Salgın, sel, deprem, Afgan akını altında kaldık... Ortalık toz duman içinde (1)

ÜLKE olarak gerçekten zor günlerden geçiyoruz.Her seferinde Allah beterinden saklasın derken beteri ile karşılaşmak hepimizin düzenini sinirlerini alt üst etti. Komşudan göçmeni zorda olsa kabullenirken Asya kıtasının bir ucundan Afganistan 'dan hem de mobil olarak sınıra dayanan göçmenler hepimizi tedirgin etti. Ellerini kolarını sallayarak geziyor bayrak açıyor kızlarımıza çocuklarımıza sarkıntılık ediyor rezaletler çığ gibi büyüyor. Birde olur olmaz her yerden ortaya atılan densiz Atatürk düşmanları varya onların yatacak yerleri yok vallahi. 83 yıl önce yaşamını yitiren ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten hala korkuyorlar. Fikirlerinden ürküyorlar adını anmaya çekiniyorlar her nedense. Bu son olayda tuz biber ekti. Başımıza bir de Atatürk’ü sansürleyen tercüman çıktı iyi mi !
Başımızın bir diğer belası Corona virüs her zamanki gibi bizim ihmallermizle yeniden salgına dönüşürken bir yandan da akıl almaz iddialarla ortay çıkan aşı karşıtlarıyla boğuşuyoruz. Türkiye genelinde yoğun bakımlarda doluluk oranı yüzde 70'e çıktı. Yani aslında özel durumölar için ayrılan yataklar dışında yoğun bakımlar Corona hastlarıyla yeniden doldu. Zaten ölüğm sayılaları da ortalama olaja 176'yı bulurken dün 200'ün üzerinde insan yçani bir uçak dolsu yurttaşımız bu illetten canını verdi. Bakın ölüm yaşı düştü. 45-50 lere indi. Siz dalga geçmeye devam ederken en yakınınızı toprağa verme olasılığı yüzde 70. Yazın bunu bir kenara...
 

Deprem ve İstanbul
Geçen hafta 19 Ağustos Gölcük Depremi’nin yıldönümü idi. Tam 22 yıl olmuş. Türkiye sanayii kalbinden vurulmuştu o gün. Resmi sayılara göre 28 bin, gayrı resmi sayılara göre 40 binin üzerinde yurttaşımızı kaybetmiştik. Acısı hala hafızamızda. Bu acı ile “7,4 yetmedi mi?” diye pankart açıp, milletle dalga geçenler de tabii. Bunlara sövdüğüm için “Türbanlı bacılarımıza söven adam” oldum. Oysa sövgüm kıyafete değil, zihniyete idi. Açık kapalı fark etmez. O deprem bir anlamda AK Parti’nin de önünü açmış, bu büyük sarsıntının maliyeti ile karşı karşıya kalan Türkiye’de 2 yıl sonra iktidar değişmişti.
 

Bul günah keçisi kurtul
O gün Türkiye’nin en gelişmiş kentlerini boydan boya vuran bu depremin yaralarını sarmakta yeterince başarılı olmadığı için Ecevit Hükümeti’ne türlü hakaret edenler bugün o depremle karşılaştırılması bile mümkün olmayan bir sel baskını ile mücadele etmeye çalışıyorlar. Ve tabii tipik bir Türk geleneği olarak bir “günah keçisi” buluyoruz, aynen 22 yıl önce olduğu gibi.
Gölcük Depremi’nde bütün bu çarpık yapılaşmaya neden olanlar, bunlara göz yumanlar, imar afları ile bu yıkımın zeminini hazırlayanlara kimse dokunmamış, depremin bütün suçu Veli Göçer adındaki bir müteahhide yüklenmişti. Depremde cezalandırılan tek o oldu. Son sel felaketinden sonra da yine bir suçlu bulundu. Dere yatağına yapılan ve selde yerle yeksan olan apartmanın müteahhidi. Adamı tutuklamışlar.E ne bekliyordunuz ki! Adalet mi! O binaların yapıldığı alanları imara açanları mı tutuklayacaklardı?
O binaların yapılmasına izin veren imar planlarını yapanları mı tutuklayacaklardı? O binaların inşaatını denetlemeyenleri ve denetletmeyenleri mi tutuklayacaklardı? Tüm bunlara göz yuma yuma ilçedeki parti oyunu yüzde 65’lere çıkaranları mı tutuklayacaklardı? Belediye başkanlarını mı tutuklayacaklardı? İmar affı çıkararak son kalan hukuksuzlukları da kılıfına uyduranları mı tutuklayacaklardı? Tabii ki hayır.
Bir felakette siyasi sorumludan hesap sormak, tüm siyasi sorumlulardan hesap sormanın yolunu açar. Bunu bildikleri için yine bir müteahhidin üzerine çullanacaklar hep birlikte. Şimdi daha da çok imar vereceklerdir muhtemelen. Ne de olsa seçim var iki sene sonra. Bu kez yüzde 70 almazlarsa şaşarım.
Madem öyle görevden alın, dava edin
“Belediye Başkanlığımdan beri dere yataklarına yerleşilmesine ve yüksek katlı mimariye hep karşı çıktım.” Bu mealdeki söylemin sahibi Cumhurbaşkanı Erdoğan. Ve bence bu çok yanlış bir söylem. Çünkü sonuç olarak Türkiye’yi 20 yıldır o yönetiyor. İstanbul’u ise çeyrek asır o ve onun temsilcileri yönetti. Tüm bu süreçte Türkiye’nin her yerinde bina boyları yükseldi.
Şimdi kalkıp “Ben belediye başkanlığımdan beri buna karşı çıktım” dediği zaman, tüm bu süreç boyunca birilerinin kendisini dinlemediği, izlemediği, kulak asmadığı ortaya çıkar. Bu mümkün müdür! Olabilir. Ama o zaman herkesin şöyle bir beklentisi oluşur. Başkan'ı dinlemeyerek bu felaketlere yol açan sorumluların hesap vermesi gerekir. Hem hukuken hem siyaseten. Erdoğan, kendisini 20 yıl boyunca dinlemeyerek kentleri dikine yükseltenlerden ve doğaya karşı hareket edenlerden hesap sormalıdır. Büyük bölümü AK Partili olan bu laf dinlemez başkanların yerine hemen kayyumlar atanmalı, bürokratlar hemen görevden alınmalı ve hepsi birlikte yargı önüne çıkarılmalıdır. Bu söz dinlemememin sonucunda meydana gelen bu büyük felaketlerin bir bedeli olmalıdır.
 

İstanbul’da her 3 binadan 1’i depreme dayanıksız
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu büyük deprem bekleyen İstanbul’daki binaların son durumunu açıkladı. İmamoğlu, İstanbul’da şu an 22 ilçede tamamlanan bina analiz çalışmasına göre depremde ağır hasar görecek bina sayısının 83 bin olarak hesaplandığını yani her 3 binadan 1'inin depreme dayanıksız olduğunu söyledi. İmamoğlu “Canımızı sıkan, içimizi yakan, kayıplarıyla bizi derinden etkileyen bir depremdi. Dönemin kaosu, çaresizliği dün gibi aklımda ve hiç çıkmıyor. Depremin bu anlamda İstanbul’un en önemli gerçeği olduğunu hepimiz söylüyoruz. Aklımıza geldiğinde eminim ki hepimizin tüyleri diken diken oluyor” dedi. 1999 yılında İstanbul'un nüfusunun 10 milyon civarında olduğunu belirten İmamoğlu, bugün nüfusun göç ve mültecilerle birlikte 20 milyona yaklaştığını vurguladı. İmamoğlu, beklenen büyük depremin günün, saatinin belli olmadığını her an olabileceğini hatırlatarak “Böyle bir ortamda Allah bize yardım etti, 22 yıl şans verdi bize. Ve dua ediyoruz ki bu şans uzun yıllar daha devam etsin. Ama bilim öyle söylemiyor. Bilim her an kapımızda olduğunu da bize hatırlatıyor. İstanbul’un tehlike ve risk haritaları bizi mutlu edecek seviyede değil hatta mutsuz ve tedirgin etmeli” dedi.
 

Fatura çok ağır
Son 1.5 yılda binaları tek tek inceleyerek yaptıkları analiz çalışmasında bu rakamın arttığını gördüklerini belirten İmamoğlu “22 ilçede çalışma tamamlandı. Sadece 22 ilçede yapılan incelemeye göre İstanbul’da her 3 binadan 1'i depreme dayanıksız. Çok ağır ve ağır hasar alacağı öngörülen bina sayısı 83 bine çıktı. Ne yazık ki kötü fotoğrafla karşı karşıyayız. Orta hasarlı bina sayısı da 130 bin bina civarında. Çok ağır bir fatura… Bu sayılar, 100 binlerce konut anlamına geliyor. Acil bir biçimde deprem meselesinin İstanbul’un ve Türkiye’nin birinci meselesi haline gelmesini istiyoruz” dedi.
 

Atatürk’ü sansürleyen tercüman
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed’in ortak basın toplantısında simultane tercümeyi yapan tercüman, Ahmed’in Mustafa Kemal Atatürk’ü öven sözlerini sansürleyince büyük tepki çekti. Etiyopya Başbakanının konuşmasını çeviren tercümanın İngilizcesi yetmemiş galiba, biz yardımcı olalım; Büyük reformist ve karizmatik lider Mustafa Kemal Atatürk. Bunun bir tercüme hatası, basit bir ihmal, simultane tercümenin zorluğundan kaynaklanan bir yanlış olmadığı açık. Atatürk adının anılmaması, mesleki yetersizlikle de açıklanamaz. Bu tutum ideolojiktir, siyasal iklimle ilgilidir. Bu tercümana has da değildir. Sistemlidir, örgütlüdür, bilinçlidir, kurumsaldır, kapsamlıdır. Belleğimizi tazeleyelim. Daha birkaç ay önce, Mersin Çamlıyayla İlçe Milli Eğitim Müdürü, Atatürk’ün Nutuk eserinin okullarda öğrencilere dağıtılmasını engellemedi mi? Son 20 yıldır Atatürk’e karşı örgütlü bir saldırı yok mu? Atatürk’ün ismi caddelerden, meydanlardan, havalimanlarından, stadyumlardan silinmedi mi? Bayramlarda Atatürk anıtlarına çelenk konulması engellenmedi mi? Okul kitaplarında Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşı’nı, Cumhuriyet devrimini anlatan bölümler azaltılmadı mı? Atatürk’e sövenlerin siyasette, bürokraside, medyada, akademide önü açılmadı mı? Devlet madalyalarından Atatürk kabartması çıkarılmadı mı? Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Yaşar Büyükanıt döneminde, brövesinden Atatürk’ü çıkarmaya kalkmadı mı? Milletten gelen tepkiler üzerine geri adım atmadı mı? O dönemde Genelkurmay Başkanı, kasaptaki ete soğan doğramayan Hilmi Özkök değil miydi?
 

Atatürk karşıtlığının boyutları
Dahası var. Atatürk karşıtlığı sadece iktidarda yok, muhalefette de var. Bizzat Atatürk’ün partisindeki bazı siyasetçilerde yok mu? Bilmiyor muyuz? Solda geçinen ve soldan geçinen, ABD ve AB fonlaması politikacılarda, gazetecilerde, yazarlarda, öğretim üyelerinde yok mu? Görmüyor muyuz? Ulusal bayramları, Atatürk adını anmadan geçiştiren sözde sosyalist, özde Batıcı, liberal, etnikçi, mezhepçi gazeteler, dergiler yok mu sanki? Din tacirlerinde, inanç hortumcularındaki Atatürk karşıtlığı, kendini milliyetçi, muhafazakâr, mukaddesatçı, maneviyatçı olarak tanımlayan, özünde ABD ve NATO’nun uydusu, büyük sermayenin uzantısı olan siyaset esnafında yok mu? Var. Hepsinde var. Bu nedenle, Atatürk’ün adını anmayan tercüman yalnız değil.
Şu soruların yanıtını düşünelim bir an için: Tercüman acaba siyasi iktidardan çekindiği için mi Atatürk adını sansürledi? Siyasal iklimden etkilendiği için mi sansürledi? İktidarın gözüne girmek, hatta şansı varsa bir mevki, makam, koltuk kapmak için mi sansürledi? Bu şıklardan hangisi? Belki biri, belki hepsi. Önemi yok. Önemli olan, Atatürk’ün ve Cumhuriyet devriminin büyüklüğünün, haklılığının, meşruiyetinin ve gücünün her gün bir kez daha kanıtlanması. Üstelik sadece ülkemizde yaşadıklarımızın değil, başta mazlum milletler olmak üzere, tüm ezilen dünyada, İslam âleminde, Ortadoğu’da yaşananların da Atatürk’ü hep haklı çıkarması. Son olarak Afganistan bunun somut örneği değil mi? Atatürk hiç yanılmadı. Halkını hiç aldatmadı. Kimse tarafından kandırılmadı. Atatürk’ün adını anmayanlar, yok sayanlar, küçümseyenler ise emperyalizmin uydusu, uzantısı, maşası olarak tarihe geçti.
 

Bir işgal metodu olarak göç
Biz “Bu göçmen dalgası normal değil” diyerek itiraz ettikçe, ABD Ordusu’nun “Göç’ün bir silah olarak kullanılması” başlıklı tezini gösterip Türkiye’ye yönelik göç dalgasının arkasındaki niyeti sergiledikçe “Taliban kafalılar” ve “Sol kafasızlar” ortak bir biçimde bizi “faşist” diye nitelemeye devam ediyorlar. Oysa kendi düşüncesi dışındaki düşünceleri faşist diye yaftalayanlardır asıl faşistler.Oysa bizim tek düşündüğümüz ülkemizin ve evlatlarımızın geleceği. Göç yolu ile Türkiye’nin dokusunun bozulmak istendiğini, yıllardır Kürt-Türk çatışmasına bu milletin sağduyusunun izin vermediğini, cemaatler ve tarikatlar eli ile bile bu ülkenin karıştırılamadığını görenlerin son silahı bu göç. Türkiye’yi ancak bu yolla destabilize edeceklerini görüyorlar ve bu göçü üzerimize yönlendiriyorlar.Bunu destekleyenler ise bu güçlerin iç uzantıları.Fondaşlar, ulus millet karşıtları, köle tüccarları ve ahmaklar.Bize faşist diyenlere bir tek söz söyleyeyim.
Ey ahmak sürüsü. Leningrad’a saldıran Hitler ordusu mu faşistti yoksa Leningrad’ı canı pahasına savunan Ruslar mı! Biz bir saldırıya karşı ülkemizi savunuyoruz. Bugün fikren.Yarın nasıl gerekirse öyle.Siz ise tüm aptallığınızla bu ülkeyi uçuruma sürüklüyorsunuz. Tabi eğer satılmışlığınızla değilse! NOT: Gençler için bilgi vereyim. St. Petersburg kenti Sovyetler Birliği döneminde Leningrad olarak anılıyordu.
 

Afganistan’dan çıkarılacak dersler neler?
Afganistan’da Taliban, başkent Kâbil’e girdi, hem de elini kolunu sallaya sallaya. İnsanların çaresizliği, Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı’ndaki kargaşa, uçağa binmek isteyenlerin yarattığı izdiham, uçaktan düşüp ölenler, Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin çaldığı paraları bavullarla yanına alıp ülkesini onursuzca terk etmesi uzun yıllar belleklerde kalacak elbette. Fakat Afganistan’dan alınacak dersler bunlarla sınırlı değil. Çıkarılacak daha fazla ders var. Sıralayalım...
Birincisi, Afganistan’ın gelişim çizgisiyle ilgili. Önceki gün dostum, meslektaşım Sinan Meydan’ın Sözcü gazetesinde de dikkat çektiği gibi, Cumhuriyet Devrimi’ni örnek alan, Türkiye Cumhuriyeti’nin atılımlarını model olarak benimseyen, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yolladığı her alandan uzman kadroların da katkısıyla önemli çağdaşlaşma hamleleri yapan Afganistan’ın geldiği durum ibret verici. Aşırı akımların yükselişi, uyuşturucu üretimi, Soğuk Savaş’ın son 10 yılında Sovyetler Birliği’nin, 2001’den günümüze dek ABD’nin bu ülkedeki işgali, Taliban’ın 1996 - 2001 arasındaki yönetimi, hem Afgan halkı hem de tüm mazlum milletler için derslerle dolu.
İkincisi, ABD; 20 yıllık işgalinde 1 trilyon dolar para harcadı (ABD Başkanı Biden, 1 trilyon dolar harcadıklarını söyledi. Pek çok ABD’li uzman, 2 trilyon dolar harcandığını belirtiyor). ABD’nin asker kaybı, 2 bin 500 kadar. İşgal boyunca 250 bin insan öldü, bunların 71 bini sivil. ABD için hezimet söz konusu. Fakat şu da unutulmasın; emperyalist bir güç, girdiği bir ülkeden kolayca çekilmez. Çekilmek zorunda kalırsa da ya yakarak, yıkarak çekilir veya tekrar müdahale etmesine zemin yaratacak, gerekçe oluşturacak sorunlar bırakarak çekilir. Üçüncüsü, ABD; işgal boyunca Afganistan’daki eyalet düzeniyle, aşiret liderleriyle, din tacirleriyle,uyuşturucu baronlarıyla, silah tüccarlarıyla yakın ilişkiler kurdu. Merkezi devletin, ulusal bilincin, yurttaş kimliğinin gelişmesini istemedi. Tersine, gelişmesin diye elinden geleni yaptı. Çünkü yurttaşlık bilinci, ulusal bilinç, ulus devlet güçlenirse, ABD etkisi azalır. ABD karşıtlığı güçlenir.
 

ABD'nin küstahlığının boyutları
Dördüncüsü, ABD; Afganistan’da öylesine küstahlaştı ki, Eşref Gani öncesinde, bir ara, Afgan kökenli ABD’li diplomat, ABD’nin eski Birleşmiş Milletler Büyükelçisi, Afganistan özel temsilcisi Zalmay Halilzad’ı, Afganistan’a cumhurbaşkanı yapmayı bile düşündü. Beşincisi, Afganistan’da olanlar yurttaşlığın, uluslaşmanın, laikliğin, aydınlanmanın, kadın - erkek eşitliğinin ne kadar önemli olduğunu, ne denli güç kazanıldığını bir kez daha gösterdi. Emperyalizmden insan hakları, demokrasi, özgürlük bekleyenler, her zaman olduğu gibi yanıldılar. Cumhuriyet için “reklam arası, travma yarattı, enkaz bıraktı, zulüm dönemi, parantez” diyenler, Atatürk’ü yok sayanlar, küçümseyenler, liberal solcular, ikinci cumhuriyetçiler, yetmez ama evetçiler, fonlama gazeteciler, kimlik siyaseti güdenler, etnikçilik yapmayı devrimcilik, mezhepçilik yapmayı solculuk, hemşericilik yapmayı sosyalizm sananlar, yine cehaletlerini sergilediler. Sözün özü, Afganistan deneyimi, hem Atatürk Devrimi’nin önemini hem de emperyalizmle mücadelenin ne denli zor olduğunu, bu mücadelenin bütüncül, kararlı, devrimci, aydınlanmacı olması gerektiğini bir kez daha gösterdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi