Şehirler insanlarına, insanlar yaşadıkları şehirlere benzer

“Bak evladım, buralar eskiden hep tarlaydı” diye başlayan bir konuşmaya, 7’den 70’e şahit olmayanımız yoktur. Yaşadığım şehire baktığımda hissettiğim şey, sadece “bir kente bu kadar düşmanlık nasıl yapılabilir, nasıl bu kadar ruhsuz bırakılabilir”düşüncesi oluyor.
Hayatınız boyunca bir yerlere gidip gelirsiniz. Her gittiğinizde elinizdeki adrese yıllar sonra bile ulaşabiliyorsanız, aradan 20-30 yıl geçmesine rağmen köşedeki küçük bakkaldan bisküvi, şeker, çikolata alıp, çocukluğunuzun dondurmacısından dondurma yiyebiliyorsanız, siz ruhu olan ve vefalı bir yerde yaşamış/yaşayan şanslı insanlardansınız. 
Okuduğunuz ilkokulun bahçesinde hala oturabiliyorsanız, evinizden çıkıp aynı yolu yürüyerek hatıralarınızı yad edip gülümsüyorsanız, tanıdık bir yüze rastlayıp selamlaşabiliyorsanız, geçmişini unutmamış size saygısı olan bir yerde yaşıyorsunuz.
*** 
Her şehrin kokusu var, ruhu var, rengi var, hatta cinsiyeti var. Biraz oturup dinlerseniz, koklarsanız, bulacaksınız onu. 
İstanbul’un ruhu ne diye sorsalar bana, “ruhsuz” derim, hatta kimliğini kaybetmiş...Bu şehir anılarımızı yutmuş, caddeleri sokakları, hatta sokakların ve apartmanların isimlerini bile...
Evet, şehirler insanlarına, insanlar yaşadıkları şehirlere benzer.
***
Çoğumuz, babamızın, annemizin doğduğu evi görmedik. Hatta bırakın onu, kendi çocuklarımıza bile “bu doğduğumuz ev, kardeşlerimle burada şunları yapardık” diye gösterebileceğimiz bir yer yok. Hem geçmişimizi, hem de günlerimizi çalmakta bu şehir. Burada zamanın her yerden daha hızlı geçmesinin sebebi budur belki de...
“Bak evladım, buralar eskiden hep     tarlaydı.”
Çok değil, sadece bir iki ay uzaklaşsan, döndüğünde sokağı şaşırıyorsun. Bir ay önce ulaşım sağladığın yollar bir bakmışsın değişivermiş ve bir yabancı gibi yol sormaya başlıyorsun. Evimizin adresini vermeye kalksak, “altta şu market var, bu dükkan var diye” kaşla göz arasında hiç farketmemişken, ayakkabıcı dükkanı ya da nalbur olmuş oluyor.
Bu kadar tanıdık, aynı zamanda bu kadar yabancısıyız bu şehrin. 
Evet, şehirler insanlarına, insanlar yaşadıkları şehirlere benzer...
***
Bir seyahatimde gördüğüm tabelalar beni adeta şaşkına çevirmişti. Dükkanlarda”1930” dan beri, “1940”tan beri yazan levhalar, istikrar nedir, değer nedir, saygı nedir cümlelerinin anlamını sorgulatıyordu. Apartmanlar, evler, işyerleri, nesilden nesile kullanılmış yerleşkelerdi. Kentsel dönüşüm adı altında bahçeler, arsalar verilip, müteahitlerle 3-5 tane daha fazla daire pazarlığı yapılmıyordu. O evlerde, torunların torunları kuşaktan kuşağa yaşıyorlardı. Sokaklarda, yollarda iş makinalarına hiç rastlamamıştım. Çünkü, otoyolları yıllar önce yapılmıştı. Oraya 20 yıl sonra tekrar gitsem, adres sormadan gidip, aynı sokakta, aynı dükkanda yemek veya dondurma yiyebileceğimi biliyorum. Çünkü, o şehirlerin ruhu var...
***
İstanbul’un cinsiyeti ne diye sorsalar, dişi derdim. 
Defalarca terk edilmek istenen ama güzelliğinden bir türlü vazgeçilemeyen, adına şarkılar şiirler yazılmış alımlı, ulaşılamayan şahane bir kadın.
Her gidişin sonunda, tekrar gelmek istenilen, özlenen bir kadın...
Pırıl pırıl bir gece elbisesinin altında fotojenik, çok şık, ama ruhunu kaybetmiş bir kadın!
İstanbul’da çekilen fotoğraflara bakın. Boğaz köprüsü, Martılar, Kız kulesi, Galata, heybetinden, güzelliğinden, gücünden sual olunur mu? Bu şehire her gelenin”seni yeneceğim İstanbul” diye haykırması, kaybolmak korkusundandır belkide...
Her fotoğrafa iyice baktığınızda, İstanbul’da olup, İstanbul’a hayranlığın, aynı zamanda da hasretin resmini göreceksiniz.
Herşeye rağmen, azıcık uzağına gitsen, “şimdi İstanbul’da olmak vardı” cümlesi dökülüverir dudağından. 
İstanbul; hep terketmek istediğimiz, gidemediğimiz, gidince özlediğimiz, ruhsuz, kimliksiz şehir...
***
Oğluma eski evimizin olduğu yeri gösteriyorum;“Bak evladım, buralar eskiden hep tarlaydı. Sene; 1999. Beylikdüzü denen yerde bizim yaşadığımız ev ilk binalardandı. Pencereden bakınca Avcılar’a kadar görünüyordu. O zamanlar yolların sağında solunda, üzerine çökecekmiş gibi görünen gökdelenler yoktu. Eve gelebilmek için, taa gürpınar kavşağından dönerdik. Ihlamur kokuları geliyordu sokaktan...”  
Anlattığım bir masal, ne ıhlamur, ne hava....
Evet, şehirler insanlarına, insanlar yaşadıkları şehirlere benzer.
***
Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi