Tayfun Sav: Kurtlar Vadisi yılları en güzel dönemleriydi

Tayfun Sav: Kurtlar Vadisi yılları en güzel dönemleriydi
Tiyatro dünyasının başarılı oyuncuları arasında yer alan ve isminden sıkça söz ettiren Tayfun Sav, Damga'ya konuştu. Bir dönemin fenomen dizisi olan Kurtlar Vadisi'nde bir istihbaratçıyı canlandıran Sav, “Kurtlar Vadisi’ndeki rolüm beni çok etkileyen bir roldü. Hayatımın en güzel yıllarıydı diyebilirim. Rolün ağırlığı sebebiyle de emniyet teşkilatı, dizinin hayranları fanları hala çok güzel tepkiler veriyorlar” dedi

Kadıköy Tiyatro Kale Sanat Merkezi’nde bir araya geldiğimiz oyuncu Tayfun Sav ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Sav, Damga okuyucuları için geçmişten günümüze oyunculuk serüveninin nasıl başladığını anlattı. Ayrıca Sav, Kurtlar Vadisi dizisinde oynadığı yılların hayatının en güzel yılları olduğunu dile getirirken, günümüzde Hanımın Çiftliği ve Kavak Yelleri gibi topluma değer katan diziler olmadığını gelen teklifleri içine sinmediği için kabul etmediğini söyledi. Ankara Devlet Konservatuarı Bale bölümünden mezun olan Sav; o dönem bale bölümü dünyada az sayıda bilinirken, Türkiye’de ise daha zor olduğunu üstelik de erkek olmanın getirdiği zorlukları vardı ifadelerini kullandı.

Tayfun Bey sanat hayatınız nasıl başladı, Tayfun Sav’ı sizden dinleyebilir miyiz?
Merhabalar, hoş geldiniz şeref verdiniz. Sizin gibi genç nesillerle bu ülkenin bayrağı ve yüreği Çanakkale ruhundan olan gençlerle olmaktan mutluyum ve gazeteniz adına da teşekkürle başlayayım. Efendim Tayfun Sav 7 Aralık 1959 Kafkas kökenli. Ailem 3 yaşında Ankara’ya yerleşmiş, bir evin bir oğluyum. Babam ve annem çok değerli insanlardır. Gençlik yıllarımda,  o zaman ki yaşam koşullarında sevgi ve saygının ben değil  “ biz “  dediğimiz Ankara’sında yaşadım. Ankara Devlet Konservatuarı Cebeci’de ortaokul, lise ve üniversite hayatım geçti. Aslında Tayfun Sav’ın hayatında hariciyeci olmak vardı. Galatasaray Lisesi’ni de kazanmıştım. Ama her şeyde olduğu gibi ailenin yapısı ve kökeni bir çocuk için çok güzel yıldızlar verir. Siz bu yıldızları hem genetik hem yüreğiniz tarafından yönlendirirsiniz. Bu bir eğitimdir. Bu eğitim illa üniversite eğitimi olmak zorunda değil. Bu hayat okulunun eğitimidir. Babam Ney çalardı, annem Ut çalardı. Şimdi bu önemli değerler ister istemez beni sanat ve musikiyle tanıştırdı. Eskiden gramofonda duyduğumuz o zaman ısınmalı radyolar vardı, açarsınız radyoyu 15 dakika sonra ısınırdı. Oradaki müzikler, babamın evimize getirdiği elçiliklerde çalıştığı için Rus plakalarının kazaskaları eee Çerkez olduğumuz için de onun oyunları akordiyon çalmam ( eğitimini alarak tâbi) işte böyle sanat ister istemez hayatımızın fonunda ve yüreğinde yaşanırken aile büyüklerimin çoğu da yurt dışında dış işlerinde , bakanlıklarda görevli ben de aileden kimsenin yapmadığı mesleği yapayım dedim ve sanatçı olmaya karar verdim. Sonra Konservatuara kendim buldum, kendim girdim.

Nasıl girdiniz konservatuara?
O zamanlar şimdiki çocuklar gibi değiliz biz, tâbi ilkokuldan sonra kendi harçlığımızı kendimiz kazanırdık. Pazarcılıkta yönet denir; bilyeler vardır, hamallık yapardık ve hem hayatı hem de para kazanmayı öğrenirdik. Daha sonra oyuncaklarımız da şimdiki gibi olmadığı için telli arabalar yapar oynardık sokaklarda. Birgün öyle dolaşırken Konservatuarın önüne gelmişim, Sıhhiye’de oturuyoruz o sırada Necatibey Caddesi’nde Ankara’yı bilenler bilir. Sesler mesler geliyor, girdim baktım. Nedir ne değildir diye! Kayıt yaptırdım ve anneme babama haber vermeden okula girdim. Piyano bölümünü ve bale bölümünü kazanmışım. Piyano bölümünü 9’la kazanmışım, bale bölümünü de 10’la kazanmışım. Tabi ailemin henüz haberi yok ya o zamanlar cep telefonu da yok, rahmetli okul müdürü babama ulaşıyor ve oğlunuz 1500 kişi içinden ilk 10’a girdi kazandı diyor. Babamın şu lafını unutmuyorum; “ iyi tamam, oğluma sorayım ne diyecek.” Ailede güven çok önemli, yönlendirme çok önemli. Sonra babam dedi ki; bizim hayatımızda sanatçı yok. Tamam annem sanatla iç içe ama bu dünya başka bir dünya. Para olur olmaz düşünmüyorum baba ben bunu istiyorum diyorum. Bir de o zaman bale Türkiye’de çok zor bilinen bir meslek. Dünya’da adı sayılı az şekilde duyulan bir meslek ve hele erkek de düşünün. Girdim ve okulu bitirdim.

tayfun sav

Okul hayatı size neler kattı bahseder misiniz biraz?
Yatılı okul bizim hayat okulumuzdu. Atatürk’ün kurduğu Musiki Muallim Mektebi. Dünyanın en iyi okullarından biriydi, neden dünyanın derseniz; dünyada bulunan meslekte en iyi hoca kimse o hoca geliyordu eğitime. O zamanlar ülkeler arası politikada kültürel anlaşma vardı. En iyi hoca olmanın yanı sıra önce insan, çünkü sanatta öğrendiğimiz birinci kural “ önce insan” olacaksın, sanatta cinsiyet yoktur. Din, dil, ırk ayrımı yoktur. Yaratandan öte yaratanın sana verdiği mutluluğu bir nefesle halkına yayacaksın. Tâbi buna şimdi Tayfunca felsefesini de kattım . İşte bizi öyle değerli hocalar yetiştirdi, bu felsefeyle büyüttüler. Okulu 1978 yılında bitirdim. Ankara Devlet Opera ve Balesi’ne devam etmiştim. Hocalarımız ve sistem o kadar iyiydi ki mezun olmadan önce sahne adabını öğrenmemiz için bizi figüran olarak oyunlara çıkartırlardı. Sahne adabını öğrendikçe tiyatro bana daha başka türlü gelirdi.Çünkü seyircinin karşısına çıkmak insanda şok etkisi yaratıyor. Mesela bir örnek vereyim: O zaman okul sonrası müsamereler yapılırdı. Ben üç tane rol oynuyordum. Ahmet Taner Kışlalı’da o dönem bakan. Ömrümde bakan görmemişim ve karşımda bir bakan oturuyor. Ben dans ederken Taner Kışlalı ile göz göze geldik. Havada döndüğümüz bir hareket vardı, hareketi yaparken bakanın yüzüne baktığım anda pat yere düştüm, pat yere düştüm. Baktım olmuyor çıktım sahneden. Bu durum beni çok sinirlendirdi, çünkü duyarlı bir nesil olarak yetiştik biz. Benim yaptığım hata okula, hocalara herkese yansıyacak diye o sorumluluğun etkisiyle başladım salya sümük ağlamaya.


Bu seyirci karşısında ilk deneyiminiz değil mi?
Mezun olmadan önce okul sonu gösterisi. Ama düşünün o zaman ki politikayı mezun olmadan önce Bakan geliyordu okula. Devletin sanatçılara verdiği bir değer vardı. Neyse ben salya sümük duvarlara yumruk atıyorum, nasıl böyle bir şey olur bu kadar yıllık emeği çöpe attım falan diye...
Sonra Bakan Ahmet Taner Kışlalı, Allah rahmet eylesin, perde kapandıktan sonra heyeti ile birlikte gelip bizi tebrik etmek istemiş. Ben utancımdan kaçtım tabi, hocalarım dedi ki; “ Bakan Bey seni istiyor.”Nasıl gitmeyeceksin devlet adabı diye bir şey var. Elini omzuma attı ve o kadar duyarlı bir insan ki; “ ismin nedir?” dedi. Tayfun efendim dedim. Tâbi ağlıyorum bir yandan. “Ağlama, sakın ağlama Tayfuncuğum , okullar ne için var biliyor musun?” DÜŞMEK İÇİN ! Ama hayatta düşme, bana bunun sözünü verir misin? “dedi. Bakın Dilek Hanım 40-45 yıl oldu, o sözü o insanın duyarlılığını asla unutmadım. Nur içinde yatsın, tüylerim diken diken olur her anımsadığımda. Hayatın bir yolculuğu vardır. Doğduğunuz zaman alanınıza yazılan. Ne yaparsan yap sen o yolun yolcususun. Hayat tamamen tesadüfler değil, alın yazısı kader de var. Şimdi insanlar Türkçe kelimeleri o kadar farklı yorumluyor ki değerinden uzaklaşmasın diye altını çizmek istiyorum.


Derken Devlet Konservatuarından Operaya geçtim ve uzun yıllar çalıştıktan sonra askerlik vazifesine gitmem gerekiyordu. Askerlik zor bir meslek ama 10 yıl yatılı okulda büyüdüğüm için ben toplu yaşamın getirdiği mutlulukları da zorlukları bilen biriydim. Burada şunu da belirtmek istiyorum babam Genel Kurmay Başkanlığı’nda baş mütercim olduğu için yurt dışına çok gidiyordu. Ailenin tek çocuğu olduğumdan bize bir şey olursa hayatını devam ettirebilirsin diye LEYLİ MECANİ yani yatılı okula verme ihtiyacı hissetmiş ailem. Tâbi bunu 10 sene sonra anladım.

Tayfun Sav


Ailenizle aynı şehirde olup ayrı kalmak nasıl bir duyguydu?
Tâbi insanın annesi babası Ankara’da olup da onları belirli zamanlarda görmesi acı. Ama hayat! Çok zor oldu evet ama o zaman başka sevgiler elde ettim. Köpek yetiştirdim, kuş yetiştirdim, piyano öğrendim. Bazen anacığımı babacığımı gördüm, böyle bir dünya.


Askerlik nasıl geçti sonra kaç yıl dans ettiniz?
Askerlik çok farklı dünya. Tabi ben de bale sanatçısıyım, vücudum pozisyon çok. Bir de şunun altını çizmek istiyorum, burası çok önemli! Dünyanın en zor mesleklerinde biri bale sanatıdır. Neden ? 10 sene bir eğitim görüyorsunuz, 2 senelik askerlik, 1 sene stajyerlik ve geçiyor 13 seneniz eğitimle. Yaş oluyor 23-24 bundan sonra sadece 10 sene dans edebiliyorsun. Ondan sonra fizikken bitiyorsun. Çünkü önce bir kordöbale de alıyorlar seni sonra solist sonra yavaş yavaş assolist. Rütbe gibi, er oluyorsun yüzbaşı oluyorsun kendi içinde. Yalnız burada da maalesef kirli ilişkilerle hak etmeyen insanlar belli yerlerde oluyorlar bunlara da şahit oluyorsun.

Kısa ömürlü bir meslek o hâlde diyebilir miyiz?
Orasını da söyleyeyim, idareci kısmımız çalıştırıcı kısımlarımız çok geniş. Mesela bir kordöbale dediğimiz zaman 8 kişilik takımı oluyor. Solistlerin ayrı, assolistlerin ayrı oluyor. Yani company dediğimiz şey 100 kişiden oluşuyor. Bunların hepsi çalışmıyor, yedekleri oluyor- oluşuyor. Eğitimcimiz öğreticimiz kendi içimizden yetişiyor. Okullara gönderiyoruz bale hocalarını vs böyle bir çark.


Peki sizin bale sanatçılığından tiyatro sahnesine geçişiniz nasıl oldu? İlk tiyatro oyununuz, ilk sinema filminiz ve ilk diziniz hangisiydi?
Şimdi şöyle bir ayraç geçeyim, hayatın insana getirdiği bazı lüksler vardır. Bunun ben Allah tarafından olduğuna inananlardanım. Adı şans olur ya da başka bir şey olur. Değerlendirirsen hayat yelpazene bir tuğla daha koyarsın. Askerlik de, askerlik yapanlar bilirler ben yedek subay olduğum için hafta sonu tabur nöbetçi subayıyım. Yani normalde 200 kişiden sorumluyken hafta sonu 1600 kişiden sorumlusun ve 4 saat spor var Dilek Hanım. Ben 4 saat sporu 1600 kişiye nasıl yaptırayım, çavuşlar var onbaşılar var ama zor yani. Ben de ne yaptım 1600 kişiye sağa dedim aaa 1600 kişi sağa dönüyor, sola dedim sola dönüyor o taraf bu taraf derken bu anlar beni etkiledi. Farkında olmadan koreografi yapıyormuşum. Ondan sonra Türkiye’nin en iyi koreograflarından Duygu Erkal ile tanıştım. Dedim ki hocam ben de böyle bir şey var koreografi yapıyorum ve çok mutlu oluyorum. Ondan eğitimini aldım ve Türk Devlet Bale ’sinde bu sefer Devlet Tiyatroları’nda Koreograf yapmaya başladım. Geçişe bakın, bale sanatçısısın koreografi de yapıyorsun ve Devlet Tiyatroları’nda Tiyatro Koreografisi de yapmaya başlıyorsun, dansın dışında... Çünkü her tiyatrocu dans edemez! Tiyatroda hareketleri gösterirken beni izleyip keşfeden yönetmenler olmuş ve böylece ufak ufak rolleri oynamaya başladım. Bakın hayat nerden nereye taşıyor insanı. Uzun bir süre böyle devam ettikten sonra 82 yılında Ajda Pekkan’ın dansçısı olarak çalışıyordum Devekuşu Kabare’de. Büyük Kabare’yi oynuyoruz, İstanbul’da yaşayanlar bilirler Egemen Bostancı diye Türkiye’nin en önemli müzikal adamlarından. Allah rahmet eylesin onu da anmış olalım. Ve Egemen Bostancı ile tanıştım, Ajda Pekkan ile 4 ay çalıştıktan sonra şimdi o sorduğun kısma geleceğim birbiriyle bağlantılı bunlar çünkü... O sıralarda Zeki abi Zeki Alasya bir film çekiyordu; “ELVEDA DOSTUM” Baş rollerini Kadir İnanır ve Ahu Tuğba oynuyor. Beni de o filmde doktor rolüne seçti Zeki abi. İlk sinemayla tanışmam da böyle oldu. Çok sevdim, muhteşem bir olay. Rol ufak ama Zeki abi oyun sonrası bundan sonraki filmde 3. Başrol senin dedi. Sinemanın gücü bambaşka bir dünya o gördüğüm Cüneyt Arkın’lar, Filiz Akın’ lar ile tanışacaksınız. Ama bir taraftan da akademik kariyer var. Zeki abiden izin aldım ve Ankara’daki işleri halledicem diye. Hatta; “  bana bak başka bir şey yok değil mi” dedi aslında burası özel hayata giriyor ama söyleyeyim o dönem aşık olduğum bir kız var onu görmeye gidiyorum Ankara’ya ve kızı başka biriyle görünce yıkıldım. Ondan sonra ne film kaldı hayatımda ne başka bir şey! Acı çektiğim bir dönemdi ve alın beni askere dedim Türk Ordusu’na girdim. Askerlikten sonra bazı politik bakışlar yüzünden haksızlıklara uğramam sebebiyle 82 Ankara’sında gazetelerde olunca bazı kıskançlıklarla karşılaşınca hak ettiğim rolü değil kendi adamlarına roller verilme durumlarına tanık olmak beni çok yormuştu. Hepimiz sınıf arkadaşıydık ve bizi birbirimize düşürmeye çalıştılar. Sıkıldım sevmedim ve İstanbul’a geleyim dedim. O sırada bir arkadaş vasıtasıyla Melih Kibar ile tanıştım ve Melih Kibar’ın sanat danışmanlığını yapmaya başladım, tayinimi istedim.  1992 yılında Melih Kibar ile çalışıyorken o zamanlar diziler başlamıştı. Taksim’de  arkadaşım Fatih Epikmen ile karşılaştık; “diziye gidiyorum , gel seni de götüreyim” dedi ve beni Ruhsar’a götürdü. Ruhsar’dan sonra tamamen İstanbul’da yaşamaya başladım. O sırada Mehmet Teoman ile de çalıştım. Sanatın ve bale sanatının dışında gösteri, şov, bayi tanıtımları, reklamlarda dans devam etti. Koreografiler yapıyordum, hem paramızı kazanıyorduk hem de sanat hayatı devam ediyordu.

Tayfun Sav

Peki Kurtlar Vadisi Mithat “Mito” karakterinden söz edelim biraz dilerseniz, sizde ki  yeri ve önemi nedir?
Osman Wöber Devlet Tiyatrosu’nda İstanbul müdürüydü. Ben de idarecilik yapıyordum balede. Dedi ki; “Tayfun, Kurtlar Vadisi’nde bir rol var bulamadılar seni götüreyim bir baksınlar. Kurtlar Vadisi için gittim beni gördüler, ertesi gün sete çıktım. Rol ne mit müsteşarı! Ben zaten yabancı değilim role hayatımın en anlamlı rolü. Doğu Bey, Altan Işık 18-20 yıl geçmesine rağmen hâlâ dostluğumuz baki. Serdar Akar yönetmen, muhteşem bir ekipti, herkes Devlet Tiyatrosu’ndan. Orda 45 bölüm oynadım. Devletin bazı bilgilerinin  “kirli bilgi deriz biz buna “ yayımlandığı Türkiye’de bazı olayları çok güzel kurguyla anlatan bir diziydi. O Kurtlar Vadisi’nin tadı bambaşkaydı. Zafer Ergin rahmetli Tarık Ünlüoğlu ustalar yani....


Necati Şaşmaz ile oynamak nasıldı?
O zamanlar Elazığ’dan gelmiş Necati. Anadolu’nun o temiz insanları. Çok saygılı, çok sevgili efendi biriydi. Her bayramda evimize hediyeler, adımıza kurbanlar, ağaçlar vs aşırı zarif biridir. Amerika’da eğitim almış, insan yönü kuvvetli biri. Bugün başınızda bir dert olsa hemen gelir yardım eder öyle yani. Babasıyla da Elazığ’da çekimde tanıştım, beni evine sofrasına davet etti. Çok kıymetli insanlardır. Kurtlar Vadisi’ndeki rolüm beni çok etkileyen bir roldür. O yıllarda çekim evime de yakındı benim için hayatımın en güzel yıllarıydı diyebilirim. Rolün ağırlığı sebebiyle de emniyet teşkilatı, dizinin hayranları fanları hâlâ çok güzel tepkiler verirler sokakta. Yolda emniyetten gören arkadaşlar sizinle büyüdük der. Bu saygınlığı korumak da her babayiğidin harcı değil...


Oynadığınız rol mit müsteşarı, sokakta bale sanatçısı olduğunuzu bilen seyirciden değişik tepkiler aldınız mı hiç?
Hayır çünkü o dönem bale sanatçısı olduğumu değil sanatçı olduğum, tiyatro sanatçısı olduğum algısındalardı. Bizim ülkemizde insanları şekillere göre ayıran  yanlış değerlendirmeler var. Sorunuz çok iyi ne demek istediğinizi çok net anlıyorum. O dönem ben diziden sonra Devlet Tiyatrosu’nda Harput’ta Bir Amerikalı ‘da misafir sanatçı olarak rol aldım. Çünkü bale sanatında da ufak tefek idari haksızlıklar olduğu için ve şurası da önemli Devlet Sanatçıları nerde rol alırsa alsın devletten izin almak zorunda. Kurtlar Vadisi’ne girdiğim zaman bana 1 yıl izin verildi. Eğer daha  başka uzun soluklu bir dizide oynasaydım, Selçuk Yöntem gibi olmasa da ona yakın bir konumda olacaktım. Kurtlar Vadisi’nden sonra roller geliyor ama Devlet izin vermiyor ve devletin içinde sıkışıp kalıyorsun. İlk dizi, ilk sinema, ilk tiyatro diye sordunuz ya işte ilk tiyatro sahnesine de bu şekilde çıktım. Bale de haksızlıklar karşısında, ben enerjimi tiyatroya, dizilere, filmlere kaydırdım ve orda mutlu oldum.

Sahnede yaşadığınız bir kaza sonucu bir dönem sahneye ara vermişsiniz sanırım.
Evet 20 Temmuz 2006’da sahnede geçirdiğim tatsız bir kaza sonucu 3 kemiğim kırıldı ve 1 sene yatalak kaldım. O dönem ailem bana baktı sağ olsunlar. Bu kaza benim bale mesleğini bitirmeme ve oradan da emekli olmama sebep oldu. Ve sonra tiyatroya ağırlık vermeye başladım.


Koşullar böyle olmuş ama olmasa da sizin içinizde tiyatro sevgisi ağır basmış diyebilir miyiz?
Ben bale sanatçılığı yaparken de dans ederken de tiyatral konuda daha güçlüydüm. Tiyatroyu daha çok seviyordum. Hatta çok iyi hatırlıyorum Konservatuarda olduğumuz zaman tiyatro bölümüne yatay geçiş ile geçmek istiyordum fakat o sırada YÖK geldi ve bizim geçişler engellendi. Mesela Sumru Yavrucuk Opera Sanatçısıydı, o daha önce geçtiği için tiyatro okudu ya da Haluk Bilginer, Mehmet Ali Erbil, Zuhal Olcay halkın bildiği isimlerden. Fakat o dönemler okul o kadar keyifliydi ki mesela sen tiyatrocusun bana tiyatro çalıştırıyorsun, ben sana bale öğretiyorum falan kampüs kakara kikiri birbirimize bölümümüzle ilgili destek vererek okuduk o yıllarda. Bunların filizleri yaşam boyunca sana ilerde o tuğlalar kasalar açılıp sahneye taşındı. Sahne bambaşka bir yer Dilek Hanım, ben seyirci koltuğunu bilmem, sahneyi bilirim. Seyirci koltuğunda oturmak bizim gibi sanatçılar için çok acı verici.


Tam bu noktada pandemi süreciyle birlikte ağır yara alan tiyatro için neler söylersiniz?
Sahibinin sesi oyunumuz çok güzeldi, korona geldi şu anda Devlet Tiyatrosu’nun bütün salonları kapalı. Tam alevlenmiştik mutlu olmuştuk ama orasıda bitti. Yaşadığımız bu 1 senelik süre bize şok yarattı. Emekli maaşı ile İstanbul’da yaşamak çok zor. Bankadan kredi çektik. Tiyatrodan ekstra yevmiye alıyorduk o da gitti. Diziler de zor. Bizim gençliğimizdeki gibi mahalle dizileri , toplumsal diziler değil beyin sulandıran zengin kız- zengin erkek hiçbir özelliği olmayan yapımlar var. Bu kadar dizi var ve hiçbirini seyretmiyorum. 10 sene önce çektiğimiz Hanımın Çiftliği, Kavak Yelleri böylesi değerli yapımlar yok günümüzde. Bazı tekliflerde geldi ama para için kendimi maskara etmek istemedim. Kibarca söyleyeyim canım istemedi o dizilerde oynamayı. Kırk yıldır emek vermiş bir sanatçıyım ve asla para benim dengemi ruhumu bozmadı.
 

Sektör 40 yıldır emek vermiş bir oyuncunun emeğinin karşılığını veriyor mu peki?
Hayır, emeğinizin karşılığını alamıyorsunuz. Daha öncesinde de vardı ama son zamanlarda gördüğümüz yapımcıların değil televizyon kanalının söz sahibi olmaya başlaması, oradaki ilişkiler doğrultusunda ücretlerin ödenmesine büyük etken olur.. Ayrıca hiç utanmadan insanlığa aykırı davranışlarla, başrollerin aldıkları 150-200’ ler ama diğer oyuncuların ödemeleri komik rakamlara dönüyor 2000- 3000 gibi... Üstelik başrollere 13 bölüm peşin ödeniyor. Böyle bir duruma geldik ne yazık ki! Değil para kazanmak alacağın paranın karşılığı yok. Altı ay ben nasıl yaşayacağım Dilek Hanım. Neden 6 ay derseniz; dizinin ön hazırlığı ve ilk çekim 40-45 gün sürüyor eee oynaması bir zaman yapımcı da kanal bana 4 ay sonra çek veriyor diyor ve 4 ayda onu bekliyorsun.

Peki diyelim dizi tutmadı, o para veriliyor mu ?
Geçmiş olsun o hâlde. Bakalım o parayı nasıl alacaksın? Benim şu anda sinema filmlerinden alacağım var ve hâlâ alamadığım 4 tane filmden paralar var. Çevreme rezil kepaze oldum bunlar yüzünden. Kanun yok, bizi koruyan hiçbir şey yok !

HER ROLÜ OYNAMAM

Katı kurallarınız var mı, asla oynamam dediğiniz roller?
Evet var. Türk halkının arasında olan bir sanatçıyım ben. Onların sevgileri saygıları ve özeni beni çok mutlu ediyor. Bir devlete karşı olan rolleri oynamam bir de tecavüz sahnelerini oynamam. Oynayanlara saygım var ama 40 yıllık sanat hayatımın üstüne koyduğum halkın sevgisini yıkamam. Bunlar benim kendi kurallarım, yurt dışından da hatta böyle bir rol teklifi geldi ve korkunç paralar ama kabul etmedim. Ben bir babayım ve kusura bakmayın yapamam dedim. Sanat adına bile olsa ben yapamam.

SİNEMA BABADIR TİYATRO ANNEDİR

Halkın içinde bir sanatçı olmanın avantajı ve dezavantajı nelerdir?
Halkın içinde her türlü rolünden eserinden merhabalar, sevimli gülüşmeler, sevgilerini görüyorsunuz. Bazen saygısızlar da çıkabiliyor. Ben onların oyuncusuymuşum gibi davrananlar oluyor. Bazıları aşırıya kaçıyor. Fakat genelde fotoğraf çekerken çok mutlu oluyor insanlar ben de saygısız ve terbiyesiz olmadığı sürece kimseyi kırmam. Yaşıma ve emeğime saygı gösteren herkesle fotoğraf çekerim sohbet de ederim. Böyle güzel dostluklarım da olmuştur. Pandemiden önce yemek yemeğe gittiğim zaman garsonun gelip bana yaptığı nezaketli hizmet benim için trilyondan değerlidir. Burada kıymet vermesidir esas olan bana hizmet etmesi değil. O işini yaparken bana olan sevgisini gösterirken ben duygulanırım bu durumda. Biraz duygusal bir insanım. Kötü rolleri de duygusal insanlar oynar. Bunu unutmasınlar. Rahmetli Erol Taş’ın sözüdür. Sinema, dizi ve tiyatroyu bir aileye benzetiyorum. Sinema benim için bir babadır, tiyatro annedi ( doğurgandır), dizilerde şımarık zengin çocuklarıdır.

RÖPORTAJ: DİLEK BOZKURT

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum