Salgın hız kesmiyor! Ölenler sayı değil insan

Öncelikle deyim yerinde ise başından sonuna kabus gibi geçen bir 2020 yılını beş gün sonra gelmemek üzere gönderiyoruz. Darısı 2021 yılında sizlerin bizlerin görmek istemediklerinin başına diyorum. Yeni yıl hepimize öncelikle esenlik, mutluluk, huzur; bolca sevgi getirsin. Şimdi gündemimize dönersek geçtiğimiz haftayı aşı tartışmaları, neye göre kime göre belli olmayan (Vakalar "Azıcık" azaldı ama evlerde bulaş artıyor) saçmalıkları ve tekli hanelerden üçlü hanelere yükselen 250'yi geçen günlük Corona virüs ölüm vakalarıyla geçirdik.Bakanlık verilerini esas alarak ortalama ayda 8 bine yakın insanın Corona virüsten öldüğü gerçeği gün gibi ortada durmaktadır.Ayrıca azalan vaka kavramına da bakacak olursak günde 25 bin desek ayda 700-750 bin aktif Corona virüs hastası demek olur ki nerde azalan diye adama sorarlar.

Ölenleri sayı olarak görmeye başladıysanız, her ölümün aynı zamanda, parasal olarak da hesaplanabilen bir ekonomik kayıp olduğunu söylemem gerek. Hastalanıp ölenlerin yarattığı korkunun, güvensizliğin, süresi, sınırı belli bir kapanmadan çok daha uzun sürelerle ekonomiyi baltalayacağını da elbet bir acı gerçek. Ama maalesef biz devekuşu gibi başımızı kuma gömmeye meraklıyız. kıçımızın açıkta olduğunu bile bile... Bir başka noktada Sağlık Bakanı Fahrettin Koca: ".. her ne kadar işimizi zorlaştırsa da bilimden vazgeçmeden yolumuza devam ettik. Bunun en büyük şahidi sizlersiniz" diyor. Bende 1. Ben tersine tanığım 2. Bilimden ayrılmak işi zorlaştırmaz, tersine karanlık yoldur. Hasta - ölüm sayıları hala makyajlı. Bu nasıl bir söylem? diyorum...

Türk Tabipler Birliği Aile hekimleri aylık verilerine göre şu anda aktif enaz 543.000 COVID Hastası ve toplamda 1.519.000 kişinin evlerde karantinada tutulduğu ortaya çıktı.Günlük vaka sayısı geçen aya göre aile hekim başına artarak 22.55 oldu.

Daha da vahimi yine aynı verilere göre hala Türkiye’de günlük vaka 50.000 üzerinde ve Sonbahar 2020'de 3 milyona yakın kişi COVID19 geçirdi. Acı tabloya eklenen bir başka etken ise enaz 3000 kişinin kolon kanseri erken tanı şansını kaçırması oldu.

Aşı telaşı hata yaptırıyor

Geçtiğimiz günlerde önce Sağlık Bakanını ve ardından Hacettepe Üniversitesinde Sinovac aşı çalışmasını yürüten Profesör Serhat Ünal’ın açıklamalarını dinleyince büyük bir şaşkınlık yaşadım. Profesör Ünal, çok merkezli bir çalışmanın yalnızca Türkiye merkezinde, önerilen her iki dozu da 23 Aralık itibarıyla tamamlamış 3457 gönüllüye ek olarak, bir o kadar da henüz yalnızca tek doz almış (yani belirlenen aşılama şemasını tamamlamamış) gönüllünün ara sonuçlarını değerlendirdiklerini söyledi, Ve bu verilerle aşının güvenli ve etkili olduğunu açıkladı. Ara sonuçları açıklamak için kendi merkezlerinde önceden belirlenen, gerekli hasta sayısının 40 olduğunu, ama onu beklemeyerek 29 “hasta” tespiti üzerinden analiz yaptıklarını söyledi. Yani “kodu” önceden belirlenen sayıdan önce “kırdıklarını” açıklamış oldu. Bu kod kırmanın ne anlama geldiğini bu işin uzmanlarıdan ağzından nasıl olduğunu aşağıda anlatmaya çalışacağım.

Birincisi klinik çalışmalarda, ilaç ya da aşı çalışması, kaç kişinin katılması gerektiği, ne kadarının aktif madde (bu durumda aşı) ne kadarının plasebo, (aşı görünümü verilmiş nötr madde) alacağı istatistiksel yöntemlerle saptanır. Buna örneklem sayısı denir ve hassasiyetle hesaplanır. Zira bu sayı, elde edeceğiniz sonuçların, tesadüfi değil, gerçeğe uygun olmasının en önemli garantisidir. (Bir parayı iki kere havaya atarsanız iki kere de tura gelebilir. İşlemi iki kere yaparsanız yanlış bir çıkarsamayla havaya atılan paraların hep tura geldiği sonucuna varırsınız. Ancak işlemi belli sayıda tekrarlarsanız, gerçeğe uygun olan tura gelme olasılığını bulursunuz). Örneklem sayınız, yani çalışmaya kaç kişinin katıldığı, yeterince büyük değilse, bulduğunuz sonuçlar yanıltıcı olabilir.

Belki okumuşsunuzdur, sürmekte olan Faz III çalışmalarında 20 ila 40 bin arasında gönüllü var. Sinovac da kendi aşısı için benzer bir örneklem büyüklüğü hesapladı. Ve Faz III aşılar için adet olduğu üzere (hem farklı etnik gruplardaki farklılıkları ortaya çıkarmak, hem de örneklem sayısına hızla ulaşmak için) bu sayıdaki gönüllüyü farklı ülkelerden toplamayı planladı. Brezilya, Endonezya, Türkiye. Bildiğimiz kadarıyla çalışma her üç ülkede de sürüyor. Brezilya’nın belirlenen gönüllü sayısına ulaşmakta diğer iki ülkeden bir adım önde olduğunu biliyoruz.

Kod erken kırılmış oldu

Klinik çalışmalarda sonuçların çeşitli insani faktörler tarafından etkilenmemesi, örneğin aşı alan bireylerin enfeksiyondan korunma tedbirlerini gevşetmesini, ya da doktorlarının onlarda görülen yan etkilere diğerlerine göre daha fazla önem atfetmesini önlemek için rasgele seçim ve çift körlük denen iki yöntem uygulanır. Hangi sırada gelen gönüllünün etken maddeyi alacağı önceden randomizasyon/rasgelelik tablolarıyla belirlenir. Hem aşı, hem plasebo aynı şekilde paketlenir, her bir paketin üzerinde bir kod vardır. Sağlık personeli verdikleri maddenin üzerindeki kodu kayıtlara geçirir. Bu kodun etken maddeyi mi, nötr maddeyi mi içerdiğini yalnızca çalışmayı planlayan ve veri tabanını yöneten birkaç kişi bilir. Gönüllüler de, onlara bunları uygulayıp takiplerini yapan sağlık çalışanları da aşı mı, aşı taklidi mi kullanıldığını bilemezler. Her iki taraf da bu gerçeğe kördürler, bu yüzden “çift kör” denir.

Olağanüstü bir durumda, örneğin gönüllülerden birinde ciddi bir yan etki, ölüm vb ortaya çıkarsa, gönüllünün etken madde mi, yoksa nötr madde mi aldığını anlamak için çalışma merkezinde bu “kod kırılır”. Yani o gönüllünün aldığı maddenin niteliği açığa çıkarılır. Onun dışında çalışma sonuçlanıp analiz başlayana kadar “körlük” devam eder.

Pandemi koşullarında sonuçlara bir an önce ulaşılması önemli olduğundan Covid aşı çalışmalarında kodların çalışma bitmeden kırılması için bir ara hedef konuldu. Bu hedef bütün çalışma grubunda görülecek Covid’li vaka sayısı. Bu sayı da yine aşı ve plasebo kolları arasındaki istatistiki olarak anlamlı bir farklılığı yakalayabileyecek şekilde hesaplandı. 21 Aralık’ta Washington Post’un yazdığına göre Brezilya bu sayıya ulaşmıştı ve 23 Aralık’ta sonuçları açıklayacaktı. Ama beklenen açıklama gelmedi, Sinovac şirketinin Brezilya’dan bunu ertelemesini istediğini basından duyduk.

Bu ertelemenin nedeni üzerine spekülasyonlar sürerken, Türkiye’deki merkez kendi payına düşen sayının da altında iken kodu kırarak etkinlik sonucu açıkladı. Açıklanan sayının istatistiki olarak ne kadar anlamlı (yani tesadüften ne kadar arınmış) olduğu soru işareti. Açıklanan güvenlik verileri umut verici, ama gönüllülerin ancak 3,457 tanesi iki dozu almış ve çalışmaya 18 Eylül’de başlandığına göre büyük çoğunluğu iki ay bile takip edilmemiş. Bakanın açıklamasına bakılırsa bu verilerle acil kullanım izni verilmiş bile! Kim görmüş verileri, ne kadarına bakılmış, nasıl karar verilmiş?

Kaotik süreçler

Salgın yönetiminde geldiğimiz hal ortada. Opasiteyi ilke edinmiş, bir gecede bir buçuk milyon vaka açıklamış, kendi vatandaşlarının çoğunluğunun ve dünyanın güvenini kaybetmiş bir yönetim. Hiç olmazsa aşıda biraz dikkatli gidilmesini diliyor insan. Zira aşı tek başına çözüm olmasa da bu salgınla baş etmede çok önemli bir araç, itinayla ve sanatla kullanılırsa.

Oysa, ortaya bir saatli bomba gibi bırakıldığı Aralık başından beri sürekli birbiriyle çelişen, ve bilimsel temeli olmayan açıklamalar izliyoruz.

Dürüstlükten uzak. “Pandemi koşullarında ancak tek bir aşı için ön anlaşma yapabildik, ama diğer alternatifler üzerinde de çalışıyoruz”, demek yerine, zaten RNA aşıları yeni, ne olacağı belli değil, Oxford aşısı da pek güvenli değil, şeklinde bilimsel gerçeklerle hiç bağdaşmayan şeyler söyleniyor. Birkaç gün sonra da bu iki aşı için de görüşmeler yapıldığı ileri sürülüyor. Aralık başında, 11 Aralık’ta uygulanmasına başlanacağı ilan edilen aşının çalışmasının hala sürdüğünü, aşı sevkiyatının bile görünürde olmadığını iki gün sonra herkes öğreniyor. Normalde olması gerektiği gibi aşıyı geliştiren ve çalışmayı organize eden şirketin, hiç olmazsa bir ara raporla üç ülke ve onbinlerce gönüllüden gelecek sonuçları yayınlaması ve bunların kamuya açıklanıp, ülkenin bilim insanlarınca incelenmesi beklenirken, bir gecede, “körlük” kodlarının, beklenen ara hedefe ulaşmadan kırıldığını ve bu çok sınırlı ve yetersiz sayıdaki veriye dayanarak acil kullanım izni verildiğini duyuyoruz.

Bu adımların

sonucu ne olacak?

Bu arada bir protokol ihlali olan erken kod kırılmasını Sinovac şirketinin nasıl karşılayacağını da bilmiyoruz. Bu, çalışmanın seyrini etkileyerek verileri yararsız hale getirebileceği gibi, şirketin dünyada itibar edilen etkili ilaç denetleme kurumlarından (Amerikan FDA’sı, Avrupa Birliği İlaç Otoritesi, ya da Dünya Sağlık Örgütünün onay mekanizması) onay almasını, dolayısıyla pazarlama şansını riske atıyor.

Brezilya’nın sonuçlarını görmek ve Türkiye’deki çalışmada da hiç olmazsa önceden belirlendiği söylenen 40 “hasta” sayısına ulaşmak için neden birkaç hafta daha beklenmiyor? Günü kurtarmak için gösterilen bu acele kanımca uzun vadede birçok sorun çıkarmaya aday. Aşıyla ilgili sürecin iyi yönetilmemesi aşı konusunda duyulan kaygıları pekiştiriyor ve pekiştirecek. Bugün, fazla düşünmeden yapılan bu hatalar çok yakında ayağımıza dolanacak diye korkuyorum.,

Hem salgın hem

ekonomi merkezi

Sayıların büyüklüğü tartışmasını bir kenara bırakalım esas olan, sahada çalışan herkes bulaşmanın hızlanarak arttığını, ağır hastalara bile yer bulmanın zor olduğunu, İstanbul’da bu sınırın bile geçildiğini söylüyor. Korkutucu olan bu, virüs zincirlerinden boşalmış bir şekilde, ikiye, üçe katlanarak değil, üstel bir şekilde artıyor. Bir odakta değil Türkiye’nin birçok şehrinde. Ama en çok da tek başına birçok Avrupa ülkesinden daha fazla ve çok hareketli bir nüfusu daracık bir alanda barındıran İstanbul’da.

Nisan ayında yaşadığımız açmaz da buydu. Salgının merkezi İstanbul’du, ama ekonominin ana damarı da İstanbul’du. İstanbul’u kapamayı göze alamadık, salgını küçükken boğamadık. Tersine şehirlerarası ulaşım açılır açılmaz virüs kahkahalar atarak, koşa koşa bütün ülkeye yayıldı. Şimdi tek odaklı değil yaygın, üstelik dolu dizgin (Sağlık Bakanı Fahrettin Koca geçenlerde satır aralarında bir kişi ortalama üç kişiye bulaştırıyor demişti) bir salgınımız var.

Nasıl tanımlandığı belli olmayan dolayısıyla salgının gidişatı hakkında fikir verme yeteneği olmayan hasta-vaka tartışmalı yeşil slaytlara bakmanın bir anlamı yok.

Ölenler sayı değil insan

Üstelik bunlar sağlıklı verilerin bize söylenmediği rakamlar. Iki hafta önce gözlediğimiz bulaşma hızında, virüsü biraz olsun bastırabilmek için en az iki hafta tam kapanma dışında çaremiz yok demiştim. Kışı sağ salim atlatmak ve salgının ekonomi üzerindeki tahribatını sınırlamak için bu şart. O iki hafta önceydi: ABD’den bir çalışma bulaşma bir kez ivmelendikten sonra tedbir almakta 1-2 haftalık bir gecikmenin bedelinin ölüm sayısını iki katına çıkarabileceğini bulmuştu. Bulaşmanın hızı arttıkça bu oran da artıyor. Ölenleri sayı olarak görmeye başladıysanız, her ölümün aynı zamanda, parasal olarak da hesaplanabilen bir ekonomik kayıp olduğunu söylemem gerek. Hastalanıp ölenlerin yarattığı korkunun, güvensizliğin, süresi, sınırı belli bir kapanmadan çok daha uzun sürelerle ekonomiyi baltalayacağını da.

Hızla karar vermek zorundayız

Karar vermek zorundayız. Hem de hızla. Karar vermek de yetmez.Virüs piyasalara benzemiyor. Beyanatları izlemiyor, bürokrat atamalarıyla ilgilenmiyor. Siz ondan sıkılsanız da o sizden sıkılmıyor. Onu yalnız gerçek hayatta işe yaradığı kanıtlanmış eylemlerle durdurabilirsiniz. Her ülkede tekrar ve tekrar işe yaradığı gösterilmiş acı ilaçla. Hayati işlerde çalışanlar dışında herkesin eve kapanmasıyla. Geciktikçe daha da uzun bir süreliğine. Tam süreyi istiyorsanız kolay. Çok şükür ülkemizde Sağlık Bakanlığının kolayca verebileceği sağlıklı “vaka” sayılarıyla çeşitli kapanma sürelerinin bulaşma hızını ne kadar düşüreceğini hemen hesaplayabilecek birçok uzman ekip var. Kaybedecek zaman kalmıyor.

Kısıtlamalar çare oldu mu?

21 Kasım'da başlayan 30 Kasım'da kapsamı genişleyen kısıtlamaların üzerinden bir aya yakın süre geçti.geçti. Peki kısıtlamalar Covid'le mücadele tablosuna nasıl yansıdı? Sayılar bize ne söylüyor?

Kısıtlamalar çare olmadı

Türkiye ikinci dalgayla birlikte 21 Kasım’da başlayan ve 30 Kasım’da kapsamı genişletilen kısmi kısıtlama uygulamasına geçti. Hafta sonu belirli saatler aralığında sokağa çıkma yasağı uygulandı. Bu uygulamanın yeterli olmadığı görüldüğündeyse hafta sonu belirli meslek grupları dışında tam zamanlı sokağa çıkma kısıtlamasına geçildi. Aynı zamanda hafta içi de 21:00-05:00 saatleri arasında kısıtlama devam ediyor. Yeni kısıtlamaların ardından birkaç günlük verilere göre iyileşen sayısı vaka sayısını geçti. Ancak diğer verilerdeki artış devam ediyor. Hastanelerdeki yoğun bakım ve ventilatör oranları yükseliş gösteriyor. Bunun yanında vefat sayıları da her geçen gün artıyor. Bu durum akıllara “Kısıtlamalar gereken etkiyi gösterdi mi?”, “Tam kapanma uygulamasına gitmek gerekiyor mu?” sorusunu getiriyor. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Esin Şenol'a konuyla ilgili şu açıklamalarda bulunuyor.

Hastanelerdeki kapasitenin artırılmaya çalışıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Şenol, “Kısıtlamaların yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Aktif vaka sayısının çok önemli olmayacağı vurgusuyla Türkiye 1 günde 1 milyon vaka ekledi. Aslında bu çok önemliydi. Burada yüzdelik oranlar var. Bu oranlar üzerinden sağlık sisteminin takibi sağlanır. Hastane yatak kapasiteleri, ulaşabileceği maksimum seviyeye çıkarıldıktan sonra vaka sayıları açıklandı. Vaka sayıları açıklandığındaysa tahmin ettiğimiz üzere geride çok büyük bir yükün birikmiş olduğunu gördük” dedi.

Kısıtlamalar etkili değil

Geride birikmiş olan yükün çok basit bir dinamiğinin olduğunu ifade Şenol, sözlerine şu şekilde devam etti: “Ağır vaka sayıları gerçek vakaların yüzde 5'ini 10-20 gün sonra, ölüm sayıları da vaka sayısının yüzde 2-2,5'ini 20-30 gün sonra yansıtıyor. Eğer ağır vakada artış görüyorsak bunun geçmişinde 20-30 günlük bir ikiye katlanma süresi var demektir. Bu oran ölüm sayıları için 40-60 güne tekabül eder. Bu da size virüsün 5-6 kişiye bulaşmakta ve çok yaygın olduğunu gösterir. Bu nedenle kısıtlamaların etkili olduğunu söyleyemeyiz.”

İyileşen artıyor ama

Son birkaç günlük tablodaki iyileşen sayısındaki artış göze çarpıyor. Prof. Dr. Esin Şenol bu artışın ne anlama gelebileceğini şu şekilde açıklıyor: “İyileşen sayısındaki artıştan aslında virüsün bulaşma hızının düştüğünü ummalıyız ancak salgının bu evresinde ölçülecek parametre bu değil. Bu yeni dalganın zirveye tırmandığı dönemde yapılacak bir şeydir. Biz ise sönümlendiremediğimiz bir dalganın uç noktasındayız. Dolayısıyla çok fazla bir şey ifade etmiyor. Diğer yandan da farklı parametreler var. Hastane yatak kapasitelerimiz dolduğu için bir birim ölçüm yapabiliyoruz. Artık o bir içerisinde iyileşmeyecek hastalar bir birim artsa bile ölçemiyorsunuz. Dolayısıyla görece olarak iyileşen vaka sayısı artmış gibi ortaya çıkıyor olabilir. İyileşen sayısındaki artıştan aslında virüsün bulaşma hızının düştüğünü ummalıyız ancak salgının bu evresinde ölçülecek parametre bu değil. Bu yeni dalganın zirveye tırmandığı dönemde yapılacak bir şeydir.

Pandemi seferberliği şart

Yeni kısıtlamalarla birlikte üzerinden ciddi bir süre geçmesine rağmen tam anlamıyla bir düşüş kaydedilemedi. Prof. Dr. Esin Şenol, çözümün tam kapanma olduğu belirterek sözlerini “Mağduriyetsiz ve moralli bir kapanmaya ihtiyaç var. Hem sağlık sistemi hem vatandaşlar artık çok yoruldu. Dolayısıyla kimseyi aç bırakmayacak şekilde, sağlık sistemine yeni bir güç katana kadar kapanmaya gitmemiz gerekiyor. Bu süreçte ülkenin bütün imkanları kullanılmalı. Bir pandemi seferberliğine gidilmeli ancak bu seferberlik bilimin ışığında gerçekleştirilmeli.” şeklinde noktaladı.

Vaka iyice azalmalı

Türkiye'nin corona virüs tablosunda vaka sayıları azalıp iyileşen sayısı artsa da yoğun bakım doluluk oranı, ventilatör oranı ve hastane doluluk oranındaki artış devam ediyor. Sağlık Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan ise bunun birikimli bir şekilde ilerleyeceğini söyleyerek sözlerine şu şekilde devam etti: 'İlk başta azalması gereken vaka sayısı. Bu rakamı düşürebilirsek ağır hasta sayısında da düşüş sağlayabiliriz. Ardından vefat sayılarındaki düşüş takip eder. Vefat sayısındaki düşüş en geç azalan kısım olarak göze çarpıyor. Benzer bir süreci nisan ve mayıs aylarında da yaşamıştık. Şu an ağır hastaların bir çoğu çok ağır hastalar.' Tam kapanmanın gerekli olup olmadığını belirlemek için bir süre daha gözlemlemek gerektiğini söyleyen İlhan, “Şu an için tam kapanmayı konuşmak uygun olmayabilir. Zaten yılbaşında da 3 buçuk günlük bir kapanma var. Şu anki kısıtlamalarla iyi bir azalma olduğu için gerek olmayabileceğini düşünüyorum' açıklamasında bulundu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi