Serdar Ortaç bilse ki...

Görünmez Kalelere Giden Yolun Uçurumlarında Uyuyan Yolcular vardır…

Kalbin kimleri affeder bilemem, bilmem de gerekmiyor henüz…

Kaç gecenin uykusuzluğunu biriktirdin de öfkeni eritiyorsun, sabaha kadar en derinlerinde, bilmiyorum…

Her mevsim kendi güzelliği ile gelip yanaşırken, limanlarımıza, sende gün, bir değil, üç değil, yedi mevsim bin fırtına, bin kuraklık, bin tufanlar kasırgalar esiyor, bilmiyorum…

Hem ki; eğlendiren, hem ki; güldüren, hem ki; gülümseten ama gel gör ki; bir değil birkaç değil, belki on yirmi civanmert delikanlının, devlet gibi kadınların bir düzinesinin zekasına sahip olup, zekanı gizlemek, öfkeni gizlemek, haklı ve belki birkaçı da haksız hayallerini, fantezilerini, ufukötesi çılgınlıklarını gizlemek, kolay değil, bilirim…

Hangi yıllardan, hangi olayı, vakayı, şahsı, durumu, sözü alıp getirsem huzuruna, bir değil bin değil, onbin şarkı yazarsın, zamanın mümkünlüğü, önüne serilse…

Dönüp bakma, Serdar…

Dönüp bakmaların getireceği kardan çok, zararları, benim kadar ve belki benden iyi biliyorsundur dostum…

“Bensizliği” yaşasın diye ötekilere, “Sensizliği” yaşatan kim varsa sana, hayalet modunda gezerek kainatı, bir Trans Astral Seyahatin en dibinde, ışığın karanlık doğurduğu, karanlığın ışığı bir şal gibi sardığı gecelerin yarılarına, kalkıp da, bu dönencede, bu yarımkürede “geceyi” yaşarken ötekiler, sen kalkıp, cehennemin en yakın kapılarına kurulmuş, cennete “müşteri” arıyorsun belki de…

Zamansızdır bizim devrin çocukları…

Bilirsin….

Yetmişlerin çocuklarının devri devranı geliyor…

Hiç hoşlanmadığımız siyasetten, çok hoşlandığımız çocukluk oyunlarına, en acılı insanların ekmek derdinden geçim derdine, gülümsemesinden, şehvetli yataklara, her kesin acılarına dokunarak, önce ağlatabilmek, ki önce ağlatırsan, sonra güldürebilmek mümkün…

Ağlat bizi, Serdar…

“Bilsem ki” de ne varsa sesinin tınısında, tonlamasında, psikopatolojisinde, varyantlarının her birinde, tüm anatomik fizyolojik bağlamların her birinde, kalbin affediciliği için gereken, ne varsa akıtılacak, kansa kan verelim, cansa; alsın Hüda şimdiden, dökülmesi gerekiyorsa dökelim ne kadar varsa stoklarda gözyaşlarımızı…

Utanmak, yenilmek, uslanmak, arlanmak, kaçmak, korunmak, beklemek…

Ne varsa yüreklerimizden akıllarımıza sürgün edilmiş duygu namına, kalk toplayalım hepsini yeniden…

Bir iz bırak evrene kendinden…

Bu değilsin, diyorum kendime, kendimle beraber, kendim gibi gördüklerime…

Biz, başka bir dönencede, başka bir astro fenomen kuşakta doğduk…

Babalarımıza rest çektik, analarımızın gölgesine, çelikten zırh olduk…

Ana Kuzusu olmamak için, kuzuluktan ayrılarak gönül rızasıyla, kurtlaştık yıllar yılları kovaladıkça…

Dokunsam, “Değişir bu dünya” dedim…

O yılların her biri, kendi içinde bin ah barındırarak, bu kadar kolay vazgeçip, bütün şairlerin idam edildiği başka bir boyutta, tüm şairlerin tek bir celladı varmış da, benmişim sanki o da…

Kalbim, çok ve en iyi bildiği affetmelerden, usandı, yoruldu, bıktı, korktu…

Bilmiyorlar ötekiler, biliyorum…

Bilmenin bu haline, sezmenin ötesine, ruhundan ruhuna, klinik patolojiden yansımalarla ulaşılır, bilirimi, bilirsin, bilirler…

Bilsem ki, deme artık…

Veya, de, diyebildiğin kadar…

Bizi ağlat, Serdar…

Bizi, kaybettiklerimizi hatırlayacak kadar, ağlat…

Bizi, kaybettiklerini hatırlayacak kadar, ağlar…

Bizi, kimin nerede, ne zaman, ne için ve nasıl varsa kaybettiği, düşman bir dünyaya karşı bizi örgütleyenler arasına dön ve yeniden söyle şarkılarını, yeniden…

Bir yiğitliğin seronomisini dile getirir gibi, en gösterişli galalardan kaçıp, varoş bir semtin temiz bir seyyar köftecisine sığınırcasına, en mukaddes sevmelerden diyorum Serdar, en mukaddes sevmelerden bir yol bularak, yeni yollar açmak lazım…

Doksanlarda kurtarılmış gençliğin yanına, bugünlerin gençlerinden de kurtarıp, eklemek lazım…

Bir değil, bin değil, belki…

Belki dört yüz bin gençlik lideri var, bu coğrafyada…

“Hamdık, piştik iman elhamdülillah” diyen Tarihin Büyük Ustaları gibi, öykünelim, sürünerek veya uçarak, yeniden zirvelerin kontrolüyle, kuzularımızı korumak için, kurtlaşalım…

Yeniden, ama yeniden, yüreklere sızalım…

Bilsem ki; deme bana, bildiğini bilerek, söylüyorum sana…

Gözyaşlarımızı yeniden dökerek, insan coğrafyasının kuraklığına, dalalım, akalım, sel olalım, tufan olalım, bendimizi yıkıp, rahmete yoldaş olalım…

Şarkılarınla, yüreğinle, “Can sıcaklığınla” atomik boyutta dönen kainata, eşlik ederek, “Dön Baba, Dönelim” diyen Cem Baba gibi, dönelim yeniden, ritmimize, akordumuza, tınılarımıza…

Bize, yıkılan burçlarımızın yeniden onarılıp, yenilere teslim edene kadar zihin ve gönül coğrafyalarımızı, yeniden vazife düşer…

Var mı özel bir sebebi, bilmiyorum henüz…

Senden başladı el ve dilim ve ilham perilerim…

Tek değilsin, hiçbir zaman da değildin….

Tek değiliz, ve hiçbir zaman da tek olmayacağız…

Güzel insanların ihtiyacı olanlardan bir kısmını sunmak için, kendilerine yetenek ve zeka ve akıl ve kabiliyet verilmiş olanların, kendilerine de tarihe de insanlığa da borçları vardır..

Borcunu ödemelisin, Serdar…

Borcunu ödemelisin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Asker Avşar Arşivi