tabii ki o karakterin gerektirdiği duyguyu, sevecenliği vermeye çalıştım. Her ne kadar Hulusi baba gibi olamazsa da, nurlar içinde yatsın, elimizden geleni yaptık.


Samatya'da geçen çocukluğunuzda Hacivat-Karagöz gösterileri yaparmışsınız mahalledeki arkadaşlarınıza. Oyunculuğa dair ilk adımlarınızı orada mı attınız?


Hayır. Oyunculuk nedir, ben bilmem ki. Hiçbir şekilde bilmiyordum. Nasıl demin söylediğim gibi taş plaktan Zeki Müren'i, Abdullah Yüce'yi dinlediysem aynı yani görsel sanatlarla ilgili hiç kimse yok ailemde. Kendi kendine oluşmuş bir şey. Mesela Tommiks, Teksas vardı o zaman. Çocuklukta çok okurdum. Onları hatırlıyor musunuz? Kitapların hep dikdörtgendir resimleri ve yan yanadır. Hepsinin genişliği aynıymış. Şimdi daha iyi fark ediyorum. Ben onları keser, yan yana birbirine film montajlar gibi negatif montajlar gibi eklerdim. Çubuğa sarardım, oradan buraya, buradan oraya geçirerek bütün hikayeyi böyle oynatırdım. Bunları düşünmüşüm çocukken. Böyle bir şey görmüş olma ihtimalim yok. Çünkü böyle bir teknik yok. Nasıl düşündüysem bilemiyorum. Karagöz Hacivat'a gelince de herhalde bir yerde izledim ben onu çocukken. Şimdi hatırlamıyorum. Bir bahçede ya da bir sinemada ya bir düğünde, çok ilgimi çekmiş demek ki. Sonra bir yerde ansiklopediydi galiba, Karagöz-Hacivat tasvirlerini buldum. Onları kasap kağıdı, yağlı kağıt deriz biz, onların üstüne çizdim, kestim, sopanın ucuna taktım, bir mum ışığında Karagöz oynattım. Nasıl bir zeka ve akılsa artık o çocuklukta bütün bunlarla uğraştım.


Bu sanatla çizim hikayeniz daha sonra mimarlığa da evrildi değil mi?


Evet, ama bunların sanatla ilgili olduğu hakkında bir fikrim yok ki benim. Yani sanatın 'S'si ile ilgi alakam yok. Misket oynuyorum, çember çeviriyoruz, Karagöz oynatıyoruz. Böyle bir çocukluk geçirdim. Dolayısıyla sanatla tabii ki tanışma daha doğrusu görsel sanatların hayatıma girmesi lise yıllarıma dayanıyor.


Aileniz bu durumdan memnun muydu?


Vallahi çok fazla ilgili değillerdi. Çocuk oynuyor bahçede. Ne ile oynadığının çok önemi yok. Misket, çember, Karagöz, fark etmiyor.


İlkokul sonrası Galatasaray Lisesi'nde yatılı okumuşsunuz. Ağabeyiniz Bülent de orada okumuş. Siz okulun haşarı, yaramaz çocuğu iken ağabeyiniz de sizin tam tersi imiş, öyle mi? O dönemleri biraz anlatır mısınız?


Evet yani çok tezat tabii. Ama genelde öyle oluyor, bu dikkatimi çeken bir şey oldu. Hep bakıyorum birinci çocuklar çok düzgün, ikinci çocuk tam haşarı oluyor. O kadar çok ailede rastladım ki ben buna. Herhalde ilk çocuğa çok ihtimam gösteriliyor. İkincisi 'Tamam artık bu kendi kendine büyür.' diye bırakılıyor. O da kendi kendine hayata tutunmaya çalışıyor gibi bir şey olsa gerek. Bunu psikologlar, sosyologlar daha iyi bilir elbet. Okul da aynı bunun gibi bir şeydi. Yani zeka seviyemiz büyük ihtimalle aynıydı ama yapımız farklıydı. Ağabeyim her sene iftiharla geçerdi. Bütün dersleri 10 idi. Çok iyi ders çalışırdı, çok başarılı bir öğrenciydi. Her sene iftihar listesinde birinci sırada ödül alırdı. Benim yapmadığım kalmadı. Hatta onuncu sınıfta müdür bey babamı çağırdı, 'Bu çocuğu alın.' dedi.


Ne dedi müdür, 'Başa çıkamıyoruz' mu dedi?


Evet, 'Başa çıkamıyoruz, alın.' dedi. Tabii yalnız başına ben değilim. O dönem böyle biraz okulu toparlama operasyonu gibiydi. Bir sürü arkadaş ayrıldı, başka okullara gitti. Ben 'Ayrılmayacağım, bitireceğim okulumu.' dedim. Ondan sonra da hiç kalmadan büyük bir başarıyla son iki senemi bitirdim. Benim okuldan çıkmamı isteyen müdür, daha sonra nikah şahidim oldu.


Öyle mi? Çok güzel bir anı.


Böyle hoş, böyle güzel anılarım var. Tabii ki Galatasaray Lisesi Türkiye'nin en önemli eğitim kurumlarından biri olmanın haricinde içinde insanı hayata öyle bir alıştırıyor ki. Sanatla, dünyayla, Anadolu'nun ücra bir köyünde yaşayan akranlarıyla tanıştırıyor. Hepsini bir araya getiriyor. Onlar bizden bir sürü şey öğreniyor, biz onlardan bir sürü şey öğreniyoruz. İnanılmaz bir hayata hazırlık bu. Yatılı okulların genelinde bu vardır ama Galatarasay’da bu çok daha fazla. Kozmopolit bir ortam olduğu için daha fazla.


Dönemdaşlarınız kimlerdi? Bugün bizim tanıdığımız aynı dönemde okuduğunuz kimler var?


Çoğu hariciyeci, çoğu yazar. Nedim Gürsel, Engin Ardıç, Ferhan Şensoy. Herkesin çok yakından bildiği isimler olarak söylüyorum.


Ümit Aktan’la da aynı dönemde miydiniz?


Ümit Aktan da aynı dönem ama o mezun olmadı, daha önce ayrıldı. Başka bir okuldan mezun oldu.


Kekeme miydi gerçekten o dönemde?


Yani konuşma zorluğu vardı. Tam içeriğini bilemiyorum gayet tabii ama ayrıldıktan sonra uzun zaman görüşmedik. Sonra birdenbire spikerliğe başladığını duyunca bir şaşırdım. Billur gibi, nasıl akıcı konuşuyor. Orada herhalde bir eğitim aldı ve düzeldi dedim. Yani çok da fazla hakkında konuşmak istemiyorum. Bilmediğim bir şey, yanlış bir şey söyleyip de kalbini kırmak istemem sonra. Sevdiğim kardeşimdir.


Peki Galatasaray Lisesi demirlerinin ardına kaçma hikayeleri çok bilinir ve konuşulur. Sizde var mı böyle kaçma hikayeleri?


Olmaz olur mu?


Nereye kaçıyordunuz mesela Beyoğlu'nda? Tiyatro mu, sinema mı?


Hayır. Nereye kaçacağız? Pavyonlara, meyhanelere kaçıyoruz. Tiyatroya kaçılmaz ki. Tiyatroya çarşamba günleri öğleden sonraları bizim çıkış iznimiz vardı, yani yatılı olanların. Öğle yemeğinden hemen sonra çıkıp akşam bitiminde geri dönerdik. Bu arada tiyatro, sinema vs. gibi sosyal etkinliklere o zaman giderdik. O zaman zaten kaçmaya gerek yok. Ama onun haricinde o parmaklıklar başka amaçlar içindi.


Hababam Sınıfı filmindeki maça kaçma için yapılan numaralar ve sahneler aklıma geliyor nedense sizin kaçma hikayenizde de?


Tabii, maça kaçmalar, gezmeye kaçmalar. Yani böyle kaçmalar vardı.


Lisede başladığınız oyunculuk serüveninizde daha sonra Cihat Tamer'in ekipten ayrılmasıyla, onun yerine Devekuşu Kabareye geçişiniz ve profesyonelleşme yolculuğu var. Ne kadar zaman birlikte yol aldınız?


Bir sezon tam değildir. Çünkü sezon bittiği zaman yaz turneleri için ben başladım. Sonra İzmir Fuarı oldu. Ondan sonraki sezonda ben Ergun Köknar'la Üsküdar Oyuncuları'na geçtim. Çok ısrar etti Ergun ağabey. Allah rahmet eylesin. Çok önemli bir büyüğümdür. Çok iyi bir ustaydı. Eşi biliyorsunuz rahmetli Suna Pekuysal idi. Yeni kurduğu tiyatroda 'Gel hem oyunculuk hem de bana asistanlık yap.' dedi. Kıramadım Ergun ağabeyi. Benim yerime de Kemal Sunal Devekuşu Kabareye başladı.



Unutulmayan anıları var


Sizin tabii bu arada Üsküdar Tiyatrosu'nun yanı sıra Ortaoyuncular’da Münir Özkul, Erol Günaydın, Ferhan Şensoy ve birçok usta isimle çok önemli projeleriniz oldu. 'Şahları da Vururlar, Muzır Müzikal, Fişne Pahçesu, Çalıkuşu, Kibarlık Budalası dahil çok sayıda oyununuz var. Anılardan bir geçit yapabilir misiniz bize bu önemli isimlerle hatırladığınız?


Mesela Münir Özkul'la ilgili komik değil ama nakletmeyi isterim onu, bir anım var. Münir ağabey bayağı yaşlanmıştı birlikte oynadığımızda. 'Soyut Padişah' oyunuydu. Ezber konusunda birazcık zorlanıyordu, yaştan dolayı. Onun için de her oyundan önce replikleri yazdığı defteri vardı. Oradan geçer, çalışır, öyle çıkardı. Belli sözler var. Bazı sahnelerde öyle bir reaksiyon alıyor ki, öyle bir gülüyor ki seyirci, bir şey yapıyor. Ne yapıyor? Bilmiyorum. Söze bakıyorum sözlerde o kadar gülünecek bir şey yok. Ama bir şey yapıyor çok gülüyorlar. Ben hiçbir zaman tiyatroda kuliste oturup da antremin gelmesini beklemem. Oyun başladığı anda, salonun, dekorun arkasında dururum, sandalyem var, bütün oyunu seyrederim. Bugüne kadar kaç bin oyun oynadıysam da hepsinde aynı şey oldu.

AA
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.