Sayıları bırakın salgını önleyin

AYLARDIR yapılan mücadeleler verilen emekler, kan ter içinde kalan sağlık çalışanları, canlarını insanlık uğruna gözlerini kırpmadan veren hekimler, hemşireler, sağlık çalışanları bir yanda öte yanda ne var ki hala "COVİD-19" u sağlık çalışanları için meslek hastalığı ilan etmeyen, "Ne oluyoruz ?" gibi çok insani ve temel bir soruyu soranları neredeyse "İhanet-i Vataniye" ile suçlayan Sağlık Bakanı ve bazı çevreler. Evet, Corona virüs salgınında devletin rakamları perdelemesinin ortaya çıkmasının ardından tam da bu noktaya geldik. Maalesef canımızla uğraşırken salgının her yerde artışını neredeyse her aileye bulaşmaya başladığını korkuyla izlerken. meğer işin içinde başka işler de varmış ortaya saçıldı.
Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, belirti göstermeyen ama testi pozitif çıkan vakaların günlük açıklanan tabloda yer almadığını açıkladı. TTB başta olmak üzere uzmanların neredeyse tümü 6 aydır bunu söylüyordu. Sonuçta Süreci şeffaf yürütmediniz. Gerçekleri gizlediniz. Salgının yayılmasına engel olmadınız.

 

Ulusal çıkarları korumak!
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, vaka sayıları üzerinden kendisine yöneltilen eleştirilere sosyal medyadan yanıt verdi. Koca, “Salgınla mücadele sürecinde devletimiz, halkının sağlığı kadar ulusal çıkarlarını da korumaktadır” dedi. Bakan Koca twitter mesajında şu ifadeleri kullandı: “Bilelim ki, salgınla mücadele sürecinde, devletimiz, halkının sağlığı kadar, ulusal çıkarlarını da korumaktadır. Çünkü salgın hayatın bütün alanlarını etkilemektedir. Mesuliyeti olmayan bazı kişilerin tenkitleri, fotoğrafın bir noktasına mercekle bakıp, leke aramaktan farksızdır.”

 

Her vaka hasta değildir


Koca bir diğer mesajında ise, “Her vaka hasta değildir. Belirtisiz, salgın açısından önemi bulaştırıcılık olan, izole edilip ortalama 1 hafta sonra testi negatif çıkan ‘asemptomatik pozitifleri’ salgındaki öncelikli sorun olarak göremeyiz. Önemli olan, artan hasta sayımız ve sağlık sisteminin gücünü korumasıdır” dedi.
 

İnsanı koru ki devlet yaşasın
Sayın Bakanın açıklamasında ki, “Salgınla mücadele sürecinde devletimiz, halkının sağlığı kadar ulusal çıkarlarını da korumaktadır” sözleri sağlığını korumak için bireyleri bir anlamda ikinci plana itmektedir. Kendisi "Hipokrat" yemini etmiş bir hekimdir. İlgilidir. Bilgilidir. Etkili ve yetkilidir. Ona söz söylemek ne haddimize. Ben sadece devlet- ulusal çıkar ve insan konusunda küçük bir saptamada bulunmak istiyorum. Devlet ve millet kavramları en çok tartışılan konulardan birisidir.
Devlet dediğimiz şey, milletin bir araya gelerek meydana getirdiği birlikteliktir. Devletin varlığı, milletin yaşaması ve güçlü olmasına bağlıdır. Şeyh Edebali’ nin Osmangazi’ye söylediği gibi “Ey oğul! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Devlet millete hizmet etmekle mükelleftir. Devlet millet için vardır. Millet güçlü olursa devlet güçlü olur. Nasıl ki bir canlının yaşayabilmesi için kana ihtiyacı vardır, aynen öyle de, devletin de yaşayabilmesi için millete ihtiyacı vardır. Canlılar bağışıklık sistemi güçlü olursa sağlıklı yasayabilir. Devletin de dimdik ayakta durabilmesi ve güçlü olabilmesi, milletin güçlü, sağlıklı olmasına bağlıdır.


Millet, devletin bekası, toplumsal barış ve huzuru, haklı veya haksız diğer sair sebeplerden ötürü, zaman zaman, devletin sert otoriter ve bazen de acımasız yüzüyle karşı karşıya kalabilir. Ancak her ne sebeple olursa olsun millet, her daim devletin şefkatli ve merhametli yüzünü görmek ister. Bu nedenle devleti yönetenler, devleti temsil edenler, devlet adına çalışanlar vs... hepsi millete hizmet etmekle mükellef olduklarını unutmamalı. Millete, devletin otoriter ve sert yüzünden ziyade, şefkatli, merhametli ve güler yüzünü göstermeliler.
Son sözüm bu konuda; "Kim kutsal devlet diyorsa, kutsal değerlere küfür ediyordur. Devletin kutsalı olmaz. Kutsal olan insandır, millettir, duygudur. Üç-beş kişinin bir araya gelip kurduğu yönetim organizasyonunun adı olan devletin nesi kutsal.”

 

Kurul üyelerinin haberi yok
TTB'den tepki. Tabipler Birliği yaptığı açıklamada "Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın verileri gerçek ve şeffaflıkla açıklamasını,Bilim Kurulu üzerinde baskı varsa,kurul üyeleri tarafından açıklanmasını istiyoruz.Toplumun bir özür beklediğini vurguluyoruz.Bunlar yapılmayacaksa Sağlık Bakanı'nı istifaya davet ediyoruz.Tıp biliminde Vaka ile Hasta aynı şeyi ifade eder. Sağlığımız ve aklımızla oynamayın! Madem “Vaka” ve “Hasta” farklı şeyler, bir gecede ne değişti de “Vaka”ların tamamı hastalandı?" dedi.
Sağlık Bakanı Koca’nın semptom göstermeyen corona vakalarının tabloda yer almadığına ilişkin sözleri hakkında Türk Tabipleri Birliği (TTB) “Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, belirti göstermeyen ama testi pozitif çıkan vakaların günlük açıklanan tabloda yer almadığını açıkladı. 6 aydır bunu söylüyorduk. Süreci şeffaf yürütmediniz. Gerçekleri gizlediniz. Salgının yayılmasına engel olmadınız” açıklamasını yaptı.
Vaka sayısı + hasta sayısı tanımı ilk kez duyuluyor. Asemptomatik olduğunuz zaman hiçbir belirti göstermiyorsunuz ve toplumdaki vakaların neredeyse yüzde 80'i bu vakalardan oluşuyor. Bu nedenle böyle bir ayrımın yapılması doğru değil işin açıkçası. Sağlık bakanının hasta vaka açıklamasından ben şunu anladım: "Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir."
Sağlık Bakanlığının oluşturduğu Bilim Kurulu Sağlık Bakanının söylediği “vaka/hasta ayrımından” haberimiz yok diyorlarsa Bilim Kurulunun “tavsiye etme” vazifesi de sona ermiş demektir.

 

Sözün özü1: "Bilim Kurulu üyesi Prof. Serap Şimşek Yavuz: "Ayrımın sebebini inanın ben de anlayamadım. Bu konu Bilim Kurulu’nda da konuşulmuş değil."
Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mustafa Öztürk, "Ben vaka sayısı ve hasta sayısı ifadesinin eş anlamlı olarak kullanıldığını sanıyordum. Meğer başka bir anlamla kullanılıyormuş. Benim de bilgim yoktu."

 

Zurnanın zırt dediği yere geldik
Birçok uzman test sayılarının neyi temsil ettiğinin açıklanmasını talep etti. Tespit edilen enfeksiyon sayıları aynı kalırken, üstelik bakan yeni enfeksiyonların çoğunun gençlerde oluştuğunu söylerken, yoğun bakıma yatışlar niye artıyordu? Derken Bakanlık yoğun bakımlara yatış sayısını vermekten vazgeçti, yerine nasıl hesapladığını açıklamadığı bir ağır hasta ve zatürre göstergesi koydu. Temmuz sonuna gelirken sağlık çalışanlarından gelen uyarıların dozu, aynı yerlerde dalgalanan vaka sayılarıyla açıklanamaz şekilde arttı. Derken peşpeşe yerel yöneticiler, yerel Tabip Odaları, kendi illerindeki vaka ve ölüm sayılarının Türkiye ortalamasına eşit olduğunu veya dahil oldukları bölge rakamlarınını birkaç katı olduğunu açıkladılar. Bakan bu iddialara cevap vermemeyi tercih ederek güven kaybının hızlanmasına yol açtı.
En son geçtiğimiz hafta da günlük yeni enfeksiyon sayılarını bildirmek yerine, sessiz sedasız bir değişiklik yapıldı. Yine kimi nasıl kapsadığını bilemediğimiz yeni “hasta sayılarını” ilan etmeye karar verdiler. Bir nokta unutuluyor, yeşil slaytlarla ilan edilen rakamlar aslında halka anlaşılır bilgi sağlayarak, salgının seyrini, tehdidin büyüklüğünü anlamaları ve davranışlarını korunma yönünde değiştirmeleri amacını güdüyor, ya da öyle olması lazım. Ama bizim yeşil slaytlarda verilen rakamlar uzmanların bile içinden çıkamayacağı bir karmaşa içinde. Bu süreç, sağlık sorunlarının, sistemlerinin izlenmesi konusunda bir ders, konferans hazırlayacaksanız, dinleyici/öğrencilere neyin yapılmaması, izlemi imkansız hale getirecek hatalar konusunda zengin materyal içeriyor. Eminim ileride olumsuz bir örnek olarak ders materyali olacaktır. Onlayn gerçek zamanlı veri toplama alt yapısı olan bir sağlık enformasyon sisteminin, hiç kimsenin anlamayacağı ve bir işe yaramayacak sonuçlar üretmesinin az bulunur mükemmellikte bir örneği. Sonuç, bir pandeminin ortasında pusulasız durumdayız.

 

Salgın, sağlık sistemini eziyor
Sayılardan bir şey anlamak ve bir sonuca varmak, işin uzmanları için bile olanaklı değil. Ama en başta anlattığım, her gün çok sayıda dinlediğim tanıklıklar salgının hangi aşamasında olduğumuzu gösteriyor. Sağlık sisteminin, salgının altında ezildiği nokta.
Salgın, sağlık sistemini eziyor. Bu tehlikeli uykudan uyanmazsak durum daha da vahimleşecek. (Grafik: BBC Türkçe)
Bazılarınız Mart ayından hatırlar, bir çok yayın organında kullanıldı, bir salgın eğrisi/dalga, onu kesen bir yatay hat. Bu yatay hat, sağlık sisteminin kapasitesini gösteriyordu, eğri de vaka sayılarını. işte biz o yatay çizginin üzerindeyiz. Üstelik uzunca bir süredir. Üstelik daha havalar soğumamış, kapalı mekanlara çekilmemiş, korkulan grip mevsimi başlamamışken.
Grafiğin soğukluğundan çıkıp insan hayatları için anlamına bakalım. O yatay çizginin üstüne çıkmak demek, uygun şartlarda kurtarılabilecek Covid hastalarının kaybedilmesi demek. Üstelik, kalp krizi, apandisit krizi, inme, başka tür bir enfeksiyon geçirenlerin bakım olanakları azaldığı/yok olduğu için kaybedilmesi, şeker, yüksek tansiyon, kanser hastalarının düzenli kontrollerine gidememesi, komplikasyon çıktığında gecikerek ve idealin çok altında bakım alması, muhtemelen ölmesi demek. Yani hem Covid’e bağlı, hem de başka nedenlere bağlı önlenebilir ölümlerin önlenememesi demek. Bu artmış sayıların toplumda yarattığı hızlı Covid bulaşması da cabası.

 

Salgının ciddiyetini kavramıyoruz
Hani Perşembenin gelişi Çarşamba’dan bellidir denir ya. İşin bu noktaya geleceği -önlem alınmazsa- virüsün davranışı konusunda bildiklerimizden belliydi.  Buna rağmen uyarılarda bulunan herkes, hep bir umudu korumak istedi, “bir şeyler yapılacağı”, etkin önlemler alınacağı umudu. Çünkü hepimiz bu gemideydik, yöneticiler de, yönetilenler de, muhalifler de iktidar da. Geldiğimiz noktada genel tablo şöyle: Salgın yönetimi, her gün artık anlamını yitirmiş aynı mesajları vazife olarak tekrarlıyor, hiç bir anlamı olmayan sayılar ilan ediyor, Haziran ayının başında yapılsaydı bir miktar işe yarayabilecek mesai kademelendirmesi (yaygınlığı çok sınırlı), düğün derneklerin kontrol altına alınması (düğün mevsimi bitiyor, üstelik zaman değil, katılımcı sayısı kısıtlaması yapılması gerek) gibi, bulaşma hızının geldiği noktanın aciliyetinden çok uzak ufak tefek tedbirler ilan ediyor.

 

Çözüm önerileri nerede?
Ülke çapında, ilçe ilçe, il il örgütlenmiş, içlerinde akademisyenler, uzmanlar barındıran ya da bunlara kolayca ulaşabilecek olan, belediye başkanları milletvekilleri olan muhalefet partileri ise sahnede yoklar. Sahi, neredeler? Altı ayı aşkın süredir, dünyanın ve ülkenin en önemli gündem maddelerinden biri olan salgının gidişatı, en önemlisi yönetimi, daha doğrusu yönetilememesi konusunda ne düşünüyorlar? Ne gibi çözüm önerileri var? Salgın yönetiminin bir stratejisi yok demiştik. Muhalefetin var mı?
Arayıp tarıyorum sosyal medyayı, haber kaynaklarını, münferit çıkışlar dışında ne ciddi bir takip ne de bir çözüm önerisi görebiliyorum. Oysa ülke çapında örgütlü parlamento içi/ dışı muhalefet partileri, Bakanlığın ilan ettiği sayıların gerçeklerle örtüşmediğini çok daha erken bir dönemde farkedebilirlerdi. Dahası, bunu ilan edebilir, yönetimin yapmadığı, multidisipliner uzman gruplarını kurabilir, bunlar aracılığıyla akılcı çözüm önerileri geliştirebilirlerdi. Ve kuşkusuz, TTB’den ya da Göğüs hastalıkları uzmanlarını barındıran mesleki/ bilimsel bir kuruluş olan Toraks Derneği’nden daha çok ses getirebilecek bir şekilde kamuoyuyla paylaşıp, salgın yönetimini etkinliğini arttırmaya zorlayabilirlerdi. Bugüne kadar bu olmadı.

 

Hekim örgütleri uyarıyor
Salgınla hem mücadele hem de kamuoyunu bilgilendirme, iktidarı uyarma görevi tek başına hekim örgütlerine kaldı. Hekim örgütleri, durumu sonuçlarıyla birlikte yaşadıkları, birçok meslektaşlarını, arkadaşlarını kaybettikleri için ve en çok da meslek etikleri gereği hayatı korumayı görevlerinin bir parçası olarak gördüklerinden, toplumu ve iktidarı uyarmaya çalıştılar, karşılığında tehditlerle karşılaştılar. Vatandaş, yokuş aşağı giden ekonomik durum, artan işsizlik ve salgın arasında bunalmış, kendini kadere teslim etmiş durumda. Bir kısmı aslında salgın yok, aslında hastalık ağır değil, diye kendini avutmaya çalışıyor. Olanakları biraz daha geniş, yani her gün ekmek peşinde sokaklarda koşması gerekmeyen, evden çalışabilen, patronunu/amirini evden çalışmaya ikna edebilen, sonu görünmeyen bu bunaltıda mümkün olduğunca kendi başının çaresine bakıyor. Fırtınalı denizde, ana direği kırık, pusulasız, bir gemide, tüm tayfası, Siren’lerin felç edici şarkısının etkisinde kabus dolu bir uykuya dalmış, sürükleniyoruz.

 

Uyanmazsak…
Bu uykudan uyanmazsak, böyle sürüklenmeye devam edersek, virüs kendi başına bizi terketmeyecek. Virüsü biliyoruz, kendi haline bırakılırsa, bir noktadan sonra bulaşma, giderek hızlanarak bile değil, giderek ivmesi hızlanarak artıyor. Kendi kendisine durması mümkün değil. Nüfusun en az yarısına bulaşıp yüzbinleri öldürmeden hız kesmeyecek. Bana inanmıyorsanız Brezilya’ya, ABD’ye bakın. Sayılar yükseliyor da yükseliyor, ölümler devam ediyor, yerel tedbirlerle biraz hız kesiyor derken yine yükseliyor. Kendi kendisine durması mümkün değil.
Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar kötüdür..”
Platon

koronavirus

Korona virüste son durum
Günlük tartışmalrın arasında ülke genelinde kasıp kavuran Corona virüs belasını son durumuna da bir göz atmak gerekirse
Türkiye'de Covid hastlarının yaş gruplarına göre dağılımı:
-20,539'unu 15 yaş ve altı (yüzde 6,5)
-44,117'sini 15-24 yaş aralığı (yüzde 14)
-155,891'ini 25-49 yaş aralığı (yüzde 49,4)
-59,312'sini 50-64 yaş aralığı (yüzde 18,8)
-27,739'unu 65-79 yaş aralığı (yüzde 8,8)
-7,837'sini ise 80 yaş ve üzeri kişiler oluşturuyor (yüzde 2,5)

 

koronavirus

İstanbul'da Koronavirüs
Toplam Hasta: 127.388
Toplam Ölüm: 2.874
Son 1 hafta içerisindeki hasta: 2.135
İlk hastanın tespit dildiği ilçe: Fatih
İlk ölümün gerçekleştiği ilçe: Beyoğlu
Türkiye'de İlk koronavirüs hastasının tespit edildiği İl: İstanbul

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi