Son 'hakikat bükücü' vaka sayıları ve acı gerçekler

İnsanlığın en büyük kazanımlarından biri, bilimsel bilgi üretme yöntemini geliştirerek hakikate ulaşma yolunda dev bir adım atmasıydı. Bu yöntemle elde edilen bilgi, hakkında olduğu “bilinen”in özüne en uygun sonucu üretiyor ve insanın hakikate olan inancını pekiştiriyordu. Bu kazanım doğrultusunda insanlık, bilginin hakikat üzerine inşa edilmesi için çalıştı; önemli başarılar elde etti.
 


Pandeminin başlamasından bu yana büyük özverilerle "Corana virüs" ile savaşan sağlıkçılarımız ne yazık ki tükeniyor. Bir de son dönemde meslek örgütlerinin kapatılması çağrıları yapılan sağlıkçılar adete öksüz kimsesiz bırakılmak isteniyor. İktidar tarafından verileceği açıklanan ek ödemelerin bir bölümü hala ortada yok iken. 24 saat bu işle uğraşan kan terde kalan sağlık personeline ödenen paralar ise komik düzeyde kaldı. Bir hastanede laborant olarak 24 saat nöbet tutup Covid-19 numesi alan ateş hattındaki bir laborant ve bir hemşireye ödenen para 1700 liraya yakın. Yani rakam ile ayda en fazla 210 lira.Sağlıkçılarımıza sahip çıkmaz isek bu mücadelede galip gelmemiz söz konusu olamaz. O nedenle Amasız, yalansız sağlıkçılarımızın haklarını ödemek zorundayız. Onların emeklerini de "Hakikat bükücülük" yaparak çalmak ihanetin en büyüğüdür.
 

Yalanla kandırmak değil


Sosyal medyanın gelişmesi ve yaygınlaşması, yaşamın sanal alana taşınması insanların hakikatle ilişkisini büyük ölçüde değiştirdi. Hakikat sonrası dönem dediğimiz bir dönemin kapılarını açtı. Bu dönemin temel özelliği hakikati bükmek oldu ve ortaya bunu çeşitli derecelerde başarı ile yapan hakikat bükücüler çıktı. Hakikati bükmeyi “yalan”la karıştırmamak lazım. Yalan, hakikatin söylendiğini sanan bir insanı ya da insanları aldatmayı amaçlar, oysa burada söz konusu olan karşıdakini bildiğimiz anlamda ve tam olarak aldatmak değildir. Bilginin yöneltildiği kişi(ler) de hakikatin söylenmediğini biliyorlar. Yapılan, hakikatin, içinde hakikatten anımsatmalar olan ancak hakikatin kendisi olmayan bir sürümünü (versiyonunu) sunmak ve muhatapların bunu söyleyenin öngördüğü, arzu ettiği biçimde işleme koymalarını sağlamak.
 

Çarpıtmak neden


Öncelikle hakikati bükmeyi bir örnekle açıklayayım: Lunapark’taki “sihirli aynalar”ı bilirsiniz. İlk ayna “hakikat aynası”dır. Size kendinizi/hakikati olduğu gibi gösterir. Sonra hakikati büken aynalar gelir, o aynalarda da kendinizi tanırsınız, ama hakikatinizden farklıdır. Daha uzun, daha kısa, daha şişman, daha zayıf görünürsünüz. İstediğiniz aynanın önünde saatlerce durabilirsiniz; hatta ona inanabilirsiniz, daha doğru bir ifadeyle hakikat olmadığını bildiğiniz halde ona inanmayı seçebilirsiniz. Hakikat sonrası dönemde hakikat bükücülerin umduğu tam da budur ve bu umutları çoğu kez hayatta karşılığını bulmaktadır.
Ülkemizde son dönemdeki en etkili hakikat bükme olaylarından birine işaret etmek istiyorum. Corona virüs salgınına ilişkin ülkemizde açıklanan rakamlarla yapılan ve “ulusal çıkarları korumak”la haklı çıkarılmaya çalışılan, hakikat bükücü olarak Sağlık Bakanlığı’nı gördüğümüz, hakikat bükme örneğinden bahsediyorum.
COVID-19 pandemisinin dünyadaki ve ülkemizdeki yönetimini belirleyen, salgına ilişkin rakamsal bilgilerin toplumla paylaşılması ve toplumun bu bilgilerin çizdiği hakikat tablosunu temel alarak kimi kısıtlamalara uymasıydı. İlk dönemde oldukça başarılı görünen bu strateji, toplumun hem tek tek bireyler hem de yönetimler olarak bedel ödemeye başlamasıyla, asıl sınanma aşamasına gelmesinden hemen sonra hakikati bükme sürecine girdi.
Sağlık Bakanlığı sürecin yönetiminde ortaya çıkmaya başlayan ağır bedelleri kısmen ötelemek, daha çok da toplum nezdinde bu bedellerin gereksiz görüneceği yeni bir hakikat yaratmak adına, gerçekte olan bitenin yorumlanmış bir sürümünü servis etmeye başladı. İnsanların hakikat olmadığını bildikleri bu psödo-hakikat (sözde-hakikat) sürümü işlerine geldiği için ve işlerine geldiği biçimlerde satın alacaklarını umuyor; hatta biliyordu. Çünkü çarpıtılmış hakikat önümüzde hakikatin farklı sürümlerinden biri olmak iddiasıyla duruyor ve topluma kendisine inanmayı seçebilme olanağını sunuyordu.

 

Bilmek değil inanmak


Toplum da bu öngörüyü doğrusu pek de boşa çıkarmadı. Hakikat olmadığını pekâlâ bildiği rakamlara, kimi işyerini yeniden açabilmek için kimi bir yıldır planladığı düğünü yapabilmek için kimi indirimli yaz tatilinden yararlanabilmek için kimi kaybedilmekte olan üretim saatlerini geri kazanabilmek için inanmayı seçti, hatta zaman zaman, yine hakikat olmadığını bildiği için seçimlerini gerekli gördüğü yönde değiştirebildi. Dahası önceden benimseyip sonradan değiştirdiği sürüme hiç tutarsızlık görmeden geri dönebildi. Dikkat ederseniz buradaki sözcük bilmek değil inanmak oluyor; belki daha doğru bir deyişle inanıyor gibi yapmak. Bu, temel olarak etik sorumluluk getiren bir seçimdir. Sonuç olarak doğru olmadığını bildiğiniz, ancak inanıyormuş gibi yapmayı seçtiğiniz her bilgi için ahlaki sorumluluk üstlenirsiniz. Yani  Leonard Cohen'in dediği gibi "Herkes biliyor, dövüşün hileli olduğunu, fakirler fakir kalır, zenginler zenginleşir, hep böyle gider herkes biliyor. Ve herkes biliyor, geminin su aldığını herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini" konumuz bu kadar basit.
 

Bu ne yaman çelişki


Bir örnek de bu: İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, Twitter hesabındaki paylaşımında korona virüste pozitif vaka sayısının yükselme eğiliminde olduğunu açıkladı. Adana Valiliği'ni ziyaret eden Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ise ziyaretinin ardından düzenlediği basın toplantısında, "Tedbirlerin sıkı denetimi ve hızlı müdahalelerimiz sayesinde salgının hızını kestik.” dedi.
 

Vaka yükselme eğiliminde


İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, "Yatan hastaya henüz yansımasa da Eylül’ün ikinci haftasından itibaren düşme eğiliminde olan pozitif vaka sayımız son hafta yükselme trendinde. Aman dikkat! Temizlik, mesafe ve maske kurallarına uyalım. Salgın kontrol altında ama bitmedi." ifadelerini kullandı.
 

Bakanlık vaka sayısını açıkladı


Sağlık Bakanlığı da son 24 saat içerisinde İstanbul'da 419 kişiye koronavirüs teşhisi konduğunu açıkladı. Bu İstanbul'da (02/07/2020) tarihinden bu yana görülen en yüksek sayı.
 

En büyük tehlike


Buna karşın pandemi konusunda toplumun “hakikat aynaları” olan sağlık çalışanlarının, akademisyenlerin, sivil toplum örgütlerinin, meslek kuruluşlarının, medyanın, yani tüm paydaş ve bileşenlerin hem hakikati bükebilme olanakları hem bundan zarar görme riskleri hem de hakikati bükenlere karşı durma sorumlulukları vardı. Bazıları bu sorumluluğu yerine getirdi; bazıları getirmedi ya da getiremedi. Bu süreçte kimlerin “doğru” olanı yaptığına elbette tarih ve toplum karar verecek; ancak unutmayalım ki bu arada birçok kişi, hakikati bükenler ya da hakikat aynası olarak ödevini yapmayanlar yüzünden, kimi zaman bir can ya da yaşam boyu engellilik anlamına gelen, seçmediği bir bedeli ödemiş olacak.
En büyük tehlike ise “hakikat aynaları”nı kaybetmekte, ki bu da ne yazık ki mümkün. Bunun ilk sinyallerini Türk Tabipleri Birliği’nin kapatılmasını, dolayısıyla hakikat aynalarından birini kırmayı önerme biçiminde görüyoruz. Hakikati duyuran iletişim kanallarının “toplumu paniğe sevk etmek” gibi gerekçelerle suçlanması, bilimsel bilgisini paylaşan akademisyenlerin soruşturmalara maruz kalması akla hemen geliveren yaşanmış örnekler.

 

Bakanın korona tablosu


Allah ile Aldatmak, artık aramızda olmayan Yaşar Nuri Öztürk’ün kitabının adıydı. Din, siyasetin ve ticaretin her zaman aracıdır. Hem para kazanma hem kitleleri aldatma ve iktidara konmanın aracı. Bunu biliyoruz. Aldatma işin içine girince hemen her konuda bir yönteme dönüşüyor.
-Verilerle aldatma...-Gerçeği saklama...-Olanı tozpembe görme ve gösterme.
Durumu kötü gösteren verileri veya kalemleri ne sihirdir ne keramet diyerek hesaptan çıkarma.. Hatta olmayanı olmuş veya oluyor gibi gösterme.. Bunları özellikle ekonomi açıklamalarından biliyorduk. İktidar “işime nasıl geliyorsa size öyle göstereceğim” politikasını korona vakalarında da kanıtladı.
İlk devrede, “korona ile en iyi mücadele eden iktidar ve ülke biziz” cümlesi hemen her konuşmada bir siyasi kazanç oldu. Yandaşlar ve oydaşlar inandı. Amaç da buydu. Derken bu savaşta da dünyanın en başarılı ülkesi olduğumuzu ilan ettik.
Öyle olmadığını, verileri sakladıklarını veya vaka saptamalarında standartlara uyulmadığını yazıp çize çize bugüne geldik.

 

Sepetteki yumurtalar kırılınca


Bakan Bey sıkıştı, bunaldı ve sırtındaki sepette dikkatle taşıdığı korona yumurtalarını sonunda kırdı ve gerçek ortaya saçıldı. Koca, yumurtaları kırmayacaktı! “Her vaka hasta değildir” dedi. Testi pozitif olup da belirti göstermeyenler meğer hasta değilmiş ve sayılmıyormuş. “belirti göstermeyen vakalar ise sadece taşıyıcı” imiş. Hasta başka vaka başka imiş... Hasta başka ağır hasta başka. Uyduruk bir sınıflandırma ile yolun sonuna gelindi.
 

Filyasyon da yalan oldu


Prof. Dr. Ahmet Saltık; Sağlık Bakanlığının ilk sırada açıkladığı "Filyasyon“  ile ilgili yaptığı açıkalamada da "Hastalarımızın durumu ilerlemeden tespit edebilmek için” yapılması gereken, temaslı izlenmesidir ki onun da adı Sürveyans’tır. Salgın yönetimin 4 ayağı bile bilinmiyor! Yazık." dedi. Ve ekledi "Bakan Koca "Hastalarımızın durumu ilerlemeden tespit edebilmek için yoğun filyasyon çalışması yürütülüyor." demiş. Yanlış! Filyasyonda eldeki hasta kimden almış, kaynağına inilir geriye doğru. Kaynak olgu, yeni olgudan eskidir, erken tanı konmuş ol(a)maz."
 

Çanak çömlek patladı.


Böylece virüslü ve neredeyse entübe düzeyine gelmemiş hastalar sayı dışında tutulur oldu.
Sayı dışı.. sayı dışı..
Şimdi düşünün: Zaten PCR testleri yüzde 50-60 doğruyu söylüyor. Yani koronalı olup da testten ve dolayısıyla vaka olmaktan kaçan tonla insan var... Sayı dışı... Testten pozitif çıkıp da hastalık belirtisi göstermeyenler de sayı dışı.. Hasta olup da hastanede değil, eve gönderilenler de resmi sayı dışı.. Geride ise Koca’nın beğendiği hastalar kalıyor ve bunlar vaka olarak açıklanıyor.
Açılımdan sonra müthiş bir vaka bulaşması ve patlaması ile karşı karşıya kalınca mızrak çuvala sığmadı. Tabloların adı değiştirildi, gerçek durumun saklanması için Sağlık Bakanlığı elinden geleni yaptı.Fakat saha verileri - gerçek durumla örtüşmemeye ve sorular yağmur gibi yağmaya başlayınca, Sağlık Bakanı Koca artık bu durumu saklayamaz oldu, bir de buna ulusal çıkar kılıfı uydurdu. Tabloya itiraz edenleri vatan hainliği ile suçladı mı, bilmiyorum, gözümden kaçmış olabilir ama bu kadarını da yapmamıştır!

 

Baştan beri yalan


Ve şimdi kesin olarak söyleyebiliriz, korona vakaları, baştan beri yalan üzerine inşa ediliyordu. Korona vakaları, izleme indekslerinde hiç de açıklandığı gibi seyretmiyordu ve sürekli anormallikler veriyordu. İki mühendis dostum açıklanan verilerin bilimsel dağılım ve gelişmelere uygun olmadığını görüyor ve ateş püskürüyorlardı. Sonra, “ya biz salak mıyız, yalan veriler üzerine kafa patlatıyoruz” diyerek işi bıraktılar!
Zaten vaka sayılarının azlığı ile ölüm sayılarının yüksekliği, ülkemiz için büyük bir anormalliğe işaret ediyordu.Vaka / ölüm oranı en yüksek ülkelerden biri olmuştuk. Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 2 kadarken, bizde yüzde 7’nin üstüne çıkmıştı. Bu durum açıkça, vaka sayılarının mümkün olduğu kadar azaltıldığının kanıtıydı.

 

Gerçek vaka sayısı kaç?
 

Gerçek vaka sayısını bilmek istiyor musunuz? Yüzde 2 ölüm ortalamasına denk düşen vaka sayısını hesap edin, odur.. Fakat burada bile bir sorunumuz var: Önemli ölçüde koronalı ölüm, testi korona göstermediği için korona ölümü sayılmıyor. Buna bir de benzer düşüncelerle ölümlere uydurulan başka kılıfları ekleyin.
Evlerinde ölen koronalı var mı hiç bilmiyoruz.Bunları da katarsanız belki de açıklanan ölüm sayısını iki ile çarpıp, gerçek vaka sayısı hesabına öyle ulaşabiliriz.

 

Kutu

Resmi vaka sayısının

şimdi kaç katına ulaştık?


Neden ülkemizde COVID-19 ölümleri çok yüksek, vaka / ölüm oranı, artık Avrupa’da düşerken Türkiye’de alıp başını gitti. Bazı Avrupa ülkelerinde yüzde 2’lere düşmüşken, bizde yüzde 8’lere tırmandığı ileri sürülüyor, neden?
1. Vaka sayılarını eksik bildiriyorlar, böyle olunca vaka / ölüm oranı yüksek çıkıyor. Biliyorsunuz, paylaşılan bir belge, binlerce vakanın gizlendiğini ortaya koyuyordu. 5-10 bin vakada ölüm oranı düşer, ama siz gerçeği saklayıp 1500 vaka ilan ederseniz vakalara göre ölüm oranı yükselir.
Gerçek nedir, niye Türkiye vaka / ölüm oranlarında tepelere yükseldi? Yoksa salt bu durum bile bakanlığın bulaşı sayılarını kesinlikte eksik açıkladığının bir kanıtı mı, yoksa tedavilerde eksilen başarı oranımız mı? Saydam olmazsanız, bir şeyi saklarsanız, gerçek, olayın diğer tarafından kendini belli eder.
2. Virüs yükünün çok yüksek olması, bu insanlarımızın kapalı mekânlarda çok sayıda bir arada ve uzun süre kaldıklarını ve bu nedenle çok yoğun / çok miktarda virüs saldırısına maruz kaldıklarını ve bu mekânlarda insanlar arası temasın çok olduğunu gösteriyor. Temasa geldiğiniz virüs miktarı hastalığı nasıl atlatacağınız açısından önemli.
3. Kronik hastalık yükü: Kronik hastalıkları olan (obezlik, hareketsizlik de bir kronik hastalık sayılır) insanların kendilerini koruyamayıp virüs kapmaları...
4. Evde takip ve uygun olmayan tedaviler: Hastaların ellerine hâlâ sıtma hapları tutuşturulup evlerine gönderiliyor ve takipleri çok iyi yapılamıyor. Sıtma haplarının hiçbir iyileştirici etkisi saptanmış değil. Bir sürü ülkede kullanılmıyor, bunun iyileştirici etkisi olduğunu ilk ileri süren Fransız doktora bile dava açıldı.
5. Artan hastane yükü; servis ve acilde yoğun bakım hastası izlediklerini belirtiyor doktorlar.
6. Etkili olabilecek ilaçlar yok: Dexa ve Remdesivir gibi ilaçlar yerleşemedi tedavi algoritmasına. Bu ilaçların, virüsün işini daha çok zorlaştırdıkları biliniyor. İlaçların maliyet yükünü mü düşürmeyi tercih ediyor bakanlık?
Bakanlığın açıkladığı günlük tablolar, saydamlıktan uzak.
Mesela virüsü kapmış olduğu saptanan ve evlerine gönderilen, kendilerine evlerinde nasıl tedavi olacakları konusunda talimat verilen hastaların sayısı kaçtır?
Bu hastalar arasında ölümler ne kadardır?
Dünya, Avrupa artık çok saydam. Günde 10 bine yakın yeni vaka bildiriliyor İngiltere, Fransa, İspanya gibi ülkelerde. Biz ise 1500’lerde tutalım. İnsan davranışlarını değiştirmek çok zor. Virüs varken hayatın normal faaliyetleriyle yeniden başlaması, maske ve mesafe kurallarına rağmen bulaşıcılığın katlanarak artışa geçmesi, insan davranışlarını değiştirmenin ne kadar zor olduğunun göstergesi.
On binlerce yıl iç içe, kucak kucağa, burun buruna yaşamış ve tamamen sosyallik üzerine kurulu bir insanlık hali, bu alışkanlıklarını değiştirmekte son derece zorlanıyor veya bunun olanaksız olduğunu gösteriyor. Tüm dünyada aynı hal!
Etkin maske kullanımında hâlâ sakatız. Sosyal mesafede sakatız. Kapalı mekânlarda, toplu yerlerde (lokantalar dahil) bulunmaktan çekinmiyoruz, buralarda bir hastanın yaydığı virüsün ağır yükü altında kaldığımızın da farkında değiliz. Hijyen ve el yıkamada ne kadar iyiyiz, hiç bilinmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi