Erol Sırrı Yolcu

Erol Sırrı Yolcu

Şehirden çıktım köye!

Horoz, inek, koyun, kuş sesleriyle uyanarak güne başlamak köyde yaşayanlara mahsustur.

Güneş tepenizde ya da şakır şakır yağan yağmur altında ayağınızda çizmelerle kimsenin emri altında olmadan, geç kalma endişesi olmadan hayatını devam ettirmek.

Geçimini sürdürebilecek kadar kazanıp bol oksijen ortamında sağlıklı kalmak.

Kim ne almış, ne giymiş, ne yemiş hiç umurunda olmadan yaşamak.

Nerede mi var, böyle bir yaşam şekli.

Elbette köyümüzde …

1960 ‘lı yıllarda önce yurt dışıyla başlayıp, sonra yurt içinde büyük şehirlere para kazanma, daha iyi koşullarda yaşama istediğiyle başlayan göçler, doğduğumuz yerleri terk etmemize, doyduğumuz kentler de mücadeleyi başlattı.

İlk zamanlar da şehre uyum sağlamak zor oldu.

Apartman dairesinde, koyun, inek besleyeni de gördük.

Çatısında tavuk, kaz yetiştireni de,

Balkonunu, terasını sebze tarlasına çevireni de…

Yıl 1990 idi. Köyünden, Rize merkeze apartmana taşınan aile ayrılamadıkları buzağıyı dairelerinde büyütmüş, şikâyet üzerine 500 kilo ağırlığına gelen ineği Belediye vinci marifetiyle 5. Kattan tahliye etmişlerdi.

Artık uyum sorunu kalmadığı gibi, bu tür vakaları duymuyoruz.

Uzun yaşamanın sırrının, huzurun köyler de olduğunu da biliyoruz.

Yıllarca, milyonlarca insanı ağırlamış, türlü soruna çözüm bulmuş, sağlığından, yaşamından ödün vermiş AVM müdürü arkadaşım, emekli olunca Ordu’da köyüne döndü.

“Keşke daha önce gelebilseydim. Yaşam, temiz hava, huzur burada, ektiklerimi toplayıp yiyorum. Dağ bayır yürüyorum, nehir kenarında çayımı içiyorum.”

ABD’den doktoralı ve bol ödüllü bir askeri antropoloğ, “Üniversiteyi bıraktım, çiftçilik yapmaya başladım. Üç yıldır sulama yapmadan tıbbi-aromatik bitkiler ve arpa-nohut gibi gıda mahsulleri yetiştiriyorum Gelin, siz de köylü, çiftçi olun!” çağrısında bulunuyor.

Aslında konunun şifresi bu iki paragrafta…

Keşke zorunluluktan değil de bunu bilinçli olarak yapabilsek.

Son yıllarda kuşkusuz doğa yaşamına sevk eden sebeplerin başını virüs salgını çekti.

Son aylarda ise geçim sıkıntısı ve hayat pahalılığı şehirlerden köylere geri dönüşü hızlandırdı.

Birikmiş paranın bitmesiyle borçların artması kaçınılmaz hale getirdi.

Dönüş, önce köylerini terk edip umut içinde gelen köylülerimizi, bağlı oldukları topraklara yolculuğu başlatırken tarım ve hayvancılıkla uğraşmaya yöneltmeye başladı.

Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler ağzına dolar insanın sussan acıtır konuşsan kanatır!

İnsanlar artık konuşmak dahi istemiyor. İçleri acıyor.

Böyle olunca da şehirler artık cazibesini yitiriyor.

Öğrenci karnını mı doyursun? Kalacağı yeri mi bulsun?

İşçi, memur, emekli yüksek kira artışlarını mı? Rekor düzeye ulaşan enflasyonu mu düşünsün?

Sağlıktan perakendeye kadar birçok sektörde istihdam edilenler, yaşam maliyetinin altında ezilirken,

Yükselen binalardan şehir nefes alamıyor.

Şehirler artık yükü çekemiyor.

Trafik ömürlerden hırsızlık yapmaya devam ediyor.

Fiyat artışları, uygun fiyatlı iç bölgelere gitmeyi zorlarken, emekliler sahillerden iç bölgelere göç etmeye rüzgâr gibi başladı.

Böyle devam ederse, beş yıla kadar Büyükşehirlerde trafik sorunu da ortadan kalkar!

Yapılan yollar, köprüler de birbirlerini ağırlarlar!

Hatırlayınız. 20-30 yıl önce sadece doktorlar değil tüm meslek gruplarından da büyük kentlere ve sahil ilçelerine talep vardı.

Çünkü o dönemlerde devletin konaklama imkânları yaygındı. Şimdi ise bu alanların özelleştirilerek ortadan kaldırıldı.

Hekimlerin satın alma gücü 2003’e göre üçte bire düşünce daha küçük kentleri tercih ediyorlar. Ya da yurt dışına …

Eskiden Anadolu’nun yoksun bölgelerine gidince sürgün gibi nitelendirildi. Günümüzde sahil bölgelerine gitmek sürgün oldu.

Sevindirici olan kültürlü insanlarımızın köylerde olması.  

Köy denince gerilik, imkânsızlıkla, soğukla baş etmek, bakımsız, değersiz yerler akla geliyor.

Aslında ülkeleri kalkındıran köylerimiz, çiçek gibi olmalı.

Zorunluluktan değil, ülkemizin kalkınması, ekonominin canlanması için köylere yerleşmeli idi.

Düşünsenize, kuş, inek, horoz, köpek sesleri arasında, çello, gitar, saz, mandolin seslerinin yükseldiğini.

Tıpkı Köy enstitülerini zamanında olduğu gibi…

Elbette bunların olabilmesi için de toprağı tanıyan, köylüyü efendi gibi gören hakkını veren Tarım ve Orman Bakanın önderlik etmesi gerekir.

Tunceli Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu gibi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sırrı Yolcu Arşivi