Saldık çayıra mevlam kayıra

ÜLKEMDE bunca karışıklığa sıkıntıya ekonomik zorluklara bir türlü bitmeyen pandemiye artık önlemden çok" Saldım çayıra mevlam kayıra" noktasına iktidar tarafından konunun getirilmesine de şaşıramaz olduk. Neden şaşıralım ki Cumhurbaşkanı marketlere kızıyor alışveriş yaptığı kooperatifi haklı olarak övüyor. Ertesi gün kooperatifin az da olsa zincir marketlerden pahalı satış yaptığı anlaşılıyor. O anda sanki sihirli değnek değiyor fiyatlar 'ne emir geldiyse' iki günde Tarım Kredi Kooperatifi'nde düşüyor. Sonra sevgili liberaller ve günümüz iktidarı, serbest piyasa aşıkları name dizmeye devam ediyor. Bir yandanda Merkez Bankası hani özerk ya "Faizi indir" diye yapılan sert açıklamalar Cumhurbaşkanı ve hükümetinden hız kesmeden devam ediyor. Bir yandan da gözümüz piyasalarda ya oda bildğiniz gibi Dolar 9 Euro 10.50. Bir marul 8 lira.Enflasyon sokakta yüzde 44.7. Gelelim sağlığımıza hekimler ayakta sokakta.. Aşı karşıtlarına gösterilen ilgi ve alaka Pandeminin yılmaz savaşçılarından esirgeniyor. Açıklama yapmaları engelleniyor. Hergün 200'ün üzerinde insan Covid yüzünden ölüyor. Gerçek vaka sayıası enaz 90 bin ve aşılama ancak yüzde 54 !
 

Bıktık bu tartışmadan
Bir de bu ülkede bitmek tüjenmek bilmeyen Atatürk ve rejim hesaplaşması var ya. Neyniş efendim şahsi görüşlermiş bağlamazmış kimseyi. Bu da nedir derseniz söyleyeyim hemen Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Başkanvekili ve TBMM’nin eski başkanı İsmail Kahraman, yeni anayasa çağrısında bulunurken “Değişmez maddeler anayasaya konmamalı. 1924, 1961, 1982 gibi ‘dindar bir anayasa’ olmalı” dedi. İktidar partisinin eski Tokat milletvekili Resul Tosun da geçen haftalarda, laikliğin anayasadan çıkarılması isteğini yinelemişti. Her ne kadar her iki siyasetçi hakkında, iktidar sözcüleri, “Partimizi bağlamaz, kişisel görüşleridir” deseler de mesele o kadar basit değil. Genel başkan kadar olmasa bile, parti sözcüsü kadar olmasa bile, partinin genel sekreteri, grup başkan vekili kadar olmasa bile, bu sözler de bir ölçüde partiyi bağlar. Hele de Kahraman’ın mevcut konumu, önceki görevi dikkate alınırsa... Ve notumuzu da buraya bırakalım; "Ülkenin kurucu değerlerine hakaret etmek ifade özgürlüğü değildir."
 

Corona Türk'e işlemez mi ?
Kısaca konu başlıklarını değerlendirirken bakalım Corona da son duruma. Orada durum farklı değil. Vaka sayısı yine 30 bini aştı. Yine çağrılar başladı. Aman dikkat falan. Bakın size bir şey söyleyeyim. Vaka sayısı 30 bin falan diyerek kendinizi kandırmayın. Vaka sayısı bunun çok ama çok üzerinde. 300 bin test yaparsanız 30 bin vaka bulursunuz. Hadi gelin geçen yıl olduğu gibi test sayısını 1 milyona çıkaralım bakalım kaç vaka buluyoruz. Ban size söyleyeyim. En az 90 bin. O da en az. Allah'tan aşı olanların oranı yüzde 50'lerde de de ölüm sayıları çok artmıyor. Aşı olmasa bugün günlük en az 500 ölümden belki fazlasından söz ediyor olurduk. Ama hala Türkiye'de yalandan aşı yapın diye çağrı yapılıyor gerçekte ise aşı karşıtlarına mitng izni veriliyor. Bu da aslında devletin resmi politikasını gösteriyor. İktidardan fazla bir şey beklemeden bakın başınızın çaresine .
 

Dindar anayasa ve tarihsel saflaşma
Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Başkanvekili ve TBMM’nin eski başkanı İsmail Kahraman, yeni anayasa çağrısında bulunurken “Değişmez maddeler anayasaya konmamalı. 1924, 1961, 1982 gibi ‘dindar bir anayasa’ olmalı” dedi. İktidar partisinin eski Tokat milletvekili Resul Tosun da geçen haftalarda, laikliğin anayasadan çıkarılması isteğini yinelemişti. Her ne kadar her iki siyasetçi hakkında, iktidar sözcüleri, “Partimizi bağlamaz, kişisel görüşleridir” deseler de mesele o kadar basit değil. Genel başkan kadar olmasa bile, parti sözcüsü kadar olmasa bile, partinin genel sekreteri, grup başkan vekili kadar olmasa bile, bu sözler de bir ölçüde partiyi bağlar. Hele de Kahraman’ın mevcut konumu, önceki görevi dikkate alınırsa...
İYİ Parti lideri Meral Akşener, eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın "Dindar bir anayasa olmalı, ilk 4 madde ise değişebilir" açıklamasına sert yanıt verdi. Bu saçma sapan açıklamayı İYİ Parti Genel Başkanı Akşener; "Hep böyle oluyor. Sonuç olarak gördük ki ailesinin yarısı FETÖ’den kaçak. Dolayısıyla bu yaşlı arkadaşın evde oturup torunlarıyla ilgilenmesi ve onlara moral vermesinde büyük fayda var. Kendisini hatırlatmak için de böyle eksantrik çıkışlardan uzak durmasında büyük fayda var" şeklinde değerlendirdi.. Haksız mı hayır. Bu ülkede bin tane sorun var üniversitelkiçocuklara yer bulamıyoruz sokakta yatıyorlar.pazarda millet geceyi bekliyor çöpleri ayıklamaya sanırsın tek derdimiz "Laiklik" iyimi nerenize battı Laiklik acaba...
 

Yumurtasız omlet
Aslında her iki siyasetçinin bu çıkışı, bizlerin yıllardır savunduğu, “Anayasa, sıradan bir yasa değildir. Kurucu metindir. Temel belgedir. İdeolojiktir. Devletin kuruluş felsefesini, stratejik yönelimini içerir” şeklindeki tezi doğruluyor. Siyasal İslamcıların, yanlarına etnik ayrılıkçıları, numaracı cumhuriyetçileri, liberalleri, liberal solu da (ne demekse) alarak savunageldikleri “Anayasa ideolojisiz olsun. Teknik bir metin olsun” şeklindeki tezi, usulden ve esastan çürütüyor. İdeolojisiz anayasa istemenin, yumurtasız omlet yapmaya kalkışmaktan farksız olduğunu kanıtlıyor. Dahası var. Her devletin anayasası, o devletin, o milletin, tarihsel, siyasal, ideolojik, toplumsal, iktisadi, kültürel, hukuksal, örgütsel birikimini, deneyimini yansıtır. Hedeflerini, önceliklerini, yönelimlerini, beklentilerini içerir. O nedenle bu metne anayasa denir, toplum sözleşmesi olarak da anılır ve silahla korunur. Çünkü devlet demek, hukuk demektir. Hukuk da ideolojilerden, sınıfsal çelişkilerden bağımsız değildir. Hukuku uygulamak için de egemenlik, otorite ve müeyyide şarttır. Mao Zedung’un, “İktidar namlunun ucundadır” sözü, bu yalın gerçeği yansıtır.
 

Türkiye'nin 150 yıllık saflaşması
Şu gerçeği kabul edelim: Ülkemizin siyasal yapısı ve siyaset kültürü, hangi parti olursa olsun, tek adamı yüceltmeye, devlet - iktidar gücünü o tek adamın kullanmasını, devlet aygıtının, kamu otoritesinin ürettiği rantı o tek adamın dağıtmasını teşvik etmeye ve alkışlamaya yatkındır. Türkiye’nin anayasa, seçim, parlamento deneyimi güçlü olmasına, Cumhuriyet öncesine, Birinci Meşrutiyet (1876) dönemine dek uzanmasına rağmen siyasal ve toplumsal yaşamdaki tek adam yaklaşımı, aradan geçen uzun zamana karşın yeterince kırılmamıştır. Bu nedenle, özellikle sağcı liderler, başbakanı oldukları tek parti hükümetine, arkalarındaki Meclis çoğunluğuna rağmen hep yetkilerinin azlığından yakınmışlardır. Hızlı, etkili karar alamadıklarını savunmuşlardır. Otoriter liderlik anlayışını, tek seçici olmayı yeğlemişlerdir. Başbakanlık yaptıktan sonra cumhurbaşkanı oldukları halde, bu sıfatla hükümeti, Meclis’i, parti grubunu yönetip yönlendirdikleri halde, siyasi açıdan tatmin olmamışlardır. Çünkü işbaşına gelen bu liderler, iktidarı değil devleti; hükümeti değil hâkimiyeti isterler. Yasama, yürütme ve hatta yargıyı tek elde toplayıp devleti ve toplumu yukarıdan aşağıya değiştirip dönüştürmeyi arzularlar. Bu liderlerin başkanlık sistemini savunmalarının temel nedeni budur. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini, dindar bir anayasayla tahkim etme çabası da bu tarihsel, ideolojik ve siyasal hedefin yansımasıdır.
 

Neresi battı
Yine Anayasa’nın ilk dört maddesi tartışması başlatılmak isteniyor. Bu dört maddede ne var da, bazılarını bu kadar rahatsız ediyor anlamak mümkün değil.Gelin okuyalım ilk dört maddeyi.
1. Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
2. Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti’dir.
3. Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen ay yıldızlı bayraktır. Milli marşı “İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır.
4. Anayasa’nın 1. Maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2'nci Maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3'üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
Bu maddelerin değişmesi bazı partilerin sürekli gündeminde. Neyi değiştirmek istediklerini merak ediyorum. Birinci maddedeki “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir”den mi vazgeçecekler? "Türkiye Devleti bir krallıktır" mı düşünüyorlar? İkinci madde mi sorun? Toplumun huzuru mu gözlerine batıyor. Huzursuz bir toplum mu istiyorlar.Milli dayanışmaya mı karşılar yoksa.. Ya da belki de insan hakları cümlesi hoşlarına gitmiyor! Demokratik olması mı zor geliyor kendilerine?Muhtemelen laik olması da batıyor. En yüksek ihtimal Atatürk milliyetçiliği cümlesine takılıyorlar. Herhalde milliyetçiliği ortadan kaldırmak istiyor bazıları. Üçüncü madde mi kafalarına yatmıyor. “Ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür” mü hoşlarına gitmeyen bölüm? Ne istiyorlar, “Bölünsün” mü diyecekler. Yoksa bayrak mı hoşlarına gitmeyen bu maddede? İstiklal Marşı mı sorun. Onu da “Milli mücadele marşı” mı yapmak istiyorlar diye düşünüyor insan. Orada kimi neyin rahatsız ettiği aslında çok açık. Dört madde diyerek aslında iki kelimenin verdiği bir rahatsızlık söz konusu. Değiştirilmek istenen aslında o iki, bilemedin üç kelime. Onu doğrudan söyleyemedikleri için 4 madde diye eveleyip geveliyorlar. Oradan laikliği, Atatürk’ü ve bir de milliyetçiliği attıkları zaman başları göğe erecek sanki. Oysa Atatürk diye isimlendirilen o ruh bu milletin içine işlemiş. Anayasa’da değil artık genetiğinde yazıyor. Birileri yok etmeye çalıştıkça daha da güçleniyor. Birileri karaladıkça daha net görünür hale geliyor. MHP bu işe zaten gelmez ama bugün düşman olduğunuz partilerle yarın uzlaşıp, Anayasa’dan çıkardınız diyelim. Milletin kalbinden nasıl söküp atacaksınız! Anlayamadınız hala bu işlerin zorla olmadığını.
 

Anayasa, kimlik siyaseti ve emperyalizm
Yeni anayasa tartışmaları, kimlik ve yurttaşlık tartışmalarıyla birlikte, gündemdeki yerini koruyor. İktidarın, sayısal olarak da siyasal olarak da yeni anayasa yapacak gücü yok. Anayasa değişikliği için de muhalefetle uzlaşmak zorunda. Bu da olası değil. Toplumun gündeminde ise ne yeni anayasa talebi var ne anayasa değişikliği. Gündem işsizlik, yoksulluk, pahalılık…
Kimlik siyasetini savunanlar, siyasal İslamcılar, etnik ayrılıkçılar, numaracı cumhuriyetçiler, genelleyici ve indirgemeci bir tavırla, hem insanları etnik, dinsel, mezhepsel kimlikleriyle tanımlıyor hem de ayrıştırıcı, dışlayıcı, ötekileştirici, ırkçı bir dil kullanıyorlar. Hele de kendilerine “liberal sol” diyenler, bunu ilericilik sanıyorlar. Faşizme zemin hazırladıklarını bilmiyorlar. Sınıf siyasetini, sınıfsal çelişkiyi duymamışlar.
 

HDP'ye oy veren Kürt seçmen mi?
Örneğin; HDP’ye oy veren yurttaşlarımızı anlatırken “Kürt seçmen” diyorlar. Lakin CHP, MHP, İYİ Parti’ye oy verenleri anlatırken “Türk seçmen” demiyorlar. Dahası, HDP’ye oy verenler arasında etnik olarak Kürt kökenli olmayan yurttaşlar olduğunu bilmedikleri gibi, diğer partilere oy veren yurttaşlar arasında da çok sayıda etnik olarak Kürt kökenli Türk seçmen olduğunu da bilmiyorlar.
Kaldı ki Türkiye’de anne ve babası farklı etnik kökenlerden gelen, farklı mezhepsel ve dinse inancı olan milyonlar var. Bu yurttaşları nasıl tanımlıyorlar acaba? Şöyle mi diyorlar? “Annesi Kürt, babası Türk seçmen”, “Babası Sünni, annesi Alevi seçmen”, “Annesi Arnavut, babası Çerkez seçmen”, “Babası Boşnak, annesi Gürcü seçmen”…
İstanbul’da yaşayan Kürt etnik kökenli Türk yurttaşlarının, Diyarbakır’da, Hakkâri’de, Şırnak’ta yaşayanlardan daha çok olduğunu bilmiyorlar mı? Biliyorlar elbet. Ama sınıf siyaseti yapmak yerine, kimlik siyaseti yapıyor, ırkçılığı da devrimcilik sanıyorlar. Bundan yararlanıyor, kullanıyorlar. Çünkü kimlik siyasetinin hem iktidarda hem muhalefette alıcısı var. Kimlik siyaseti, ABD ve Avrupa emperyalizminden destek görüyor, fon alıyor.
 

Eşit yurttaşlık değil yurttaşların eşitliği
Kimlik siyasetini güdenlerin bilmedikleri, bilerek çarpıttıkları, aynı olduğunu sandıkları başka kavramlar da var. Nasıl ki laiklik ile sekülerlik kavramını bir ve aynı sanıyorlar, yurttaşlık ve eşit yurttaşlığı da birbirine karıştırıyorlar. Oysa arada büyük fark var.
Eşit yurttaşlık kısaca şudur: Anayasal yapı içinde, Türk kimliği dışında başka bir kimlik (veya kimlikler) daha tanınsın. Tanınan ikinci kimlik de Türk kimliği ile eşit olsun. Anayasal statüye kavuşsun. Anayasada yer bulsun. Pratikte şunu öneriyor eşit yurttaşlık diyenler: “Sen Türk olarak kal. Ben de Kürt olarak anayasada yanına geleyim. İsterse Çerkez, Arnavut, Boşnak, Kafkas, Çeçen, Laz, Gürcüler de gelsin.” Bu yaklaşımı savunanlar, Türklüğü üst kimlik, ortak kimlik, ulus kimlik olarak görmüyorlar. Türkiye’deki etnik gruplardan biri olarak görüyorlar. O nedenle Türkçenin tek resmi dil olmasına da karşılar. Mustafa Kemal Atatürk’ün ulus tanımını da (Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir), yurttaş tanımını da (Ne mutlu Türküm diyene) reddediyorlar. Yurttaşların eşitliği ise anayasa ve yasalar önünde tüm yurttaşların eşit olması anlamına geliyor. Yurttaşlar arasında ırk, din, mezhep, soy, bölge, köken ayrımı yapmıyor.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi